PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Pirs û Bersîv
Soru / Cevap
Webmaster
1
 
 
 

Azınlıklar tartışması üzerine*

Bayram BOZYEL

Avrupa Birliği Komisyonu'nun, 6 Ekim tarihli İlerleme Raporu ile birlikte Türkiye'de azınlıklar adı altında bir tartışma başladı. Bu tartışmanın nedeni, AB Komisyonu'nun Türkiye'de yaşayan Kürtleri ve Alevileri azınlık olarak tanımlama eğiliminden kaynaklanıyor.

Böyle bir tartışmanın, yıllar yılı devletin geliştirdiği ve aynı zamanda toplumun bütün kesimlerine empoze ettiği tekçi ve giderek ırkçı ulus devlet anlayışını tartışılır hale getirmesinden dolayı, olumlu olduğuna şüphe yok. Azınlıklar tartışması, resmi yaklaşımı ve onun ürünü olan Anayasanın vatandaşlık tanımını, bir yerde de mevcut sistemin kurucu sözleşmesi olan Lozan Antlaşması'nın ilgili mantığını masaya yatırmaktadır.

Bu bağlamda altı çizilmesi gereken iki noktanın olduğunu düşünüyorum.

Bunlardan ilki, AB normları bakımından azınlık kavramından ne anlaşıldığı sorunudur.

İkincisi ise Kürtlerin bu tartışmalara nasıl yaklaşması gerektiği konusudur.

Görüldüğü kadarıyla, AB normlarına göre bir ülkede başat yada hakim olmayan bütün toplumsal kesimler azınlık kategorisi içinde değerlendirilmektedir. Bunun içinde ulusal ve dinsel topluluklar olduğu gibi, değişik cins grupları, göçmenler gibi kesimler de yer almaktadır. Böyle bir değerlendirme bakımından söz konusu farklı toplulukların sayısal azlığı ya da çokluğu fazla önem taşımamaktadır.

Bu açıdan bakıldığında AB organlarının, Kürtleri azınlık kategorisi içinde değerlendirmesinde şaşılacak bir durum görünmüyor.

Bu yaklaşımın net olmayan ve giderek sorun teşkil eden şöyle bir yanı var. Örneğin AB normlarına göre ulusal-etnik azınlıkların self determinasyon hakkı var mı dır, yok mu dur? Bu net değil. Ancak ağırlıklı eğilim bu hakkın azınlıklar için geçerli olmadığı yönündedir.

Gerçi bu konuda iç self determinasyon ile dış self determinasyon diye ayırım yapan yorumcular da var. Bu yaklaşıma göre ulusal azınlıklar kendi dil, kültür ve kimliklerini serbestçe yaşamak ve ifade etmek hakkına sahip olmakla iç self determinasyon hakkına sahipler. Ancak gerçek anlamda kendi kaderlerini tayin etmek-ki bu hak ayrılarak bağımsız bir devlet kurmayı da içerir- bakımından geçerli değildir. Bunun anlamı şudur, azınlıklar kendi dil ve kültürel haklarını kullanma bazında self determinasyon hakkına sahipler. Ancak; ayrılmak, kendi devletlerini kurmak bakımından -ki buna dış self determinasyon denilmektedir- sahip değiller.

Özetle böyle ifade edilebilecek AB'nin azınlıklar tartışması konusunda birkaç noktaya değinmekte yarar var.

Türkiye'dekilerle kıyaslandığında, AB normlarının her yönüyle ileride olduğu tartışma götürmemektedir. Ancak bu tespit AB normlarının her yönüyle mükemmel, doğru ve kabul edilebilir olduğu anlamına gelmiyor. Zaten bu bilinçledir ki AB'nin kendisi her gün kendisini yenileyerek yeni koşullara uygun olarak yeni formüller üretiyor.

Unutmamalı ki AB'yi oluşturan devletlerin de kendilerine göre çıkarları ve sorunları var. Düne kadar bir çok AB üyesi devlet ulusal-etnik sorunlarla uğraşmaktaydı. Hala bu konuda bütün sorunlar giderilmiş değil. Böyle olunca bu devletlerin, örneğin azınlıklar ile ilgili bir konuda kendi çıkarlarına uygun bir biçimde çarpık ve objektif kriterlere dayanmayan kavramlar geliştirmelerinde yadırganacak bir yön bulunmamaktadır.

Özetle AB'nin ulusal sorunlara ilişkin olarak geliştirdiği azınlık yaklaşımı, Kürt sorununu tam olarak ifade etmekten uzaktır, bu nedenle de bu yaklaşımın bizler açısından kabul edilmesi mümkün değil.

Bu konuda izlenecek şöyle bir yol olabilir.

Birincisi, Türkiye'de, başta belirtilen nedenlerle, azınlıklar ile ilgili tartışmayı geliştirmekte ve bu tartışmalara katkıda bulunmakta yarar var. Bu çerçevede hükümet(ler)in atacakları adımlara karşı durulmamalı, duruma göre geliştirmek üzere destek verilmelidir.

İkincisi ve en önemlisi, Kürtlerin Ortadoğu'nun en büyük ve en eski halklarından biri olduğu, bu tespitin Türkiye için de geçerliliği konusundaki yaklaşım; tarihi, sosyal ve siyasal gerçeklere denk düşmektedir bu nedenle de bu tutumu sürdürmek gerekir.

Kürtlerin, yaşadıkları bütün ülkelerde yan yana yaşadığı halklarla birlikte eşitlik temelinde yaşama hakkı var. Ancak Türkiye koşullarında, Kürtler için en gerçekçi çözüm her alanda tam eşitliğe dayanan federal bir ortak yaşam biçimidir.

Azınlıklar Üzerine (2)

Geçen yazımda azınlık kavramı ile ilgili olarak uluslararası belgelerde ve özel olarak da AB normlarında belirgin, net bir tanımlamanın olmadığını, mevcut tanımlamaların ise geçmişte ve hala bu sorundan muzdarip olan güçlü devletlerin çıkar ve kaygılarını yansıttığını belirtmiştim. Bu nedenle objektif kriterlerden yoksun ve çerçevesi net çizilmemiş bir azınlık kavramının Kürtleri bağlamayacağını, başka bir ifade ile Kürtlerin kendilerini sözkonusu azınlık kavramı içinde görmek zorunda olmadıklarını vurgulamıştım.

Bu kısa yazıda ise daha çok Türkiye'de bu kavrama ilişkin bazı yanlış anlayışların altını çizmek istiyorum.

Bilindiği gibi Türkiye'deki resmi devlet anlayışı Kürtleri azınlık olarak görmüyor. Tabi devletin bundan yola çıkarak ulaştığı nokta Kürt diye bir gerçeğin olmadığıdır. Burada belirtmek istenen şudur; Kürtler azınlık olabilecek bir varlık bile değil, onlar Türktür ve Türklükleriyle birinci sınıf vatandaştır. Bu yaklaşımın inkarcı ve bu anlamda şöven ve çağdışı olduğuna şüphe yok.

Kürtlere gelince, onlar da kendilerini azınlık olarak tanımlamıyorlar. Ancak Kürtlerin bu tespitten yola çıkarak ulaştıkları nokta devletinkiyle yüzde yüz ters bir noktadadır. Devlet, Kürtler azınlık değil, böyle bir şey yoktur derken, Kürtler ise kendilerini azınlık değil, ülkelerinde çoğunluk oluşturan bir ulus-halk olduklarını söylüyorlar.

Türkiye'de buradan yola çıkarak -iyi ya da kötü niyetle- kimileri ise Kürtler ile devletin aynı noktada birleştiklerini belirterek Kürtlerin yaklaşımını gölgelemek istiyorlar. Azınlık tartışmalarında Kürtlerinki ile devletin yaklaşımının örtüştüğünü söylemek oldukça kaba ve zorlamaya dayalı bir değerlendirmedir.

Azınlık tartışması çerçevesinde gündeme gelen diğer bir yanlış ise Kürt sorununu başka şeylere endeksleyerek değerlendirme sorunudur. Bu anlayışa sahip Ahmet İnsel gibi aydın tutarlılığından şüphe duyulmayan kimi akademisyenler de var. Bu aydınlar Türkiye'de yaşayan ve geçmişte Kürtler gibi oldukça acı çekmiş Ermeni, Rum ve diğer sayıca az olan kesimlerle karşılaştırarak Kürt sorununu değerlendirme yoluna gidiyorlar. Söyledikleri özetle şu; ‘Kürtler kendilerini bu coğrafyanın asli, temel, ana unsuru görüyorlarsa diğerleri ne olacak? Kürtler asli ise diğerleri tali mi olur.'

Böyle bir yaklaşımdan yola çıkarak sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağı açıktır. Oysa yapılacak şey her sorunu kendi özgül koşulları içinde değerlendirmektir. Bu Kürt sorunu için de geçerli, Ermeni ve diğer sorunlar için de. Kürtlerin kendilerini bu coğrafyada temel bir olgu olarak görmeleri, başkalarını dıştalamak istedikleri anlamına gelmiyor. Kürtlerin söz konusu duruşu, Türkiye'de egemen tekçi Türk söylemine karşı geliştirilmiş var olma mücadelesinin bir parçası olan eşitlikçi, özgürlükçü ve pozitif bir yaklaşımdır. Yoksa Ermenileri, Rumları, Lazları dıştalayan bir yaklaşım değil. Bu alanda yapılacak şey Kürtlerin eşitlik taleplerine diğer toplum ya da toplulukları çıkarmak değil, varsa onların taleplerini de ortaya koymaktır. Türkiye koşullarında Kürtlerin özgürlük ve eşitlik talepleri diğerleri için olumsuz değil olumlu bir anlam taşır. Unutmamalı ki Kürtleri de Ermenileri de ezen ve inkar eden anlayış aynıdır. Bu anlayışa karşı çıkmak bu coğrafyada yaşayan herkesin görevidir. Bunun yerine Kürtlere karşı bir şekilde Rum ya da Lazı çıkarmak inkarcı anlayışa hizmet eder. Geçmişte işçi sınıfının haklı taleplerine karşı ‘memur da ister, başkaları da' deyip onu bloke etme anlayışının bu kez de Kürt sorunu ile ilgili olarak gündeme gelmesi ya da getirilmesi üzücüdür. Türkiye'deki inkarcı anlayış nereden ve hangi cepheden aşındırılırsa aşınsın iyidir.

Öte yandan bir ülkede değişik etkinlik ve ağırlıkta olan bir çok toplum yaşayabilir. Bu nedenle de azınlık, çoğunluk, ulus, ulusal azınlık gibi kavramlar tümden yabana atılacak şeyler değil. Örneğin son dönemde hazırlanan Irak Geçici anayasasında, Irak'ın esas olarak Kürtlerden ve Araplardan oluştuğu, Türkmenler, Suryaniler ve diğerlerinin ise kültürel haklara sahip olduğu belirtiliyor.Geçmişte Sovyetler Birliği'nde 18 dolayında cumhuriyet, onlarca özerk bölge vardı ve her yönetsel birim farklı ağırlıktaki etnik toplumların varlığına göre şekillendirilmişti.

Tekrar Türkiye'ye dönersek, örneğin Ermenilerin ve Lazların kendilerini azınlık olarak görmeleri kendi hakları, ama Kürtlerin de kendilerini azınlık olarak değil de çoğunluk olarak görmeleri kendi haklarıdır. Hatta bazıları azınlık talebinden bile vazgeçebilir. Bundan yola çıkılarak Kürtlerin eşitlikçi hak taleplerine karşı çıkılamaz, çıkılmamalı.

Yukarıda Ahmet İnsel ile somutlaştırdığım aydınlar Kürtlerin varlığının ve temel haklarının anayasal güvenceye bağlanması talebine de karşı çıkıyor, oluşacak yeni anayasa ve toplum modelinin etnik tanımlamaları çağrışım yapmaktan çok herkesi eşit sayan bir tarzda olmasını istiyorlar.

Böyle bir yaklaşım hem Türkiye'nin hem de dünyanın gerçeklerine uymuyor. Ne yazık ki ulusal ve dinsel varlıklar dünyamızın bir gerçeği ve bunu atlayarak daha ileri toplum modelleri kurmak mümkün değil. Önce mevcut çarpık, adaletsiz, baskı ve inkara dayalı denklemi eşitlik temelinde yeniden kurmak gerekir. Sonra sıra daha eşitlikçi adımlara da gelecek.

 * Bu yazı Dema Nû'dan alınmıştır

 

  Dengê Kurdistan © 2004