psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 

ŞIVAN PERWER-ARINÇ GÖRÜŞMESİ, TRT-6 VE BİR „ELEŞTİRİ“ YÖNETEMİNE DAİR

D. Mîrza

Kısa  bir süe önce, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile yaptığı görüşme ve bununla bağlantılı olarak basına yansıyan kimi haberler yüzünden Şıvan Perwer yoğun „eleştiri“lere hedef oldu. Burada „eleştiri“ sözcüğünü tırnak içerisinde veriyorum çünkü bu konuda yazılanlar, gerçekten de eleştiri boyutunu aşan bir yıpratma ve mahkum etme kampanyası şeklindeydi.

Bu konuya değinirken, öncelikle şu noktanın altını çizmek isterim: Ben şahsen Şıvan`ın Türk politikacıları ile bu tür medyatik görüşmeler yapmasını doğru bulanlardan değilim, hatta onu bazı yönlerden sakıncalı kabul ediyorum. Çünkü Şıvan, halkımızın çok sevdiği, çok değer verdiği büyük bir sanatçıdır. O, bir bakıma, ülkesi parçalanmış, kölelikten daha geri koşullarda yaşamaya mecbur edilmiş bir halkın direniş çığlığıdır. Bir semboldür o. Bu yüzden de, attığı her adımda bu gerçeği gözden uzak tutmamak ve çok dikkatli davranmak her kesten önce de Sıvan`ın kendisine düşer.

Kaldı ki Şıvan`la yapılan bu tür görüşmelerin arkasında kimi politik hesaplar bulunduğu bir sır da değil. Kürt dili ile eğitim gibi temel bir hak söz konusu olduğunda bile en katı kemalistlerden farksız bir tutumla, ırkçı „tek dil, tek bayrak, tek millet“ sloganını haykıranlara bu yönden güven duymak için fazla bir neden olmasa gerek.

Beri taraftan, sırf bir görüşmede bulundu ya da her hangi bir konuda, hoşa gitmeyen sözler söyledi diye Şıvan`ı ya da başkasını suçlu sandalyesine oturtmaya çalışmak, onun ilgili cadı kazanları kaynatmak ise sadece yanlış değil, demokratlıkla ilgisi olmayan çok tehlikeli bir yaklaşımın ifadesidir. Unutmayalım ki tekçi ve totaliter bir rejime giden yolun parke taşlarının döşenmesine, en başta kendi gibi düşünüp davranmayanı, paranoyak bir yaklaşımla tehlikeli ve düşman olarak görme eğilimi ile başlar. Kafalarda tartışılamaz doğrular bir kez yaratıldı mı, onları sahiplenme ve koruma uğruna meşru kabul edilmeyecek kötülük kalmaz. Bu eğilim giderek her türlü hoşgörüyü ortadan kaldırmaya ve yerini düşmanca bir yok etme duygusuna terk etmeye kadar varabilir.

Devlet sahibi olmayı bir yana bırakalım, henüz asgari ölçüde kendi kendini yönetme hakkına dahi kavuşamamış Kürtlerin, bu konuda dünden bu güne yaşadıkları sorunlar, çektikleri acılar bilinmeyen şeyler değil. Küt politikasındaki kimi eğilimlere baktığımızda, bu yönden ciddi endişelere kapılmak için de yeterli nedenler mevcuttur sanıyorum.

Şıvan`a yönelik politik linç kampanyasın sırasında, Başbakan Yardımcısı ile yaptığı görüşmenin yanısıra, TRT-6 ve Şıvan`ın bu kanalın programlarına katılması da gündemde sıkça yer aldı.

Özgür Politika gazetesinin kimi köşe yazıları bu vesile ile TRT-6`i bilinen sert ve redçi tutumları ile eleştirilerken, onu programlarına katılmayı da adeta bağışlanamaz bir günah şeklinde lanse etmeye kalkıştılar. Bu yazarların dolaylı ve dolaysız mesajlarına bakarsanız, TRT-6`te program yapmak adeta Kürt halkına ihanet etmek ile eşdeğerdedir.

Benim bu konuda da görüşüm söz konusu arkadaşlarınkinden farklıdır. Bir kere TRT-6`in varlığına karşı çıkma anlayışı bana yanlış geliyor. Örneğin konuya ilişkin olarak ileri sürülen gerekçelerden biri, Devletin bu televizyon kanalını faaliyete geçirmesinin arkasında politik hesaplar olduğudur ki ben de buna aynen katılıyorum. Devlet elbette bir takım hesaplar yaparak böyle bir adımı attı.

Ama yine de devletin hesaplarını, demokratiklik ölçütünü ve yayın kalitesi gibi etkenleri öne sürerek Kürt dili ile 24 saat yayın yapan bir TV kanalına karşı çıkmak doğru bir tutum değil diye düşünüyorum. Neden?

1)      TRT-6, devletin kendiliğinden, kendi Kürt politikasını gözden geçirme sonucu atılmış bir adımın ürünü değil. Bu, Kürt halkının önüne geçilemez özgürleşme mücadelesinin devleti mecbur bırakması sonucu atılmış bir adımdır. Yani bağışlanan değil, direnilerek kazanılan bir haktır.

2)      TRT-6`in yayına başlaması, kemalizm bakımından tam bir geri adım, bir yenilgidir. Bir, 1923`lerden yani kurulduğundan bu güne kadar devletin Kürt dili, kimliği ve kültürü ile ilgili olarak söylediklerini ve yaptıklarını göz önüne getirin, bir de TRT-6`in yayına başlamasını. Bu, Türk sömürgeci sistemi için tam bir ideolojik yenilgi, zırhtan örülmüş sisteme ait duvarlarda koca bir gedik açılması olayı değil mi?

3)      Nitelik açısından yöneltilebilecek eleştirilerin haklılık derecesi ne olursa olsun, 24 saatlik Kürtçe yayının, Kürt dilinin gelişmesine katkı sağlayacağı da bir başka gerçektir.

4)      TRT-6`in, Kürt televizyonlarını, özellikle de Roj TV`yi kendi yayın kalitesini gözden geçirmeye ve geliştirmeye zorlayan rekabetçi bir yanı da var ki bunun yararını da gözden uzak tutmamak gerekir. Tabi Roj TV de TRT-6 bakımından böyle bir özelliğe sahiptir.

Sonuç olarak TRT-6`e çıkmak, onun programlarında yer almak bir başına bir suç teşkil etmez. Bunu yaptı diye Özgür Politika yazarlarının öteden beri yaptıkları gibi insanları adeta hain ilan etmek haksız ve yanlış bir tutumdur. Burada önemli olan, bu programlara katılan kişinin söyledikleri, verdikleri mesajlardır. Türk basınında, demokrat ve halkımıza dost olan kesimlerin varlığı ve bunların sorunun çözümüne katkı sunmaya yönelik samimi çabaları tartışma götürmez. Ama bu basında, her fırsattan yararlanarak halkımızın haklı davasını haksız göstermeye, sahte kurtuluş reçeteleri ile onu sistemin sınırları içerisine çekmeye hatta kışkırtıcılık yaparak Kürtleri birbirine düşürmeye yönelik çabaların varlığı da görmezlikten gelinecek gibi değil. Kanımca basınla ilişkilerde asıl göz önünde tutulması gereken noktalar bunlar olmalıdır.

Tersini yaparsak, yani eğer sırf “politik hesaplar var” ya da „Türk sömürgecilerine aittir“ diyerek Türk basını ile ilişkiye karşı çıkacaksak, o zaman bunu her kesime uygulamamız gerekir. Örneğin, Özgür Politika yazarlarının savundukları politik çevre, Kütler içerisinde Türk basınında en fazla yer alan çevredir. Söz konusu yazar arkadaşların, TRT`6 programlarına katılma konusunda Şıvan Perwer veya başkalarına uygulamaya kalkıştıkları ölçüler kendilerine yakın çevreye uygulansa sonuç nereye varır, bir düşünün! TRT-6 “tu kaka” da Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi yazılı basın organları ile düzinelerle Türk televizyonu çok mu iyi ya da farklılar? Bu basın, zaman zaman PKK yöneticileri ile yaptığı röportajları yayınlamıyor mu? DBP yöneticileri Türk basınında az mı boy gösteriyorlar? Peki onların kullandıkları bu hak, başkaları için neden günah oluyor?

Kaldı ki TRT-6`e esastan karşı çıkmak, bir başka yönden de ciddi bir tutarsızlık örneğidir. Kürtler olarak bizler, öteden beri devletin Kürt dili üzerindeki baskılarından yakınıyor ve bu haksız durumun sona erdirilmesini istiyoruz. Kendi dilimizle yayın yapan radyo ve televizyonlara kavuşmak, sürekli vurgu yaptığımız haklar arasındadır. Şimdi tüm eleştiri götürecek yanlarına rağmen, bu doğrultuda atılmış bir adım var ve içimizden bazıları ona ateş püskürtüyorlar; bu ne perhiz ne lahana turşusu!

Yine örneğin, Kürtler şu sıralarda dil hakları ile ilgili önemli taleplerde bulunuyorlar. Diyelim ki gün geldi, devlet Kürtçenin eğitim dili ya da ders olarak okullara girmesini kabul etti. Peki ne diyeceğiz o bunu yaptığı zaman? Devletin hesapları var ya da eğitim demokratik değil diye öğretmenlere derslere girmeme, anne ve babalara ise çocuklarını okula göndermeme çağrısı mı yapacağız? Kürtçe bilen Kürt öğretmenler bu işi yapmazlarsa, kim yapacak? Uzaydan birilerini mi düşünüyoruz yoksa?

Üzerinde durduğumuz konu ile bağlantılı olarak düşünüldüğünde, Kürt hareketinin en kitlesel ve politik olarak ta en etkin durumda olan kesiminin iki temel noktada zorlandığını görmek güç değil.

Birincisi, bu hareket, öteden beri sürdürdüğü tekçi anlayıştan henüz kurtulabilmiş değil. Son yıllarda, bu yönde kimi olumlu emareler ortaya çıkmış olsa da, temel bir değişimin gerçekleştiğini söylemek için zaman henüz hayli erken.

İkincisi, bu hareket, devletin Kürt politikasındaki kimi değişikliklere uygun yeni politik projeler üretmekte zorlanıyor. Kuşkusuz, Türk devleti, 1923`lerden beri sahip olduğu Kürt politikasında henüz stratejik anlamda bir değişiklik yapmış değil. TRT-6`in yayına başlaması türünden şeyler, taktiksel düzeyde atılan adımlardır. Ancak böyle bile olsa, bunları abartarak zamansız hayallere kapılmak ne kadar yanlışsa, onları küçümsemek ya da hepten görmezlikten gelmek de o derece yanlıştır.

Konuyu, eleştiri anlayışına ilişkin bir değerlendirme ve öneri ile kapatayım:

Kürt politik yaşamında farklılıkların değerlendirilmesi ve tartışma, maalesef bu güne kadar sağlıklı bir çizgi üzerinde yürümedi. Siyah-beyaz anlayışı, diğer bir deyişle “Benden ya da bana ait olan iyi, olmayan ise kötüdür” anlayışı yıllarca tartışmalarımıza damgasını vurdu. Ne var ki Kürtlerin bu gün artık bu kısır döngüyü aşacak olgunluk düzeyine eriştikleri de bir gerçektir ki bu çok sevindirici, umut verici bir durumdur.

Dünyaya ayak uyduran, gerçekten özgür bir toplum olarak yaşamak istiyorsak, sadece sömürgeci boyunduruğun kırılması için değil, kendi içimizdeki anti-demokratik eğilimlere ve tabulara karşı da çok açık şekilde tavır almamız gerekir. Bütün toplumlar gibi bizi de ileriye götürecek en önemli etken açıklık, sorunlarımızı özgürce tartışma, farklılıklarımızı uygarca ölçüler içerisinde ortaya koyma ve kabullenme alışkanlığıdır. Dile getirdiğimiz görüş ne kadar haklı olursa olsun, onu başkalarına hakaret edecek ya da çamur atacak tarzda ifade etme hakkına sahip olmadığımızı bilmek zorundayız. Karşılıklı saygı ve değerlendirmelerde objektiflik, eleştirinin vazgeçilemez iki temel kuralını oluşturmaktalar. Bunların göz ardı edildiği noktada, tren raydan çıkmış demektir.

 
   
Dengê Kurdistan © 2011