PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Pirs û Bersîv
Soru / Cevap
Webmaster
1
 
 
 

HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ
SEÇİM BİLDİRGESİ

Türkiye bir kez daha zamanından önce bir erken seçim ile karşı karşıyadır. Son yılarda hemen hemen her seçimin zamanından önce yapılması nedensiz değil. Bunun temel nedeni artık süreklilik kazanan siyasal istikrarsızlık, bu alanda yaşanan kirlilik ve yozlaşma ile soygun ve talan mekanizmalarının yol açtığı ekonomik krizlerdir. Bunlardan da önemlisi Türkiye’de yıllardır çözümsüz bırakılan Kürt  sorunu ve gerçek anlamda bir demokrasinin yokluğudur.

Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar, izlenen yanlış politikalardan dolayı gün geçtikçe daha da ağırlaşmakta, ülkenin zaman ve enerji kaybına yol açarak onun geleceğini karartmaktadır. Söz konusu sorunlar toplumu bunaltmakta Türkiye’nin giderek dünyada itibar kaybına yol açmaktadır.

Sorunların kaynağı otoriter ve inkarcı sistemdir;

Yüzyılın başında cumhuriyeti kuranlar bu toprakların çok dilli, çok kültürlü çoğulcu yapısını bir yana iterek cumhuriyeti tekçi, otoriter, baskıcı ve inkara dayalı bir temelde kurdular. Yüzyıllardır bu coğrafyanın bir gerçeği olan Kürtler başta olmak üzere diğer etnik ve dini renkler yok sayılarak eritilmeye, ortadan kaldırılmaya çalışıldı. İnkarcı ve tekçi politikalar kendisiyle birlikte otoriterizmin kurumlaşmasına, baskı ve şiddetin bir yönetim  mekanizması şeklini almasına yol açtı. Kürt sorununda izlenen baskı ve şiddete dayalı politikalar bir yanda militarizmi güçlendirdi, öte yandan toplumda şovenizmi besledi. Bu çağdışı tutum Türkiye’ye on binlerce cana, yüz milyarlarca maddi kayba, binlerce yerleşim merkezinin yakılıp yıkılmasına yol açtı. Milyonlarca  Kürt insanı yerinden yurdundan zorla göç eritilerek insanlık dışı koşullara itildi. Bu zora dayalı göçten dolayı büyük şehirlerin sosyal ve mimari dokusu bozuldu, toplumsal  ve ahlaki sorunlar arttı. Şiddetin başlıca yönetim aygıtına dönüştüğü böyle bir toplumda hukuk dışılığın egemen hale gelmesi, demokratik toplumsal denetim mekanizmalarından yoksun kalan sistemin çeteleşmesi kaçınılmaz oldu.

Bütün bu gelişmeler sonunda devlet ve mafya iç içe geçmiş, ülkenin kilit noktalarını çeteler ele geçirmiş, karanlık güçler devletin olanaklarıyla infazlar gerçekleştirmiş, siyaset kirlenerek büyük bir güven erozyonuna uğramıştır. Son yıllarda iyice açığa çıkan ekonomik krizlerin başlıca nedenlerinden birisi de ekonomiye çöreklenen, bankaları hortumlayan devletle iç içe geçmiş bu çetelerdir. Üretimden çok soygun ve rantiyeciliğin hakim olduğu ekonomik politikaların faturaları geniş halk yığınlarına yoksulluk ve pahalılık olarak yansımaktadır.

Öte yandan asıl yönetim aygıtı olan parlamento ve hükümetler, küçük bir sınıfsal-bürokratik elitin, tek etnik/ulusal çıkarlarına bile hizmet edemez duruma gelmiş, bu kurumlar etkinliklerini kaybederek bir avuç azınlığa hizmet aygıtına dönüşmüştür. Yargı mekanizması adalet dağıtma işlevini yitirmiş durumda. Eğitim ve sağlık sistemleri ise herkesin yeterince faydalandığı kamu hizmetleri olmaktan çıkmış, sosyal güvenlik kurumları asıl işlevlerini yitirerek devletin açıklarını kapatan kaynaklara dönüştürülmüştür. Bugün Türkiye de saygın bir siyaset kurumundan, adil bir yargı mekanizmasından, geniş toplumsal kesimlerin yararlandığı bir sosyal adaletten, işleyen ve üreten bir ekonomiden söz etmek mümkün değil.

19 şubat krizi bir sonuçtur

Kasım 2000 ve 19 Şubat 2001 krizleri sadece dönemsel olmaktan çok yapısal-sistemsel niteliktedir ve yıllardır ekonomik ve siyasal alanda izlenen yanlış politikaların sonuçlarıdır. Özellikle 19 Şubat kriziyle ortaya çıkan tablo, bugüne dek süregelen yönetim anlayışı bakımından denizin tükenmiş olduğunun bir işaretidir. Faiz ve borç döngüsüyle çevrilmeye çalışılan ekonomi bir anda tıkanarak rekor düzeyde  küçüldü. Kişi başına düşen milli gelir 1/3 oranında geriledi. Sadece son bir yılda yaşanan ekonomik kriz sonucundan yüz binlerce işyeri kapandı. İki milyondan fazla insan işinden oldu. Toplumun geniş kesimleri daha da yoksullaştı. Bölgeler arasındaki dengesizlik ve uçurum daha da derinleşti. Türkiye giderek artan iç ve dış borçlarını  yine yeni borçlarla çevirmeye çalışmakta, toplanan vergilerle ancak borçların  faizleri karşılanmaktadır.

İnsan Hakları ve Demokrasi

Türkiye insan hakları ve demokrasi alanında da son derece kötü bir sicile sahiptir. Belirli oranda bir azalışa rağmen, insan hakları ihlalleri, gözaltında işkence, kötü muamele ve kayıplar, Türkiye’de devam ediyor. Cezaevlerinde izlenen yanlış politikalardan dolayı yüzlerce insan yaşamını yitirdi yada sakat kaldı ve bu olumsuz durum hala sürüyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü bir çok yasal ve fiili engel ile karşı kaşıya. Düşüncelerinden dolayı yargılamalar ve cezalandırmalar devam ediyor.

Kürt sorununda izlenen politikalarda da durum farklı değil. Sözde kimi iyileştirmelere karşın, Kürtçe isimler yasaklanmakta, Kürtçe kasetler toplanmakta, Kürtçe yayın yapan radyo ve TV  kapatılmaktadır. Kürtçe yayınlanan yada Kürt sorununu konu edinen yayınların toplatılması, yasaklanması ve yargılanması gibi uygulamalar devam etmektedir.

Örgütlenme alanında da yasakçı ve baskıcı uygulamalar sürmektedir. Kamu çalışanları hala grevli toplusözleşme hakkından yoksundur.

İçinde partimizin de bulunduğu bir çok parti hakkında, programlarındaki Kürt sorunuyla ilgili belirlemelerden dolayı kapatma davası açıldı, birçoğu kapatıldı. MGK, ülke yönetimindeki ağırlığını korumakta. Son olarak resmen iki ilde kalmasına rağmen, gerçekte OHAL uygulamaları bir çok Kürt ilinde devam etmektedir. Bir toplumsal yara olan Köy koruculuğu sistemi varlığını korumaktadır.

Bu olumsuz tablo Türkiye’nin dışarıdaki imajını büyük ölçüde zedeliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde aleyhine açılan davalar bakımından Türkiye’nin ilk sırada olduğu biliniyor. İnsani kalkınmışlık standartları bakımından dünyada 85. sırada yer alan Türkiye’nin, askeri harcamalar bakımından ise ilk beş sırada bulunması çarpıcı değil mi? Bugüne dek  ülkeyi yönetenlerin Türkiye’ye ve topluma reva gördüğü tablo budur. Bu ise insanlarımızın yüzünü içerde ve dışarıda ağartan değil utandıran bir tablodur.

AB Türkiye için bir fırsat;

1999 yılında Helsinki’de Avrupa Birliğine aday üye olarak kabul edilmesi Türkiye için önemli bir fırsat yarattı. Ne var ki aradan yaklaşık üç yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin bu fırsatı yeterince değerlendirdiği söylenemez. Tam üyelik gerektirdiği müzakerelerin başlaması için hükümet ve parlamento, Kopenhag kriterlerini yerine getirmekten ısrarla kaçındı, demokratikleşme ve Kürt sorununu çözme yolunda ayak diretti. Antidemokratik sisteme ve soygun düzenine borçlu olan şoven kesimler bu alanda adım atılmaması için büyük direnç gösteriyor.

2 ağustos 2002 tarihinde Avrupa Birliği uyum yasaları adı altında gerçekleştirilen yasal değişiklikler ise toplumun beklentilerini ve Kopenhag kriterlerini yerine getirmekten oldukça uzaktır. Özellikle Kürtçe yayın ve eğitim konusunda yapılan düzenlemeler bütünüyle iç ve dış kamuoyunun gözünü boyamaya yönelik bir düzmecedir.

Toplumun, özel olarak da Kürtlerin AB sürecine katılımcı kılınmaması apaçık ortada. Gerçekleştirilen yasal düzenlemeler Kürtçe eğitimi salt bazı özel kurslarla, Kürtçe yayını ise kısa sürelerle sınırlı tutulmayı öngörmektedir. Bu ise toplumla alay etmekten başka bir şey değildir. Bu ülkenin eşit ve birinci sınıf vatandaşı olduğu iddia edilen, vergi vermede ülkeyi savunmada eşit vatandaş olarak kabul edilen Kürt insanının kendi diliyle eğitim ve yayın konusunda böylesine antidemokratik ve eşitliğe aykırı davranılmasını anlamak mümkün değil. Bu yaklaşım ne Kürt sorunun çözülmesine katkıda bulunur ne de Kopenhag Kriterlerinin gereklerine uygun düşer. Oysa bunun için, hem eksiksiz bir demokrasi yönünde düzenlemelerin yapılması, hem de Kürtçe yayın ve eğitim konusunda hukukun evrensel ve genelliğine uygun eşitlikçi adımların atılması, Kürtçe yayın ve eğitim konusunda sınırlayıcı tavırlardan kaçınılması gerekir.

Bölgede İzlenen Yanlış politika

Türkiye’de, ABD’nin Irak’a müdahalesinin gündeme geldiği günlerden sonra  Irak’taki Kürtlere ve Kürt bölgesine karşı bir savaş atmosferi estirilmeye başlandı ve maceracı eğilimler  dışa vuruldu: Bu aşamada da aynı tutumda ısrar edilmektedir..

Partimiz, bu tutum ve davranışın, Türkiye’de, bölgede ve Irak’ta sorunların çözümüne hizmet etmeyeceğini, sorunları artıracağını, toplumsal barışı daha da yaralayacağını saptamaktadır. Bu nedenle, Türkiye resmi yetkililerinin ve temsili kurumlarının bu tutum ve davranışlardan vazgeçmesi, sorumlu ve basiretli davranmaları hem Türkiye’nin lehinedir, hem de uluslar arası sözleşmelerin bir gereğidir.

Siyasi Katılım ve Kürtler

 Kürtlerin varlığını ve temsilini red eden, Türkiye’nin etnik/ulusal, sınıfsal çoğulculuğunu dışlayan 12 Eylül Anayasası, Siyasal Partiler, Seçim ve ilgili diğer yasalar; siyaset platformunu alabildiğine daraltmış, devletçi kesimler dışındakileri siyaset ve temsil alanının dışına itmiştir. Zaten varolmayan çoğulcu temsilin evrimleşmesinin önü de tümden kapatılmıştır. Ayrıca, tekçi/otoriter temsilin korunması için, değişik toplumsal, etnik, dini kesimleri temsil eden siyasi partiler ya kapatılmış ya da önüne büyük engeller çıkarılmıştır. Partimiz hakkında kapatılma davasının Anayasa Mahkemesinde devam etmesi bunun göstergelerinden biridir.

Bilindiği gibi Partimiz yeni kurudu.  Kuruluşundan üç hafta sonra hakkında dava açıldı. Bu arada erken seçim kararı baskın bir şekilde alındı. Ülkemizde 20 yıla yakın silahlı çatışma döneminde halkımız üzerindeki çok yönlü ve çok  taraflı baskılar; örgütlenme, düşünce/ifade özgürlüğünün demokratik ölçülerde kullanılmasını engelledi. Demokratik örgütlenme refleksi kayboldu. Bu gibi hayati nedenlerde dolayı partimizin, seçim için teknik, hukuki şartları olgunlaştırması olanaklı olmamıştır. Böylece, Kürt sorununun çözüm projelerini üretmek konusunda tek alternatif olan partimiz,  erken genel seçimlerde devre dışı kalmıştır.

Kürtlerin siyaset yapmasına tahammül göstermeyen ve Kürtlerin temsilini kabul etmeyen bir sistemin; çoğulcu, katılımcı demokrasi olması olanaksızdır. Bu durumun aşılması için, ısrarlı olmak ve projeler üretmek, Avrupa Birliği standartlarında çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi için gerekli değişiklikleri yapmak, toplumsal değişimi gerçekleştirmek partimizin temel görevlerinden biridir.

Erken seçim / Siyasi Yasaklar / Erken Genel Seçimin Doğuracağı Sonuçlar...

Bütün yasaklara ve engellemelere rağmen, Kürtlerin, erken seçime kendi kimliği ile katılmasını ve TBMM’de temsilini sağlamaktan yanayız. Kürtleri geleneksel Türkiye siyasi hareketi içinde eritmek isteyenlerin kirli emellerini halkımıza anlatmak, Kürtler için hazırlanan tuzakları halkımıza açıklamak için, seçim siyaseti tayin ettik: Seçimlere “bağımsız adaylarla” katılma ve bağımsız adayları destekleme kararı aldık.

Bu erken seçim siyasetinin sonucu olarak, Genel Başkanımız Diyarbakır’da bağımsız milletvekili adayı oldu.

12 Eylül sonrasında gündeme gelenler kadar kapsamlı olan siyasi yasaklar, siyasetin Türkiye’de doğal demokratik mecrasında yürümediğinin bir göstergesidir. Bu, bir özel güç odağının ciddi bir müdahalesi ve belirli güçleri siyasi iktidar/hükümet yapma operasyonudur. Bu siyasi yasakların da amacı, hem çoğulcu, katılımcı demokrasinin yer etmesini engellemek ve hem de çoğulcu demokratik temsil kurumunun daha da daraltılmasını sağlamaktır. 

Bu aynı zamanda Kürtleri siyaset ve temsil kurumu dışında tutma çabası olan İmralı projesiyle bir paralellik taşımaktadır.

Bu gelişmeler, partimizin, Avrupa Birliği yolunda atılan adımların günah savuşturma niteliğinde olduğu yönündeki açıklamalarını haklı çıkarmıştır.

Erken genel seçimler sonrasında, Türkiye’de köklü bir değişiklik olmayacak. Türkiye insanı, basiretsiz, rantçı siyasi partilerden birine oy verecek. Bu siyasi partilerden biri ya da birkaçı da koalisyon şeklinde hükümet kuracaklardır.

Kurulacak hükümet de, “görünen köy kılavuz istemez” misali eskiyi devam ettirmekte ısrarlı olacak: reformları gerçekleştirmeyecek, toplumsal değişimi sağlamayacaktır. Seçim sonrası hükümeti, demokratikleşme için gerekli kurumlaşmaları yaratmada, Avrupa Birliği için şartları olgunlaştırmada, Kürt sorununu çözmede cömert ve eli açık davranmayacaktır.

Demokrasi için vazgeçilmez olan Demokratik Çoğulcu Temsil Kurumunu yapılandırmamakta ve tekçi/otoriter temsili yapıyı muhafaza etmekte ısrarlı olacaktır.

Bütün bu nedenlerden dolayı da, erken genel seçimden kısa bir süre sonra, her zamanki gibi bir erken genel seçim Türkiye’nin gündemine girecektir.

Bu siyasi  istikrarsızlığın son bulması,  siyasetin doğal dengesine oturması, ekonomik krizlerin ve yoksulluğun bir an önce ortadan kaldırılması gerekir. Bunun için  Türkiye’de adalete, eşitliğe, demokratik hukuka, uluslar arası sözleşmelere, evrensel demokrasiye ve  etnik/diğer renklerdeki çoğulculuğuna dayalı yeniden yapılanmaya, köklü reformlara ihtiyaç vardır. Partimiz bu yeni sistemi inşaya taliptir. Bunun başarılması için uluslar arası, ulusal ve toplumsal koşulların olgunlaşmış olduğunu da görmektedir.

 Çözüm için;

Partimiz Kopenhag kriterlerini son derece önemsemekle birlikte, esas çözümü Türkiye’nin kendi gerçekliklerine, etnik ve kültürel çoğulculuğuna, evrensel normlara uygun eşitlikçi bir anlayışta görür. Aralarındaki kopmaz bağlara rağmen gerçek bir demokrasi ile Kürt sorununun eşitlikçi, adil ve demokratik çözümünü Türkiye’nin geleceği için hayati bulmaktadır.

Bu çerçevede Kürt sorununun tam ve kalıcı çözümü için;

Partimiz sorunun özgürce tartışılması için bütün yasakçı ve engelleyici unsurların ortadan kaldırılmasını,

Temsili kurumlar vasıtasıyla Kürtlerin siyasi sisteme katılmasını,

Kürtçe yayın ve eğitim konusunda  eşitlikçi düzenlemelerin yapılmasını,

Kürt dili, kültürü ve tarihinin bütün unsurlarıyla gün yüzüne çıkartılması için devlet desteğiyle gerekli kurumların oluşmasını, varolanların desteklenmesini,

Kürtçe insan ve yer isimlerinin kullanımının her türlü engelden arındırılmasını,

OHAL’in ortadan kaldırılmasını,

Köy koruculuğunun kaldırılarak açtığı yaraların sarılmasını,

Zorla göç ettirilen insanların yerlerine dönüşleri sağlanarak yaşamlarının idamesi için gerekli olanakların sağlanmasını,

Genel bir siyasi af ile toplumsal barışın sağlanmasını savunur.

Partimiz, Türkiye’de eksiksiz bir demokrasinin inşası için öncelikli olarak;

12 eylül anayasasının bütün kurum ve sonuçlarıyla kaldırılarak yerine bütün toplumsal katmanların katılımıyla Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun demokratik bir anayasanın hazırlanmasını,

Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki bütün engellerin Kürtler açısından da ortadan kaldırılmasını,

MGK’nın  anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmasını,

Parlamentoya çoğulcu temsili bir kişilik kazandırılarak daha etkin kılınmasını,

Yargının hızlı ve etkin işlemesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasını,

Ordunun ve askeri harcamaların AB standartlarında yeniden düzenlenmesini,

Kamu çalışanlara grevli toplu sözleşmeli hakların tanınmasını öngörür.

Partimiz üretimci ve paylaşımcı bir ekonomiden,

Tam ve işleyen bir sosyal güvenlik, herkesin eşit olarak yararlanabileceği bir sağlık, ırkçı ve şoven öğelerden arınmış bir eğitim sisteminden,

Bütün toplumsal kesimlere insanca ve onurlu bir yaşam olanağı sağlayacak sosyal adalet işleyişinden yanadır.

Partimiz, yerel yönetimlerin güçlendirilerek bunların birer yerel parlamento işlevine kavuşmasını,

Dış politikada da karşılıklı çıkarlara saygıyı, her ülkenin hak eşitliğini gözeten, ülkeler arası sorunların diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözümünden yana bir anlayışı savunur.

HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ

 

  Dengê Kurdistan © 2002