PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Pirs û Bersîv
Soru / Cevap
Webmaster
1
 
 
 
SÖMÜRGE KÜRDİSTAN -ŞEYH SAİT İSYANI VE ARNOLD TOYNBEE’NİN MAKALESİ

Ali Haydar Koç; Araştırmacı-yazar

20. yüzyıl dünya tarihinde önemli sahnelere yolaçtığı gibi, Kürdistan tarihi açından da çok önem arzeden bir dönemdir. Kürt cografyasında 21. yüzyılda yaşanan haksız durumun köklerini derinliğine ve genişliğine bilimsel olarak incelenmesinde ortaya çıkacak sonuçlar, kürtleri yeniden siyasal ve sosyal düşünmeye sevkedeceği fikrindeyim. Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi, Kürtlerin soykırımlara tabi tutulması, göçertilmesi, inkar edilmesi ve dış boyutu ile uluslararası diplomatik ilişkilerde hiç bir şekilde dikkate alınmamasının temel nedenlerini 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan siyasal olayların olgularında aramak gerektiğini düşünüyorum. Bu gün hala 20. yüzyılın ilk başlarında Kürtler hakkında alınan haksız kararlara dayalı acıları, ulus-devlet olma varlığını gösterememe ve herşeyden önce sömürge Kürdistan’ın değişmeyen tarihi kaderini daha yeni giriş yaptığımız 21. yüzyılda da yaşamaktayız. Bu olgu bize Kürt düşünce ve siyaset tarihinin gerek bilimsel, gerekse siyasal olarak geniş bir şekilde araştırılarak anlaşılmadığı yada anlaşılmak istenmediğini göstermektedir.

Yakın tarihimizde yaşanan Kürt milli hareketlerinin (1918-40) kendi koşulları içerisinde detaylı bir şekilde olgusal olarak incelenip Kürt düşünce ve diplomasi tarihine dair yapılan araştırmaların yetersiz veya taraflı olmasından dolayı önemli bir katkı sunduğunu söyleyemeyiz. Şimdiye kadar yapılan Kürt tarih araştırmalarına baktığımızda karşılaşılan en büyük meselenin yakın tarih incelemelerinde karşımıza çıktığını, yani araştırılan dönemin özellik ve koşulları dikatte alınmaksızın, onun içinde yaşadığımız değer ve inanç prensipleri ile değerlendirilmesidir. Özellikle Şeyh Sait İsyanı üzerine yapılan incelemelere baktığımızda, çoğunlukla solculuk, sağcılık, gericilik, ilericilik, islamcılık ve türkçülük gibi kavramsal düsünceye dayalı fikirlerin öne çıkarılarak taraflı yapıldığının sonucuna varıyoruz. Türk fikir adamlarının bu türden taraflı siyasal düşüncelerin yazılmasında ve yayılmasında kendi devletlerinin çıkarları temel alınarak yaptıkları katkılar anlaşlır bir durumdur, ama bu türden Kürt karşıtı fikirlerin bir çok Kürt siyaset ve düşünce adamı tarafından da yukarıdaki kavramlar içerisinde ele alınarak desteklenmesi ise sömürge Kürdistan ve Kürt milli çıkarlarına ters siyasal düşünsel bir durumu arzetmektedir.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye Cumhuriyeti bütün güvenlik mekanizmalarıyla Kürdistan’da soykırım, talan, idam, ömür boyu hapis cezası, kurşuna dizme ve göçertme gibi görevleri üstlenirken, TC‘nin yedek bir kolu olan resmi düşüncenin temsilcileri ise Kürtleri yazdıkları yazılarla cezalandırma görevini yerine getirmişlerdi/ getiriyorlar. Kısmi olarak bir çok Kürt grubunun ve şahsiyetininde bu türden  resmi ideolojiye dayalı fikirlere katkı sunduğu biliniyor. Yüzyıldır Kürtler varmı, yok mu? Şeyh  Sait ve Seyit Rıza isyanları ilerici mi gericimiydi? tartışmalarına alet olmak Kürt milli düşünce tarihine çok büyük zararlar verdiği gerçeği olgularıyla birlikte ortadadır.

Şeyh Sait ve Seyit Rıza ne başka toplumları soykırıma tabi tuttular, ne başka ulusların topraklarını ilhak ettiler, ne başka milletleri göçertmeye zorladılar, ne başka toplumlardan insanlara hakaret edip cezalandırdılar, ne de yabancı toprakları işgal edip köyleri, kasabaları ve şehirleri yaktılar, ne başka ulusların liderlerinin cesetlerini yokedip sakladılar, kısacası iki Kürt lider bunlardan hiçbirini yapmadığı gibi, insanlığa ve torunlarına karşı utanacak hiç bir şeyde yapmadılar ve sadece kendi topraklarını işgalden ve hakarette uğrayan milletlerini kötü durumdan kurtamak için isyan ettiler.

Sömürge Kürdistan’ın coğrafik zenginlikleri üzerinde Türkiye Cumhuriyeti ve Büyük Britanya arasında o dönemde paylaşım konusunda anlaşma sağlanamıyordu ve özellikle Musul-Kerkük bölgesi iki ülke arasında büyük bir sorun teşkil ederek, daha çok pay elde yarışına girmişlerdi. TC, Güney Kürdistan’ı da kendi sömürge sınırlarına katmak isteğinde idi. Büyük Britanya ise Güney Kürdistan’ın önemli bölgesi olan Musul-Kerkük’ü kendi denetiminde kuracağı Arap-Irak mandasına bağlanmasını istiyordu. Ayrıca iki ülkenin çıkarları o dönemde bir Kürt devletinin kuruluşunu engellemekte buluşuyor ve iki ülkenin birbirleriyle sıkı işbirliği yapmalarına yol açıyordu. Aynı dönemde İngilizler, Güney Kürdistan’da Kürtlere karşı büyük askeri operasyonlar düzenlerken, Türkler ise Kuzey Kürdistan’da İngiliz ve Fransız’ların yardımı ile Kürtlere karşı gerçekleştirdikleri askeri seferlerle katliamlar gerçekleştirmiştiler. Kısaca bu olguya baktığımızda, Şeyh Sait İsyanı’nın 1925‘ten günümüze kadar Musul meselesi ile bağdaşlaştırılarak İngiliz yanlısı bir tepki olarak göstermek kadar büyük bir tarihi yanlış ve yanılgı yoktur. Bu düşünceye yakından bakıldığında söz konusu ülkelerin Şeyh Sait Kürt isyanıyla işbirliği yapabilecekleri siyasi bir zeminin ve girişimin olması için gereken koşulların olmadığını görüyoruz. Şeyh Sait isyanı Türkiye Cumhuriyeti ve Büyük Britanya’nın sömürgeci çıkarlarına ters düşerek, Kürt milli çıkarlarını esas alıyordu.

Türkiye Kürdistan’ın büyük parcasını Misak-ı Milli olarak adlandırdığı topraklarına katarak sömürgeleştirmiş ve bununlada yetinmeyerek, Güney Kürdistan’ın önemli bölgeleri olan Musul-Kerkük’üde kendi milli sınırlarına katmak istiyordu. İngiltere Musul-Kerkük bölgelerini Irak (Arap) Mandasına katmayı hedefliyordu.

Sömürge Kürdistan üzerindeki paylaşımı daha da kolaylaştırmak için Türkiye ve İngiltere kendi aralarındaki uyuşmazlığı gidermek amacıyla 19 Mayıs 1924'de İstanbul'da  toplandılar. Başlayan ikili görüşmelerde İngiltere'nin Irak lehine Hakkari üzerinde de hak idia etmesi üzerine Konferans'tan iki ülkenin istediği sonuçlar alınamamış ve bunun üzerine İngiltere, Musul meselesini 6 Ağustos'ta Cemiyet-i Akvam'a (Milletler Cemiyeti) götürmüştür.

Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) Musul meselesini, 20 Eylül 1924'te görüşmeye başlamıştır. Görüşmelerde iki tarafta pek başarı elde edememiş ve iki ülkenin Kürtler hakkındaki bir başka aşağılayıcı düşüncesinin ortaya çıktığını görüyoruz. O düşünce şöyledir: "bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı" fikri iki ülke tarafından ortaya atılmıştır. Ama şu gerçek ortadır; Kürtler bu iki ülkeye karşı kendi Coğrafik sınırlarını korumak için savaş yürütüyordular ve bundan dolayıda iki ülkenin gerçekleştirdiği katliamlardan nasiplerini alıyordular. Milletler Cemiyeti, 30 Eylül 1924'te bir soruşturma kurulu kurulmasını kararlaştırmış, komisyon başkanlığına da eski Macar Başbakanlarından Kont Teleki getirilmişti. Komisyon Irak'ta incelemede bulunarak Musul halkının görüşlerine başvuracaktı. Komisyon, çalışmalarını sürdürdüğü sırada İngilizlerin saldırgan tavırları ve kuzeye doğru yeni toprakları işgal etmesi, kanlı olayların meydana gelmesine neden olmuştur. Bunun üzerine Konsey, 28 Ekim 1924'te bir sınır tanımı yaparak "Brüksel Hattı" adıyla ve geçici mahiyette bir Türk-Irak (Artık Kürdistan sınırlarından bahsetmek mümkün olmuyordu) sınırı tespit etmiştir. Soruşturma Komisyonu hazırladığı raporu 16 Temmuz I925'te Cemiyet Meclisi'ne sundu.

Musul meselesi Lozan Antlaşması'ndan sonra Haziran 1926 tarihine kadar sürüncemede kalarak, üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde mesele önce 19 Mayıs 1924 tarihinden itibaren Haliç (İstanbul) Konferansı'nda ele alınıyor, daha sonra Cemiyet-i Akvam Meclisi'nde görüşülerek ve nihayet, Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile Kürt devleti iki ülke tarafından fiili olarak engellenerek neticelendirilmiş oluyordu. Fiili uluslararası sömürge Kürdistan süreci başlamış ve Kürt meselesi uluslararası diplomaside raflara kaldırılarak konuşulmaz bir sorun halini almış oluyordu.

1918-1940 yılları arasında Kürdistan’ın değişik bölgelerinde  bir çok Kürt isyanına tanık olmaktayız. Bunlardan en önemlisi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürdistan’ı kendi egemenliğine alma girişimlerine karşı ilk gösterilmiş tepki Şeyh Sait İsyanı’nda kendini göstermiş ve bu isyanın düşünsel ve siyasal etkisi hem iç kamuoyunda ve hem de dış boyutu ile uluslararası kamuoyunda çok büyük olmuştur. 

İsyan hakkında 1925‘ten beri bir çok bilimadamı, tarihçi, düşünce/siyaset adamı ve gazeteci tarafından kitaplar ve makaleler yazıldı ve isyan hakkındaki incelemeler daha da devam etmekle birlikte, Şeyh Sait İsyanı aynı zamanda bütün boyutlarıyla incelenmesi gereken bir konu olarak araştırılmayı beklemektedir. Bende Şeyh Sait isyanının dışarıda nasıl anlaşıldığına dair aşağıda o dönemde dünyaca tanınmış tarihçi Arnold Toynbee tarafından yazılmış olan makale ile okuyucuya küçük  bir katkı sunmayı bir görev biliyorum.

Bu yazının asıl konusunu teşkil eden bölüm  ise tarihçi Arnold Toynbee’nin  Şeyh Sait isyanı üzerine yazdığı makalesidir. Bu Makale İngilizceden Türkçeye çevrisi yapılarak olduğu gibi aşağıda okuyucunun beğenisine sunuyorum. 

ULUSLARARASI İLİŞKİLERE BAKIŞ – 1925

İslam Dünyası (Oxford Üniversitesi yayini, Londra, 1927)

Barış sürecine kadar

Arnold J.Toynbee

Şubat’tan Nisan 1925‘e kadar Türkiye’de başlayan Kürt ayaklanması

Ulusal Birlik Kongresi Şubat 1925’te Brüksel kararalarını görüştüğü esnada, Türkiye’nin doğusunda ciddi bir ayaklanma başladı. Kürtlere ait olan bu bölge Türkiye sınırları içindeydi ve başka devletlerde bunu kabul ediyordu. Ayaklanmayı Palulu Şeyh Sait yürütüyordu. Şeyh Sait bölgede etkin olan Nakşibendi tarikatındandı. Şeyh Sait’in tekkesi inançlı bir çok insanın uğrak yeriydi ve ailesinin dini prestiji etraftaki Kürt ağalarıyla yapılan evliliklerle daha da güçlendirilmişti [1] . Özellikle Fırat’ın yukarı

bölgesindeki [2] Dersim dağlarında yaşayan Zaza aşiretleriyle olan ilişkileri güçlüydü. Ayaklanmanın iki olası nedeni vardı[3] : Birinci nedeni Ankara hükümetinin merkezi Türkleştirme politikasına karşı bir Kürt Ulusal Muhaleftini oluşturarak kürt ulusal çıkarlarını korumaktı. İkinci neden ise, Türk hükümetinin  batılılaşma yaklaşımına karşı duyulan kızgınlık ve bu durum aynı zamanda bölgedeki ağa ve din adamlarının sahip oldukları ayrıcalıklarla birlikte, Türkiyenin doğusunda yaşayan geri kalmış, cahil ve fanatik insanlar, ki bu insanlar bundan dolayı onların peşinden gidiyordu, üzerindeki etkilerini kaybedeceklerinden korkuyorlardı. Bu iki etken isyanın çıkmasında etkili olmuş olabilir. Ama nedenların ne kadar etkili oldukalarını kestirmek oldukça zor. Çünkü ayaklanma öncesi ve ayaklanma esnasında elde edilen bütün bilgiler Türk kaynaklarına dayanıyordu. Türk hükümeti de ayaklanmanın ulusal yanını bir kenara bırakarak, daha çok gerici olanını ön plana çıkarıyordu. [4]

Ayaklanmanın asıl nedeni ise, jandarmaların Şeyhin iki müridini tutuklamak istemesiydi. Şeyh ise buna karşı çıkmıştı. 23 Şubat 1925 tarihinde ayaklanmanın büyümesinden dolayı, Ankara hükümeti Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki 12 il ve Erzurum’un bir kısmında Olağanüstü Hal ilan etti< [5] . Ayaklananlar Harput’un bir kısmını ele geçirirken, Diyarbakır, Ergani ve Malatya da ise başarısız oldular [6] . Ayın sonuna doğru ise ayaklanmanın genişlemesi durduruldu [7] . Ama bu pek de kolay olmadı. Bölgenin dağlık ve bu mevsimde her tarafın karla kaplı olması gerilla savaşına uygundu. Türk askerlerinı taşıyacak tek Tren hattı ise Bağdat hattıydı. Bu hat fransızların yönetiminde olan Suriye sınırları içerisindeki Halep şehrinin içinden geçiyordu. Fransa ve Türkiye arasında 20 Ekim 1921’de yapılan antlaşma uyarınca (10. maddeye göre) fransızlar asker nakliyatına izin verdiler [8] . Şeyh Said bu takviye yardımı gelmeden önce Diyarbakır’a saldırdı. 7 ve 8 Mart 1925’te ki bu saldırının bastırılması ayaklanmanın gidişatını belirledi. [9] Mart’ın son haftasında ise Türkler karşı atağa geçtiler [10] . Genel Kurmay’ın amacı ayaklanmayı çember altına alarak, gerilla mücadelesi için uygun olan bu bölgede böylesi bir savaş tarzının yayılmasını engellemekti [11] . 8 Nisan’da ayaklanma bastırıldı ve Bingöl bölgesindeki kuvvetler dağıtıldı[12] . Genç ise 12 Nisan’da tekrar ele geçirildi. Şehy Sait ve 34 arkadaşı kaçmak isterken yakalandılar. Geri kalanlar ise silahlarını bıraktılar [13] . Askeriye 28 Nisan’da ayaklanmanın bastırıldığını açıkladı [14] . 

Şeyh Sait ve 29 arkadaşının davası 27 Mayıs’ta Diyarbakır’da Doğu İlleri İstiklal (Bağımsız) Mahkemesi’nde başladı [15] . Bu mahkeme Şeyh ve 40 kişiye (9 ayrı Şeyh dahil olmak üzere) [16] idam cezası verdi ve Doğu illerindeki bütün tekkelerin kapatılmasını kararlaştırdı name="_ftnref17" title=""> [17] . Karar hemen yerine getirildi title=""> [18]. Türk hükümeti kürt ayaklanmasını büyük bir enerjı ve kurnaz bir politika ile bastırdı; fakat askeri olarak bu başarı, sivil politikanın prensipleriyle bağdaşmıyordu [19] . Bu kadar çok insanın idam edilmesi kabul edilebilir bir yanı yoktu ve diplomsi çerçevesi içerisinde aynı şey geçerlidir. Ayaklanma hükümetin şimdiye kadar ki politikasında bir takım şeylerin yanlış olduğunun da göstergesiydi. Hükümet otoritesini tekrar sağlamak için ne kadar sertliğe başvurmuş olsada, sonra ki politikası da bir o kadar yapıcı ve barışçıl olmalıydı. Örneğin ingilizler 1920 yılında Irak’ta ki ayaklanmayı bastırdıktan sonra, Arap milliyetçiliğini kabul ederek, burdaki İngiliz hükümetini devre dışı bırakmıştı. Türk hükümeti ise, 1925 Kürt ayaklanmasına neden olan merkeziyetçilik, batılılaşma, laikleşme ve türkleştirme politikasını ayaklanmacılara karşı daha da sertleştirdi. Bitlis, Muş ve Şemdinan bölgelerindeki direnişçiler tamamen ortadan kaldırıldı. Özellikle Dersimli Zazaların sistematik bir şekilde sürgün politikasına maruz kaldıkları görülüyor. Goyan Kürtleri ve Keldanilere karşı alınan bu şiddetli önlemler Bürüksel Hattı’nın yakınlarından geçiyordu ve aynı zamanda Musul sorunundan dolayı tartışan parlamenterler üzerinde önemli bir etki biraktığı gibi, tartışma konusunuda teşkil ederek Türkiye için dezavantaj sağlayan bir siyasi etki bırakmıştı.

Kaynaklar;
[1] The Times, 3 Mart 1925. Istanbul Tanin’den alinti. Süleymaniyeli Seyh Mahmud Berzenci’nin bakis açisinin karsilastirilmasi.

2 Murat ve Karasu

3 bakiniz 9 Mart 1925 tarihli Le Temps.

4 Ismet Pasa 7 Nisan 1925‘te TBMM yaptigi bir konusmada ayaklanmanin gerici, özellikle dini tarafini ön plana çikardi. (Derleme 28 Nisan 1925, The Times); Olagan Üstü Hal Bölge Valisi Hilmi Bey’in, 11 Nisan 1925 tarihli Tanin; Seyh Said’in dava tutanaklarindan,  29 Mayis 1925 tarihli The Times. Türk hükümeti Brüksel Hatti’nin güneyinde kalan Kürtleri egemenligi altina almak için ugrasirken, bu hattin kuzeyinde kalan Kürtler ise bagimsizligini kazanmak için silaha sarildilar. Türk hükümeti ayaklanmaya destek veren Istanbul ve Ankara‘daki

muhalefeti bastirmak için, ayaklanmanin ulusal tarafini bir kenara birakarak daha çok ilericilik ve gericilik arasindaki farkini öne çikariyordu. Ayaklanmanin bastirilmasinda bir çok ünlü Türk aydini baskilara maruz kaldi. Örnegin Tanin’in sahibi Hüseyin Cahid Bey 17 Nisan 1925 tutuklandiktan sonra 7 Mayis 1925;te arak Çorum’a ömür boyu sürgüne gönderildi. (The Times, 20 ve  29 Nisan, 7 ve 9 Mayis 1925).

Fakat 1925‘te istiklal mahkemeleri tarafindan cezalandirilan kati bir batililasma yanlisi olan Hüseyin Cahid  Bey ne de muhalefette bulunanlarin Seyh Sait ya da ayaklanma ile her hangi bir sekilde baglantilari oldugu konusunda yeterli delil yoktu. Fakat dini ve gerici etkenlerin Kürt ayaklanmasinda Kürt miiliyetçiliginden daha güçlü oldugu konusunda bazi deliller mevcut. (The Manchester Guardian, 29 Subat 1925).

Ulusal komite Süleymaniye’nin Kürtlük bilincinin yeri oldugunu belirtiyordu. Kuzeybati’daki Kürtlük bilinci ise giderek zayifliyordu. (bakiniz sayfa 506). Bundan yola çikarak, Kürt ulusal ruhu giderek zayifliyordu ve Dersim Zazalari ise izole edilmisti. Diger taraftari ise bu ayaklanma Türk nüfusunun bulundugu ve Kürtlere nazaran daha gerici ve tutucu olan Erzurum, Trabzon ve Samsun’da yayilmadi. Bundan kisa bir süre sonra (Kasim 1925)  kendi güçleriyle (The Times 26 kasim 1925) Ankara hükümetinin batililasma politikasina karsi ayaklandilar. (bakiniz yukaridaki bölüm 1, Paragraf (ii) (e),). Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olan bir Türk arkadastan alinan bazi bilgilere göre ayaklanmanin gösterildigi gibi gericilik ile ilericilik arasinda degil, Türkler ile Kürtler arasindaki bir çatisma oldugunu  destekleyen belgeler mevcut. Ayaklananlar Harput girdiklerinde, sehirdeki herkes ikinci bir seçimde (Ilericilik Partisi) nden milletvekili aday olan Nuri Efendi’nin önderliginde karsi çiktilar.

Gerçekten de ayaklananlar harput;a girdikten bir gün sonra, iki ayri parti üyesi olan burdaki halk ve hatiri sayilir kisiler tarafindan sehirden sürüldüler. Harput’un Dogu Anadolu’nun en gerici sehirlerinden biri oldugu düsünüldügünde, burdaki halk ayaklanmasinin dini bir yani ve muhalefetin bunlarla bir baglantisinin olmadigini ayaklanmanin ile bir baglantisinin olmadigini ispatlamak için çaba gösterdiler.

5 The Times, 25 Subat 1925.

6 Ibid 28 Subat 1925.

7 Ibid 2 Mart 1925.

8 Le Temps 1 Mart 1925. Fransiz askeri makamlari Türk askerlerine geçis izni verdiklerinde, Musul sinirlarinin kötüye kullanilmamasi için önlem aldilar.

9 The Times 11 Mart 1925.

10 Ibid 28 Mart 1925.

11 The Times 1 Nisan 1925.

12 Türkisch Communique, 9 Nisan 1925. Orient Moderne, V, 5, S. 239-240 ff; The Times ve Le Temps, 13 Nisan.

13 Offizielle türkische Communique von 15. April 1925. In Orient Moderne S. 240; The Times, 16 ve 17 Nisan; Le Temps 17 Nisan 1925. Tutanaklarda Seyh Sait kendisini Mücahit olarak tanimladi. (Inanç koruyucusu olarak)

14 Orient Moderne, S. 239-240. Savas yasasi  1 Mayis’ta kaldirildi. Fakat bu galiba dogru degildi.

15 The Times 29 Mayis 1925. Bakiniz The Manchester Guardian, 21 Mayis

16 Bunlardan biri eski osmanli senatörü Hakkari’ye bagli Semdinan‘da bulunan Nehrili Seyh Ubeydulla’in oglu Seyit Abdulkadir di. (Orient Moderne, V, 5, S. 242, 6, S. 281) ve Irak’a hakim olan Ingilizlerin 1923 Revanduz Kaymakam yapilan kuzeni Sait Taha. 

17 The Times, 30 Haziran 1925.

18 Ibid, 1 Temmuz 1925.

19 Idamlar Musul’da ki Kürtler üzerinde, Türkiye için hiçte avantaj saglamayan baski yarattigi bildirildi. (The Times 17 Agutos 1925). Iraka hakim olan Ingilizler Türk hükümetine ragmen Kürt agalarina Irak’ta iltica etmelerine izin verdi. Bakiniz 1925 tarihli Irak raporu  S. 22.



[1] The Times, 3 Mart 1925. Istanbul Tanin’den alinti. Süleymaniyeli Seyh Mahmud Berzenci’nin bakis açisinin karsilastirilmasi.

 

  Dengê Kurdistan © 2004