psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 
   
 

Şengal

Kejê Bêmal

3.bölüm


Yola bakıyorum. Upuzun simsiyah bir yılan gibi kıvrılıp duruyor önümüzde. Dağın çepeçevre sardığı küçük köylerden oluşuyor Şengal bölgesi. Her köyün ayrı bir güzelliği ama hepsinin ortak trajedisi var. Yokluk! Acı! Ölüm!..

Şengal Dağını seyrederek ilerliyoruz… Yolda çok dindar bir Ezidi’nin evine uğruyoruz. Dinleri ile ilgili bazı sorular soruyorum. İçtenlikle cevap veriyor. O ara Risale bir soru sormamı istiyor. Dürtüp duruyor beni sorunun hoş kaçmayacağını biliyorum ama Risale’nin ısrarı karşısında dayanamayıp soruyorum. Xalo başını önüne eğip bıyık altı gülüyor. Ali kıpkırmızı! Adam bize doğru dönüp ‘’Rahat dur istersen Risale’’diyor. Şimdi kıpkırmızı olma sırası Risalede. Kız ömrümde gördüğüm en anarşist kadınlardan biri. Dünya umurunda değil. Dindarları kızdırmaktan ayrıca keyif alıyor. Sanırım bu özelliği de tüm köylerde biliniyor.

Yola devam ediyoruz. Yol boyunca hiçbir sorun yaşamadan Şerfedin’e geliyoruz. Şerfedin Ezidlerin kutsal saydığı bir bölge. Tıpkı Laleş’teki yapılara benzeyen bir mimarisi olan yere giriyoruz. Saçları uzun örgülü ve şalvarlı adamlar bekliyor burayı. Saygı ve sevgiyle karşılıyorlar bizi. İçeriye giriyoruz. Ben Ezidi olmama rağmen Risale’den daha fazla meraklıyım ritüellere ve daha bilgi sahibi. Duamı ediyorum. Dileğimi tutuyorum, saten kumaşlara düğümümü atıyorum ve ortada duran kare taşı kucaklamaya çalışıyorum. Tabi ki ellerim kavuşmuyor. Risale gülüyor olabilecek bir dilek tut bari diyor. Tüm ritüelleri eksiksiz bilmem dışarıdaki ruhbanların dikkatini çekiyor. E ne de olsa ben Laleş talebesiyim. Gülerek bana kopya veriyorlar. Ne yapıyorsak olmuyor umudumu kesip vazgeçiyorum dileğimden… Zaten olur şeyde değildi? Dilerken ben bile inanmamıştım.

Biz ziyaretten çıkarken yeni grup kadınlar geliyor. Kapının sağını öperek giriyorlar içeri. Ne çok dilekleri var bu kadın cinsinin. Erkekler pek ilgilenmiyor bu tür işlerle. İyi ki yaşamda kadın cinsi var yoksa bütün sıra dışı istemler ve masallar sahipsiz kalırdı. Kapıdan çıkarken sol yanımızdaki mezarlığı ferk ediyorum. Xalo ve Ali sohbet ediyorlar kamyonetin önünde. Sesleniyorum “mezarlığa gideceğim” diye. Xalo gülerek “tamam” diyor.

Ben Risale ve Aziz giriyoruz mezarlıktan içeri. Bir halkın kültürünü tanımanın en kestirme yoludur mezarlıklarını gezmek. Ölüler yattıkları yerden sizi bilgilendirirler bağlı bulundukları kavimin yaşadıkları ile ilgili…Yeter ki dinlemeyi bilin!

Mezar taşları süslü. Üzerinde çaydanlık olan var, çay bardağı olan var. Mezarların üzerine basmamaya çalışarak fotoğraflarını çekip ilerliyorum ki bir de ne göreyim. İki tahta sırığın üzerine geçirilmiş bir ipe saç örgüleri asılmış.


Kanım donuyor.

Arkada kalan Risaleyi çağırıp ‘’bu ne?’’diye soruyorum. Risale alışmış olmanın getirdiği ses tonuyla anlatıyor.’’Ezidi kadınları, ailelerinden bir erkek öldüğünde saçlarının örgülerinden birini kesip mezara asarlar. Kesilen saç diğer örüğe yetişene kadar yası devam eder!’’

“Aman Allah’ım” diye mırıldanıyorum. “Aman Allahım Kürdlerin ’porkurê’ dedikleri şey bu!”

Çocukken bir yaz tatilinde dedemin komşularından biri ölmüştü. Meraklı bir çocuk olduğum için bir şekilde komşuya gidip içeri sızmıştım. Yerde upuzun yatan adamın üzerine beyaz bir çarşaf kapatıp tam göğsüne de bir bıçak bırakmışlardı. Kadınlar tırnaklarını yüzlerine geçirip kanatıyor, saçlarını yolup beyaz çarşafın üstüne atıyordu. Tam o sırada feryatla bir kadın içeri girip yüzünü yolarak tülbendini aşağı indirmiş sonrada örgülerinden birini o bıçakla keserek ölünün üzerine atmıştı. Sonra diğer kadınlar…

O kadar korkmuştum ki çarşafın üzerinde biriken siyah saç örgülerinden, terliğimi giymeden kaçmıştım dedemin evine… Ve koca kadın oldum hala rüyama girer ter içinde uyanırım.

Rüzgarda kurumayı bekleyen çamaşırlar gibi asılmış ve sağa sola sallanıp duran saç örgülerine bakıyorum. Risale ilerliyor yukarıya doğru bana sesleniyor. Oraya doğru ilerliyorum görünüşünden belikli yeni bir mezar. Upuzun gerilmiş ipin üzerine sırayla saç örgüleri asılmış. Kimisi beyazlamış, kimi kalın, kimi ince, kimi uzun, kimi kısa bir sürür örülmüş saç.


Risale çok üzgün ‘’Geçen sen ki bombalanma olayında ölen bir genç bu.Daha 28 yaşındaydı…Bu nenesinin, bu annesinin, bu halasının, bunlarda bacılarının örgüleri.”

Sinirlerim boşalıyor…Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum mezarın başında dakikalarca. Risale sarılıyor bana. Çıkalım diyor. Hayır diyorum gezeceğim. Genç kızların mezarına geliyoruz. Yine aynı şekilde gerilmiş ipin üzerine, ayna, tarak, toka, rengarenk kumaşlardan başörtüler asılmış. İçim yanıyor. Boğazım düğümleniyor.

“Çıkalım” diyorum. Kamyonete doğru ilerliyoruz. Xalo ağladığımı görünce Ali’yle beraber hızla yanımıza geliyor.Telaşla ne olduğunu soruyor. Risale anlatıyor Xalo üzgün. “Kej Xan üzülme” diyor.”Hem bak şimdi seni çok güzel bir yere götürecem. Bayram kutlamasının yapıldığı yer. Gideceğimiz yerin adı ‘’Li çiyayê Şengalê geliye Qerse Laleşê Şebil Qasım!’’

gözyaşlarımı silip gülümsemeye çalışarak “Şengal dağına mı çıkacağız” diyorum sevinçle. Gülüyor Xalo! “Evet” diyor. “Şengal’in Laleş’ine yani buraların en kutsal yerine götüreceğim seni. Şebil Qasım ziyaretine. Dağa çıkıp dileğini dileyeceksin ve olacak!” “Gerçekten mi”, diyorum sevinçle. “Yaşasın!’’ Ne dilersem olacak mı Xalo?’’ diyorum sevinçle… “Olacak Kejê olacak. Gideceğimiz yer çok kutsaldır!Kendin için iyi şeyler dilemeye bak!’’

 Şengal dağlarının eteğindeyiz şimdi. Durmadan fotoğraflarını çekiyorum. Aklıma Renas Jiyan’ın ‘’hebhinarkê’’şiirinden dizeler geliyor. Özenerek bir fotoğrafta onun için çekiyorum. Bir gün karşılaşırsak ona hediye edeceğim. Şairleri seviyorum. Ana dillerinde şiir yazan şairleri hele herkesten çok seviyorum. Sağ tarafta park etmiş bir kamyonetin kasasında tripot’un üzerine yerleştirilmiş bir biksi yanında ayaklarını uzatmış piknik yapar gibi oturan askeri görüyorum. Umurumda bile olmuyor artık bu görüntü kanıksadım! “Ben sizin üniformasız olanlarınızdan da gördüm” diyesim geliyor. Asker asker işte isterse babamın oğlu olsun. Sevimsiz bir tarafları var!

Dağların hemen hemen gökyüzünü kapattığı bir vadiden geçip sola doğru kıvrılıyoruz ve düz yola çıktığımız anda kilometrelerce uzayıp giden bir taşıt trafiğinin en arkasında duruyoruz. Xalo sıkıntılı bakıyor ve “tahmin etmiştim ama bu satte bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim” diyor.


Ellerinde keleşler, kar maskeleri o sıcakta yüzlerinde, üniformalı askerler arabalara eğilip sorular soruyor. Bize yaklaştığında fotoğrafını çekiyorum umursamadan. O da poz veriyor. Memed’e ne oluyorsa pek bir kızarıyor yine. Korkudan sesini de çıkaramıyor. Araba santim santim ilerliyor.

 
Camdan başımı çıkarıp bakıyorum ucu görünmeyen kilometrelerce araç kuyruğu ve insan seli…Yollar…Dağların etekleri, yol kenarları her yer insan dolu. “Noluyor” diyorum Xalo’ya “Bayram Kejê. Burası Şengal, Ezidlerinin kutsal mekanı. O yüzden her yerden toplanıp buraya gelirler Çarşemê Sor’da. Piknik yaparlar, ziyarete çıkarlar, gençler eğlenir halay çekerler…”

Gıdım gıdım ilerleyen arabada sıkılıyorum

 
‘’ben inip biraz fotoğraf çekebilir miyim?’’diyorum.Xalo gülümseyerek “evet” diyor. Risale ve Aziz’de iniyor. Ali tedirgin. Etrafımı seyrediyorum önce. Kum gibi insan kaynıyor. Rengarenk giysileri içinde Ezidi kadınları. Gayet modern kıyafetli gençler. O sıcakta abartılı makyajlarıyla kızlar…


Tam bayram yeri. Gençlerin beden dilinden anladığım kadarıyla burada tanışıp evleniyorlar. Yani bir anlamda birbirlerini görüp beğendikleri yer burası.

Sol tarafım Şengal dağı! Heyecanlanıyorum. Çıksam Derweş’i görür müyüm? Eğer görürsem kulağına bir şey fısıldayacağım. Biliyorum beni dinlemeyecek ama yine de söyleyeceğim.

Aşkı için bu halka kıymamalı! Yazık Ezidiler! İbrahim Paşa’da oyun çok. Başının çaresine bakabilir.Yazık Derweş’e? Peki Edûle ne olacak? Bu destanı kansız ve hilesiz yeniden yazmanın bir yolu var mı acep?

Dağa doğru tırmanıyorum. Ayağımın altındaki toprağın Şengal Dağı’na ait olduğunu bilmenin özeni ve heyecanıyla basıyorum toprağa. Yolun altındaki taşlı tarlalarda halay çekiyorlar. Rengarenk insan toplulukları. Öbek öbek…Uzun uzun seyrediyorum. İnsanlar tabiattan fışkıran çiçekler gibi güzel görünüyorlar uzaktan. Dağlara doğru tırmanıyorlar farkında olmadan mırıldanıyorum:

 ’’Benim güzel Ezidilerim! Benim sahipsiz çöl çiçeklerim!’’

Yavaşça iniyorum kalabalık yola. Gördüğüm her suretin fotoğrafını çekerek. Dikkatimi sarhoş gençler çekiyor. O sıcakta durmadan içiyorlar üstelik. Risale’ye içkinin yasak olduğunu söylediğini hatırlatıyorum Bavê Çavuş’un.  Risale gülüyor. “Bave Çavuş’a söylemezsin olur biter” diyor.

Buradakiler Laleş’tekiler kadar dindar değil. Fotoğraflarını çekmeye devam ediyorum. Bir ara yanıma bir adam yaklaşıyor. Kim olduğumu ve nereden geldiğimi soruyor. Ardından da hangi örgütten olduğumu. Şaşırarak yüzüne bakıyorum. Ali ısrarla tembihledi gazeteci olduğunu söyleme diye. Ne diyeyim şimdi ben bu tuhaf adama? O sırada Ali yetişiyor. Ve adama  ne istiyorsun gibilerinden bir şeyler soruyor. Adamla tartışır gibi konuşuyor. Risale zeki ve şık bir hareketle araya girip ‘’Teyzemin kızı. Avrupa’da yaşıyor.Orada doğdu büyüdü o yüzden tam anlamıyor seni, üstelik sana ne, ne diye soruyorsun?’’deyince adam acayip bozulup özür dileyerek gidiyor. Risale’de kolumdan tutup beni ters tarafa doğru götürüyor. Ali arkamızdan yetişip ‘’gidelim artık Kejê’’ diyor.’’Nereye?’’ diye soruyorum? “Eve” demez mi? “Allah Allah” diyorum.”Daha yeni geldik ben etrafı görmedim.Yeterince fotoğraf çekmedim.Eve gidecekmişiz. Sen git ben gelmiyorum.”

Ali acayip geriliyor. “Bak Kejê” diyor “Gençler sarhoş. Önüne gelenin fotoğrafını çekiyorsun.Biri bişey diyecek. Yapma. Üstelik bizim için senin hissettiğin kadar güvenli değil bu bölge’’diyor ve kıyamet kopuyor.Bas bas bağırıyorum Ali’ye! “Ben buraya gezmeye gelmedim anlıyor musun!”Canımı tehlikeye attım.”Şu anda da çalışıyorum.”Seyretmeden anlamadan dinlemeden neyi yazacağım?”Git diyorum Ali başımdan! Def ol git!”Sana elli kere söyledim sen benden sorumlu değilsin.”Başıma bela mı aldım seni?’’

Herkes bize bakıyor çünkü anlamadıkları bir dilde bağırıyorum… O ara davul zurnayla halay çeken bir gurubu görüp aralarına karışıyorum! Ha bire fotoğraf çekiyorum. Açıkçası Ali hiç umurumda değil! Halay çeken gurubun ortasında hem eğleniyorum, hem fotoğraf çekiyorum. Tam o sırada biri kolumdan tutuyor bakıyorum Ali! Neredeyse sürükleyerek çıkarıyor beni oradan. Sen misin bunu yapan! ayağına bir tekme atıyorum. Ali can yangınıyla kolumu bırakıp bana dönüyor ve ilk defa bağırmaya başlıyor. Risale ve Azizi köşede durmuş bizi seyrederken ve biz avaz avaz bağırırken birden yanımızda Keko bitiveriyor. Her zamanki gibi sakin ve gülümseyerek ne olduğunu soruyor.Ali olanı biteni anlatıyor hızla. Keko bu sefer Ali’ye kızıyor. “Kejê’ye kimse bişey yapmaz, yapamaz” diyor…”Bırak ne istiyorsa onu yapsın.”

Ali küsüp yola doğru gidiyor.Keko bana “ne istiyorsan onu yap Kejê, ben buradayım. İstediğinin resmini çek. Git onlarla halay çek hiç kimse sana bişey yapmaz. Bu gün bayram” diyor.

Durur muyum. Hemen koşarak kalabalığa karışıyorum. Bir ara kalabalık bir erkek gurubu ile halay bile çekiyorum. Biraz sonra yolun köşesinde üstü sazlıklarla kaplı bir kahvede oturan Keko’nun yanına gidip ‘’Hadi Ziyarete çıkalım artık’’ diyorum. Keko gülüyor.”Hadi” diyor. Ama önce otur soğuk bişeyler iç öyle. Ben Keko’yu çok seviyorum. S oğuk su ve çay içiyorum. Ali ile Xalo da geliyor. Ali perişan görünüyor. Çocuğu iki günde bu hale sokabildiğime ben bile inanamıyorum. Sanki kilo verdi çekti garip. Küçüldü bişey oldu.

Yerimden kalkıyorum yanına oturuyorum’’Küstün mü bana Ali?’’diyorum. Önce pas vermiyor sonra barışıyor benimle. Sonra da klasik Ali konuşmalarını yapıyor. İşte benim can güvenliğim, yok bilmediğim bölge, yok benim gördüğüm gibi değil hiç bir şey. Bir daha onu kırmak istemediğim için her şeye “tamam” diyorum. Keyifleniyor. Ali benim için endişeleniyor sadece, şunu bilmiyor, ben benim için endişelenen ve bunu bana hissettirip beni yapmak istediğim şeylerden alıkoymak isteyen herkesten nefret ediyorum!

  Yola çıkıyoruz ama ilerlemek ne mümkün.Saatlerce arabada olmamıza rağmen bir kilometre bile gidemiyoruz.Xalo sıkıntıyla bana “Kejê bu gidişle ziyarete ulaşmamız mümkün değil.Bir de bunun dönüşü var.Eğer senin de rızan varsa dönelim!Hem şu merak ettiğin konu var ya onunla ilgili seni birine götüreceğim” diyor.Hemen kabul ediyorum.Bulduğumuz ilk boşluktan Xalo önde Keko arkada dönüp geri gidiyoruz.Son bir defa daha kafamı camdan çıkarıp geride bıraktığım insan seline bakıyorum. “Çok şükür” diyorum “o kadar ölüme ve soykırıma rağmen hala varsınız! Umarım daha da çoğalırsınız.Benim güzel Ezdilerim!”

   Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Bir süre sonra trafik hafifliyor.Hızlanıyoruz…Güneş artık gücünü kaybetti.Akşam üstü…Yine o tuhaf huzursuzluk ve durgunluk çöküyor üzerime.Arabadakiler fark ediyor.Ali kendisinden kaynaklı zannedip ha bire ‘’neyin var Canê.Bak seni ben üzdümse özür dilerim.Hepsi senin güvenliğin içindi” falan diyor  “bi sus be Ali!Ben yıllardır bu saatte neyi kaybettiğimi ve neyi aradığımı yada neye üzüldüğümü biliyor muyum ki sana söyleyeyim?Yok canım bişeyim.Sevgilimi özledim geçer birazdan” diyorum. Xalo merakla Ali’ye bakıyor. “Nesi var?” gibilerinden? Risale sarıp sarılıp öpüyor. Bunalıyorum! Nefes alamıyorum ve arabadan inip güneşin ardında kaybolmaya hazırlandığı Şengal Dağ’ına doğru koşmak istiyorum! Biliyorum birazdan batacak ve ben düzeleceğim ama rahat bırakmıyor ki yanımdakiler…

Güneş batıyor.Her yer kızıla kesiyor! Ateş alazının rengi şimdi toprak. Seyrediyorum toprağı, dağı, bozkırı, köyleri, çölü… Araba ardını dağa yaslamış yanında yöresinde hiçbir yerleşim yeri olmayan kendi başına öylece ortada duran bir tek katlı evin önünde duruyor.

’’Burası’’diyor Xalo.Dışarıya esmer iri yarı, uzun boylu orta yaşın biraz üzerinde bıyıklarını yüzüne doğru burmuş bir adam çıkıyor. Xalo’yla sarılıp bayramlaşıyorlar. Bize yöneliyor.Xalo bizi tanıştırıyor.İlk defa benim hakkımda gerçeği söylüyorlar. Gazeteci olduğumu, Kuzey Kurdistan’dan geldiğimi ve Şengal’i kimin bombaladığını merak ettiğimi…Sesizce dinliyor. Hiç konuşmadan. Sonra içeri gelin bir karnınızı doyuralım hele konuşuruz diyor. Xalo bana bakıp göz kırpıyor. Ben de ona.. “Konuşacak yaşasın! Oldu bu iş!”

  İki odadan oluşan betonarme bir eve giriyoruz. Yerde özenle hazırlanmış bayram sofrası.Her zamanki gibi tüm yoksulluğa inat pırıl pırıl ve çeşitli gıdalar, rengarenk yumurtalar uzun bir muşamba üzerine serilmiş yer sofrasını donatmış. Tüm bu görüntülere rağmen Şengal’e geldiğimden beri hiç kendimi huzurlu hissetmedim.

Nasıl anlatayım; Laleş’ten çok farklı. Laleş huzurluydu…Güvenli..Ruhani…

Şengal öyle değil.Her an tedirgin, şüpheci ve bir tarafı hep karanlık!

Laleş’teki herkesin yüzünde huzur ve adanmışlık vardı…Buradakiler sert! Yaşanan acılar yüzlerinde siyah bir bulut bırakmış.

Şüpheli ve kesinlikle ruhani değil.

Bu durumda beni tedirgin kılıyor. Laleş’teki kadar rahat ve mutlu değilim. Bir şey var biliyorum ve ben bu ‘’bir şey’’i bulduğumda bu düğümü çözeceğim. İçeri girdiğimden beri sanki düğüm burada çözülecekmiş gibi geliyor.

     Çaylarımızı içtik. Sıra sohbete geldi de…

Sorduğum sorulara aldığım yarı gizemli cevaplar ve tepkiler beni öyle ürkekleştirmiş ki nereden başlayacağımı bilemiyorum. Xalo yüzüme bakıyor ‘’Hadi’’dercesine…E hadiyse hadi! Başlayalım o zaman…

  K.B: Öncelikle benimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sorduğum sorulara kimse yanıt vermeyip, tepki gösterdiği için size gelmek zorunda kaldım. Bu bayram günü, kötü olaylar hakkında konuşacağım için şimdiden özür dilerim. Şengal katliamı ile ilgili konuşmak istiyorum. Katliamı El-Kaide mi yaptı?

X.Ş: Öncelikle özür dilenecek bir şey yok Kej Xan.Senden geçen seneden haberim var.Biz dışa kapalı bir toplum olduğumuz için Laleş’e gelişin ilgimizi çekmişti. Dolayısıyla seni dostumuz, kardeşimiz ve kızımız olarak görürüz. Asıl ben teşekkür etmek istiyorum buralara kadar yorulup bizim için zahmete girmen bizi mutlu etti. Soracağın sorulara elimden geldikçe cevap vereceğim.Bunlar benim fikirlerim tabi.Sağlamasını yapmak senin işin…

Katliamı El-Kaide’mi yaptı? Bu kadar kapsamlı ve ciddi ve tamamen sivil halka yönelik bir eylemi sence El-Kaide yaptı deyip işin içinden sıyrılmak kolaycı bir yaklaşım olmaz mı?

K.B: Olur! Kafama bişey yatmadığı ve altında bişeyler aradığım için buradayım…

X.Ş:O zaman söyleyeceğim her şeyi yazacağına söz verirsen ben de sana olanı biteni anlatırım…

K.B:Söz!

X.Ş:Biz Ezdiler tarih boyunca dini inançlarımız yüzünden katliama uğradık.Hakkımızda tan 72 ferman çıkarıldı.Bunların bir çoğu direk amacı jenosid olan katliamlardı.Her biri birbirinden acıdır. İslamiyet döneminden yakın tarihe kadar inancımız için öldürüldük. Diyar diyar sürüldük. Yeryüzünde hiçbir halkın görmediği aşağılanmalara tabi tutulduk. Yine de ne dinimizden ne de inancımızın gereklerinden vazgeçmeyerek bu günlere kadar geldik. Geldik ama sayımız gittikçe azaldı. Bu da bizi gün geçtikçe, daha fakir, mazlum, hakkına hukukuna sahip çıkamayan, dışarıdan izole ve kapalı bir toplum haline getirdi. Örneğin geçmişte Kuzey Kurdistan’da oldukça geniş Ezidi popülasyonu vardı.Bu gün arasan birkaç haneden öteye gitmezler. Bir çok yerde durum böyle.

En acı olanı kendi halkımız tarafından yok edilmekti.

Biz Kürdüz Kej Xan!Kutsal Kitabımız ‘’Mushaf’ı Reş’’Kürdçe.Dilimiz Kürdçe.

Örneğin şu an geldiğin bölgede bize Saddam tarafından sadece Araplaşmamız ve Müslüman olmamız yönünde görülmemiş baskı uygulandı. Ama direndik. Bu güne kendimizi attık. Bu gün en kolayı bizim din ve mezhep adına Radikal aşırı İslamcı gruplar tarafından öldürüldüğümüzü iddia etmek. Hele hele bu bölgede, kazın ayağı hiç te öyle değil!

K.B:Şaşırtıcı… Oysaki ben tüm katliamlarda hep dininiz gerekçe gösterilerek öldürüldüğünüzü düşünmüşümdür.

X.Ş:Eskiden öyleydi. Aslında sorarsan eskiden de öyle adlandırılıyordu. Dünya dengeleri hep kirliydi. Sadece son yıllarda artık aleni kirli olmaya başladı.Derweş’in hikayesini bilir misin?

K.B:Derweş’e Evdi mi? Evet hem de çok iyi.

X.Ş:Mesele yok o zaman. Normal zamanlarda kardeş kardeş yaşarken çıkarlar çatıştığı anda sürgüne gönderilirler Şengal’e. Çıkarlar birleştiğinde de geri davet edilirler. Sadece din gerekçe olsa başka zamanlarda niye ortak yaşasınlar? Din ortalık kızıştığında katledilmeleri için en önemli gerekçedir. Ama tek gerekçe değil.Bu gerekçenin işler hale gelip sahneye konulabilmesi için mutlak çıkar sahiplerinin bu aracı kullanarak ortalığı karıştırması gerekir.Ortaya çıkan katliamlara sadece din adına yapıldı demekte sağ duyu ve akıl sahiplerinden çok romantiklerin işidir.

K.B:Yani?Son yapılan katliamında dinle ilişkisi yok?

X.Ş: Olmaz olur mu? Muhakkak var ama ortalığı kızıştırmakta geçer akçe olduğu ve araç olduğu için…

K.B:Sizin gibi kendi halinde yaşayan ve tamamen dış dünyadan izole edilmiş bir topluma saldırı kimin ne işine yarayabilir ki?

X.Ş:Ortadoğu’da hiçbir halk senin düşündüğün kadar mazlum ve masum değildir Kej Xan! Mutlak bir işe yarar yada yaraması sağlanır.

K.B:Anlamadım?

X.Ş:Anlatayım… Hiç 140:Madde diye bir şey duydun mu?

K.B:Kısmen. Ama üzerinde fazla bilgim yok.

X.Ş:Peki dinle o zaman. Bu madde anayasal bir maddedir ve azınlıkların nereye tabi olacağını belirler. Kerkük meselesi hakkında bilgin var mı?

K.B:Olmaz olur mu? Bizim işgalcilerin çok yakından takip ettiği bir meseledir.

X.Ş: (ilk defa gülümsüyor) Mesele yok o zaman. Musul ve kaderini bu madde belirleyecek.En sade haliyle anlatayım kafan karışmasın.Yaşayan nüfusun sayısı ve kökenini bu durumda çok önemli.Kim daha fazla çıkarsa o yönetime bağlı olacak? Yani eğer Kürt nüfusu fazla ise Kurdistan Hükümetine, ya değilse diğer hükümetlere bağlanacak… Dolayısıyla bu bölgede şu anda ibre Kurd nüfusundan yana olduğu için, referandum her gündeme geldiğinde bir karışıklık yapılıp hasır altı edilir ve ertelenir. Suriye, Türkiye ve İran ellerinden geleni yapıp bu referandumu geciktirmek için kirli oyunlar oynarlar.Şu anda biz neredeyiz. Şengal’de, Şengal nereye bağlı yarı Kurdistan’da saymamıza rağmen resmiyette Musul’a. Biz kimiz Kej Xan? Ezidi Kürdler. Yani Kürd nüfusu! Anlatabildim mi?

K.B;Aman Allah’ım hayır burada da mı derin devlet?

X:Ş:(bu sefer kahkahalarla gülüyor) Kej Xan, seni nasıl Kurdistan’ın dört parçası ilgilendiriyorsa onları da ilgilendiriyor.Yani bu kadar hayret etme yoğun olarak Irak’ta olmakla beraber gittiğin her parçada onlara çıkar kirli oyunların yolu…

K.B:Yani Şengal katliamını ve sivil halkı hedef alan tüm saldırıları onlar mı yapıyor?

X.Ş:Sadece onlar yapmıyor içlerinde senin mazlum halkından olanlar da var? Hatta az da olsa Ezidiler bile?

K:B:Anlamadım? Ne dediniz? Bu çok ciddi ve fena bir iddia olmadı mı?

X.Ş: Olmadı olmadı.Bu kadar hayret etme. Hele hele bu coğrafyanın çocuğu olarak senin ihaneti çok iyi tanıman lazım.

K.B:Tanımak başka, kabullenmek başka bir şey olsa gerek. Şaşkınlığım kanıksamamaktan. Çok yadırgamayın.

X.Ş:Anlaşıldı biz taaa en başa dönelim. Ben sana tek tek anlatayım. Eminim iyi dinlediğinde buradaki dengeleri rahatlıkla çözüp, daha rahat anlayabilirsin.

K.B:Peki buyurun.

X.Ş:Leto ağa diye birini duydun mu hiç? Ya da Zebari aşireti?

K.B:Hayır.

X.Ş: Saddam dönemimde, daha önce Barzani aşireti ve KDP’ile kan davası olan Heriki, Sürcü, Zebari, Rekani vb.gibi aşiretler Saddam’a sığınıp koruculuk yaptılar. Bu aşiretlerden Zebari aşiretinin reisi Leto Ağa’nın kardeşi eski BAAS’çı ve Saddam’ın fedaisi olan biri tarafından Musul’da öldürüldü. Leto Ağa bu olayda Berzani aşiretini suçladı. Musul düştüğünde Rabia kasabasına geçerek Suriye’ye sığınmak istedi.Her ne kadar KDP ve YNK temsilci gönderip onun Kurdistan’a gelmesini istedilerse de o bunu kabul etmedi. Esas amacı eskiden beri KDP ile kan davalı ve rahatsızlığı olan aşiretleri kendi çatısı altında toplayıp Kürd halkı ve Kurdistan’a karşı bir korucu ordusu yaratmak isteyen Türkiye ve Suriye bunu fırsat bilip Leto Ağayla yakından ilgilendi. Leto Ağa’nın Saddam’ın geri döneceğine dair umutları Saddam’ın idamıyla son bulunca, Rabia’dan Ürdün’e geçti. Ürdün bunlara pek de destek olmadı.Burda-Türkiye –Suriye ve İran üçlüsü devreye girdi. Senaryonun amacı belliydi. Leto ağa ve etrafındakilerden oluşan gücü örgütleyim Kürdistan’ın kazanımlarını geriletmek, inkar –imha politikalarını beslemek. Daha sonra bu kişiler hatta bunların arasında Ürdün’lü bazı eski askerlerin, BAAS’çıların ve bazı Sünni aşiretlerin olduğu söylenir. Türkiye’nin desteği ile Ankara’da çok gizli bir toplantı yaptılar. Burada bu kişiler sözde partileşti ve partinin başına Leto Ağa’nın oğlu Eşref Zebari getirildi. Musuldaki radikal İslamcılar, Baas’çılar bu örgüte açık destek sunarlar.Bu partinin asıl misyonu Türkiye ve Suriye devletine ajanlıktır. KDP ve Berzani aşiretlerine duyulan düşmanlık temelinde şekillendiği, Kürdistan’ı geriletmek konusunda  bunlardan her anlamda her şey beklenmekle beraber, güdümlü oldukları Türkiye ve Suriye yüzünden nihai hedefleri Kerkük referandumunu erteleme, bu referandumun nerde olursa olsun çalışmalarını sabote etme bunun sonucunda Musul ve Kerkük’ün Kurdistan’a katılımını engelleme.

K.B:Peki bu harekete Ezidiler ne zaman bulaştı? Ya da ilişkilendi.

X.Ş: Kej Xan, halkımızın halini gördün, bu çağda hala toprak damlarda, elektriksiz, susuz, yolsuz, işsiz, adına yaşamak dersen yaşamaya çalışıyorlar. Geçmişten gelen dışlanmışlık yüzünden kimse kendilerine iş vermez, verse de çok ağır koşullarda yarı fiyata çalıştırır. Çoğu zaman hem çalışır, hem paralarını alamaz bir de üzerine hakaret ve dayak yiyerek dönerler. Çok fazla okumuş yazmış insan bulamazsın. Dindar olanlarımızda sadece dini işlerle ilgilenirler. Bir de iki de bir patlayan bombalar ve bunların dinimiz adı altında yapılması, toplumumuzu maalesef kullanıma açık hale getirdi. Bunlar çoğu zaman maddi yardımda bulunarak bizimkileri yanlarına çekerler. Bu da yetmezmiş gibi yine Suriye ve Türkiye’nin katkısıyla ciddi şekilde bir çalışma yürütüp Ezidi’leri yurt dışına kaçırırlar.Bu organizasyon müthiş tıkır tıkır işleyip, içinde hiçbir riski barındırmadan yerine getirildiği için, Ezidi nüfusunun büyük bir bölümünü yurtdışına kaçırarak Kurdistan’ın içini boşaltıyorlar. Aynı zamanda oradaki nüfusun zaman ve şartlar karşısında dayanamayıp asimile olacağını bildikleri için bu ayrıca hem Kürd hem Ezidi kimliğinin yok oluşunu hızlandırmak adına işlerine yarıyor. Bir düşün Şengal’den Avrupa’ya geçen bir daha döner mi?

K.B:Demek her geldiğimde evin nüfusundan eksilen insanların nedeni bu. Sorduğumda gayet mutlu olarak Avrupa’ya gittiklerini söylüyorlardı.Üstelik bunun için bir de o zavallılardan ciddi para alıyorlardı. Kahretsin! Bu kadar mı sinsi bu kadar mı hain bir plan olur!

X.Ş:Bak Kej Xan çözmeye başladın. Olur olur. Bu hesaplar bu günün hesapları değil. Bizler birbirimize sahip çıkmayıp birbirimiz bunların kucağına attıkça her şey olur! Üstelik bunu yaparken kendileri bile ortada görünmeden halledebiliyorlar. Örneğin sana bahsettiğim yurtdışsı organizasyonunu kendi elleriyle kurdukları sözde ‘’Ezdileri ilerletme ve kalkındırma’’hareketi adı altında, bizimkilere yaptırıyorlar.Bunu yapmakta çok zor olmuyor nasılsa Ezidilerin içinde de KDP’ye karşı olan bir kesim var.Bu kesimi Kürd değil ‘’Ezdi’’olduklarına ikna ederek Kürd düşmanlığını körüklemek.

K.B: Bi dakika bi dakika .Nasıl olacak bu iş.O kadar kolay mı? Hiç bozulmadan bu güne kadar kendini taşımış, Kürdlerin has ataları ve orjini olan bir halka bu söylediğiniz kabul ettirmek mümkün mü? Bana çok gerçekçi gelmedi?

X.Ş:Gerçek nedir Kejê Xan? Yazın yılan ve akrep sokmasından kaç çocuk ölüyor burada biliyor musun? Burada ki yaz şartlarından haberin var mı? Güneşin evidir burası. Hiç gitmeyecekmiş gibi burada oturur. En yakın hastane Duhok’ta. İstersen burada ortalama insan ömrü konusunda bir çalışma yap. Bak bakalım ne çıkacak? Gerçek çocuklarını, sıcaktan, açlıktan, sefaletten, itilmişlikten, aşağılanmaktan, bombadan, ölümden kurtarmaksa neyin önemi kalır bu ortamda. Araştırdığın katliamın görüntüleri var, izledin mi?

K.B:Gördüm ama içim kaldırmadı bakamadım!

X.Ş:Biz onları ellerimizle toplayıp toprağa verdik.Bana gerçeği değil de çözümü sor.Belki daha mantıklı olur.

K.B:Kusura bakmayın.Kendimi duyduklarım karşısında hiç iyi hissetmiyorum.Üstelik oldum olası karanlık yapılandırmalardan,grift işlerden,karmaşık ilişkilerden nefret ederim.Yolum kesişsin istemem.Mümkün olduğunca da uzak kaçmaya çalışırım.Anlattıklarınız beni fena halde sarstı.

X.Ş:(gülümsüyor)Hem Kürdsün, Hem Kurdistan’ın özgürlüğünü istiyorsun,hem halkını sevdiğini söylüyorsun, Ortadoğu’ya geliyorsun ve Ezdi’leri bulup, seni El-Kaide cevabı tatmin etmemiş ki Şengal katliamını soruyorsun ve karmaşık ilişkilerden rahatsız oluyorsun.Bilmeden nasıl anlayacaksın bu durumu ve anlamadan çözümüne nasıl gideceksin? Bayramda boyanan yumurtaları anlatarak mı Kejê Xan? Gerçek can acıtır. Ve konuşulmadıkça daha derinden can yakmaya devam eder. Gel ne var ne yok hepsini konuşalım.Belki bundan yola çıkarak bir çare bir çözüm üreten olur?

K.B:Peki.Buyurun…

X.Ş:Şimdi Leto Ağa’yı ve Zebari aşiretini kullanarak kimlerin bu projeden ne gibi faydası olduğunu ortalama öğrenmiş oldun.Leto Ağa ve etrafındaki aşiretler biraz daha etkili hale gelirse ve KDP karşısında ciddi bir mevzi kazanırsa, kendince sıkıntısı olan bir çok aşiret bunların yanında yer alacaktır. Bunların sayıları azımsanmayacak bir rakama ulaşabilir. Ve bu Kurdistan’ın geleceğini rahatlıkla zorlar. Bu zor durumdan kurulmanın tek yolu halkımızı aşiret değil Ulus mantığıyla hareket etmek için eğitip, Kürd halkını ve Kürdistan’ı yok etmek isteyenlerin eline bu tarihi fırsatı vermemektir. Bunun için herkes göreve çağrılmalı, Kürd Hükümeti, Kurumlar, Sivil Toplum Örgütleri, Kişiler. Herkes karınca kararınca işin bir ucundan tutup bu oyunu bozmalı.

Diğer parçalardaki tüm Kürdlere düşen görev Güneydeki Kurdistan’ı ve biz Ezdiler’i koruyup kollamak, varlığımız ve birliğimize sahip çıkmaktır. Bu ve bezeri katliamların mezhep ve din çelişkisine dönüşmesine engel olmalı. Şengal katliamı yakından izlendiğinde, ilk bomba patlatılıp, olay yerine insanlar biriktikten sonra ikici bomba patlatılıyor. Amaç hiçbir canlı bırakmamak. Bunu sadece din temelinde yapılmış olarak görmek ne kadar gerçekçi bir yaklaşım olur? Bu kesinlikle Kürd Halkı’nın maddi varlığına yapılmış bir saldırıdır.

Ezdiler Kürdtür. Ve her zaman Kürd kalacaktır.Sizlerin görevi tüm bu meselelerin getirdiği tehlikeleri bilerek bizimle daha yakından ilgilenmektir.

Bizi yalnız bırakmamalı, bu saldırıyı tüm Kürd halkına yapılmış bir saldırı olarak görmeli ve  amaçlarının bölgeyi istikrarsızlaştırmak, mezhep çelişkilerini kullanarak bölgede terör vasıtasıyla karışıklık yaratmak,Kerkük referandumunda Ezdileri etkisizleştirmek göz korkutup referandumda çok fazla hak talep etmemelerini sağlamak olduğunu bilerek bunu siyasal bir saldırı olarak değerlendirip teşhir etmek olmalı.

Şengal, Maxmur, Kerkük’

te belli referandumlar yapılacak.Buralar statüsü netleşmeyen bölgelerdir.Irak parselleniyor.Statüler netleşiyor.Komşu ülkeler buradan pay sahibi olarak söz hakkı elde etmek istiyor.Sizler bulabildiğiniz her arenada bu ve benzeri saldırı  ve katliamların neden sonuçları hakkında kamuoyunu bilgilendirirseniz, hem bu katliamları dünya gündemine taşıyıp, hem de unutulmamasını sağlayarak halkınızı bilinçlendirip, bu oyunu bozarsınız! Bütün bunları yaparken unutmayın ki, Ezdiler kendi kültürlerinden taviz vermeyen direnişçi yönleri yüzünden hedef halindedirler. Dolayısıyla mezhep çatışmalarında bölgenin en zayıf halkası olarak orta yerde dururlar.

Bu tür katliamlarda ‘’bunu yapan Müslümanlardır’’yaklaşımı halkın arasına yerleşirse, inançlar arası çok ciddi bir düşmanlık doğar ki, bu sadece son katliamdan sorumlu tutuğumuz ve onların yaptığına emin olduğumuz Irak-Suriye-ve İran’ın işine yarar! Başta KDP olmak üzere buradaki güçlere düşen de halkımızın güvenini sağlayıp, her zaman yanlarında olduklarını hissettirmeleri gereken maddi ve manevi desteği öncelikli olarak sağlamalarıdır.

Ezidilerde kendi içlerinde Kürd kimlikleri öncelikli bir birlik oluşturup muhataplarını belirlemelidir. Bu temelde yaklaşılırsa sarılmayacak yara olmadığı inancındayım.Aksi halde bu kan kaybı ile hastanın dayanabilmesi mümkün değil.Meselenin boyutunu anlamanız açısından söylediklerimin titizlikle değerlendirilip gereken sonuçları çıkarmanızı dilerim.

Karşınızda öyle basit bir yapılandırma yok. Onların gücü ve fütursuzlukları karşısında birlik ve cesaretle durmazsak Kürd Halkının geleceği pek iç açıcı olmaz.

Biraz daha netleşmesi açısından bir örnek verip bitireyim, Musul gibi anarşi ve kaosun kol gezdiği, günde onlarca insanın kafasının kesildiği bir yerde, doğru düzgün hatta hiç diyebileceğimiz kadar Türk vatandaşının olmadığı bir yerde Türk konsolosluğu var. Sizce neden?

K.B:Ben fazlasıyla bunaldım. Sanırım bir çok şey de netleşti. Umarım Kürd halkı birlik ve beraberlik içinde bu kanayan yaralara tampon basıp kısa zamanda,aklı ve becerisiyle iyileştirir.Ve umarım halklar bu oyunları bozar. Aslında anlattıklarınız bize yabancı şeyler değil. Sadece burada da bu kadar fütursuz  olmalarıydı canımı acıtan.Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.Eğer Kürdistan’ı özgürlük mücadelesinde geri kılmak isteyen güçler varsa bilsinler ki hiçbir denge eskisi gibi değil.Çağ değişti.Artık yeni metotlar var.Nasıl onlar çağa entegre olduysa biz de oluyoruz.Eskiden olsa Şengal’de patlayan bir bombanın sesi Rabia’da boğulup örtbas edilirdi.Şimdi bakın kilometrelerce öteden beni buraya getirdiği gibi,dünya kamuoyuna da aynı hızla düşüyor.En son 2010 yılında patlatılan bombaya baktığınızda 2007’dekinden çok daha az kayıp vermenize rağmen çok daha fazla kamuoyu haberdar olmuş aynı gün Kürdistan ve dünyanın tüm köşelerinde yankı yapmıştır.Yani demem o ki ‘’biz bu oyunu bu sefer bozarız!’’

X.Ş:Umarım Kejê. Umarım her parçada özlemle beklenen özgürlük ve refah ve mutluluk bunu çoktan hak edecek kadar acı çekmiş bu halkı kucaklar.

K.B:Tekrar tekrar teşekkür ederim. Ben Şenagal’e geldiğimden beri çok huzursuz ve tedirgindim. Hiç bir zaman Laleş’teki rahatlığı ve huzuru hissedemedim.Hep düşündüm neden diye?Meğerse çok haklıymışım.

X.Ş:Laleş bizim kutsal mekanımız ve ziyaretgahımızdır Kej Xan. Sadece sana değil hepimize huzur verir. Ve unutma tüm ruhani mekanlarda aynı huzuru ve kadere teslimiyetin getirdiği tevazzuyu görürüsün. Burası farklı. Burası kaderine direnmeye ve değiştirmeye çalışan her yer gibi kendi içinde zıtlıklarını ve kaosunu taşır. Ve bu zıtlıkların tüm getiri ve götürülerini…

K.B:Laleş’i ve Bavê Çavuş’u özledim.Hemen bu gün gitmek istiyorum buradan.

X.Ş:Sen bilirsin. Sordun anlattım. Umarım faydalı olmuştur.

K.B:Umarım. Tekrar tekrar teşekkür ederim.

X.Ş:Ben teşekkür ederim. Tüm Ezidiler ve kendi adıma.Laleş’e ve Bavê Çavuşa’a selamımı söyle.Ha unutmadan Leyla’ya da.

K.B.Siz Leyla’yı nerden tanıyorsunuz?

X.Ş: Ben Leyla’nın abisiyim.

K.B.Tahmin etmeliydim. Gördüğüm en Kürdi, en akıllı ve en onurlu kadınlardan biri. Hoşça kalın.

Gece iyice çökmüş. Karanlıkta yol alıyoruz. Çiseleyen yağmur arabanın camlarına vuruyor. Buradan hemen gitmek istiyorum. Hem de hemen! Laleş’i çok özledim. Bavê Çawuş’umu çok özledim. Huzur ve güveni çok özledim. Yağmur hızlanıyor. ’’Ben bu gece gitmek istiyorum Ali’’diyorum. Şaşkınlıkla arabanın arkasına dönüp ‘’mümkün değil Kejê’’diyor. Diretiyorum. Telaşla sağı solu arıyor. Durumun vahametinin farkına varan badem bıyıklı Xalo beni yatıştırmaya çalışıyor. Risale öpüyor. Faydası yok ağlamaya başlıyorum. Hıçkıra hıçkıra çocuklar gibi ağlayıp diretiyorum mutlaka gitmeliyim. Ağlayarak Keko’nun evine giriyoruz. Bütün ev başıma toplanıyor.Herkes bir yandan bişeyler anlatmaya çalışıyor.Keko ortada yok.Ne yapıyorlarsa sakinleştiremiyorlar beni. Üstelik bu şekilde üstüme gelmeleri beni iyice bunaltıyor.Tutturuyorum ‘’Bavê Çavuş’a gideceğim” diye. Mir’i arıyorum ağlayarak. Önce korkup sonra üzülüyor ve o da yarın sabah çıkmam gerektiğini anlatıyor. An-ne’ye bir şey söylememesini tembih edip kapatıyorum teli.

Telaşla Keko’yu arıyorlar.Kızlar beni bir odaya alıp kendilerince oyalamaya çalışıyor.Yağmur gittikçe hızlanıyor.Hocam’ı özledim. Arayıp endişelendirmek istemiyorum. Sevgilimi özledim. Aramıyorum çünkü çok öfkeliyim. Annemi özledim aramıyorum çünkü suçluyum. Çok mu yalnızım ne?

Sinirlerim tamamen boşalıyor. O arada Keko içeri giriyor. Gülerek hiçbir şey olmamış gibi gelip beni öpüyor ve ‘’anne Çavuş noldu sana diyor’’ boynuna sarılıp ağlıyorum. Gitmem gerekiyor “Keko” diyorum.”Çok sıkıldım”. Ali korkudan ortada yok yine. “Hadi gel seni Koçek’e götüreyim. Görmek istemiyor muydun” diyor? Koçek lafını duyunca susuyorum.”Nerde*” diyorum? Gülüyor Keko “kalk gidelim” diyor. Koçeklerden Laleş yazı dizisinde bahsetmiştim. Hani olacak şeyleri rüyalarında görüp söyleyenler. Hızla toparlanıyorum.”Hadi gidelim” diyorum. Bu Keko ne fena. Nasıl başarıyor benimle bu şekilde başa çıkabilmeyi. Bir Hocam bir de Keko hiç zorlanmadan yola getirebiliyorlar beni. Sevgilim gelip bunlardan kurs almalı. Karanlık ve yağmurda yola çıkıyoruz. Yağmur iyice hızlanmış. Çamur deryasına dönmüş bir yolda bata çıka ilerliyoruz. Bazen tekerlekler çamura batıyor. Ama Keko zor anların adamı. Müthiş yetkin bu konuda bir iki hamleyle arabayı çamurdan kurtarıyor. Nihayet bir evin önünde duruyoruz. Geç saatler olmasına rağmen ayakta ev halkı. Sanırım bu köy hiç uyumuyor. İçeride bizi bir nine ve fena halde yakışıklı esmer bir adam karşılıyor. Keko nineyle konuşuyor. Nine bir takım dualar eşliğinde bir çay kaşığına toprak doldurup onu da tükrüğüyle çamur yapıp bir anda ne olduğumu anlamadan ağzımın içine sürüyor.Tanrım ölmek istiyorum! Bütün köy sarılıktan kırılıyor ve benim aşım yok! Kesin sarılık olacağım! Sonra da saçından birkaç tel koparıp bir beyaz ipe bağlayıp profesyonel düğümler atarak boynuma bağlıyor. Bütün bunları o kadar kısa sürede ve o kadar profesyonel yapıyor ki tabii olmaktan başka şansım kalmıyor. Keko gülerek çay içiyor benim ağzımı elimin tersiyle yüzümü buruşturarak temizlememe bakıp.Sonra bana Koçek’in evde olmadığını.Bu ninenin Koçek’in annesi olduğunu yakışıklı esmerin de kardeşi olduğunu anlatıyor.Şansıma küseyim.Daha bir tane Koçek göremedim. Ne burada ne Laleş’te. Oysa sevgilimi soracağım. En azından hangimizin haksız olduğunu?

Çıkıyoruz evden. Yolda Keko’ya Laleş’e gitmek istediğimi söylüyorum. Keko söz veriyor. Sabah çıkacağım. Sözüne güveniyorum. Keko’ya güveniyorum. Hatta Keko’yu seviyorum. Ali’yi de seviyorum ama ona yaptıklarımdan dolayı öyle mahcubum ki şimdilik küs kalmak işime geliyor. Evin önüne geliyoruz. Keko içeri girmiyor.”Nereye gideceksin bu saatte” diyorum, “sabah anlatırım hadi sen git yat” diyor.Giriyorum.Yine tüm ev halkı ayakta.Kesimlikle bu köy uyumuyor! Ali beni karşılıyor. Boynuna sarılıyorum. “Sabah gideceğiz di mi?” diyorum. “Evet” diyor. “Tüm hazırlıkları yaptık. Merak etme. Senin güvenliğin için.” Tanrım bu güvenlik lafını artık duymak istemiyorum ve buradan en kısa zamanda çıkmak istiyorum. Ve  Şengal Kurdistan’â bağlanmadan da bir daha gelmek istemiyorum.

Baz nerdesin?

Yağmur devam ediyor. Uyuyorum.

Sabah uyandığımda Ali beni bekliyor. “Keko gelmedi mi?” diyorum. “O bizi Duhok’ta bekliyor” diyor. Tanrım ne ara Duhok’a gitti.Beni de götürseydi o zaman.Ah keko! Kahvaltı yaparken bir esmer genç giriyor içeri. Ali ile Arapça konuşuyorlar. Ali Bağdat’ta asker olduğunu söylüyor. O bizi götürecekmiş. “Peki. Götürsün de kim götürürse götürsün” diyorum. Nihayet tüm ev halkı ve kapıya biriken köylülerle vedalaşıp çıkıyoruz. Tanrım dönüyorum. Bir an buradan hiç çıkamayacağımı düşündüm.Yolda korkaklığım tutuyor gene.Kayıtlı tek numara var telefonumda Cemşid abe. Hocam vermişti acil bişey olursa ararsın diye. Doğru düzgün aramamıştım. İyiki de bir arıyorum.Cemşid abe de telaşlanıyor. Fotoğraflarımın olduğu hafıza kartını ayakkabımın içine yerleştiriyorum.Makinayı da saklıyorum. Cemşid abe “köprüye gelince haber ver” demişti.

Nihayet köprüdeyiz. Artık her şey geride kaldı. Duhok’a giriyoruz. Keko bir lokantada bizi bekliyor. Hızla koşup boynuna sarılıyorum.”Nerelerdeydin Keko” diyorum? Işıl ışıl gülüyor.Ben bu adamı seviyorum! En çok ta her şart altına yüzünde parlayan gülüşünü! Elini cebine atıp küçük bir mücevher kutusu çıkarıyor. Kalpli. Kırmızı kadifeden. “Bu ne” diyorum. “Aç bak bakalım ne”  diyor. Nasıl severim hediye almayı. Açıyorum ve gözlerimden bir anda yaş boşalıyor. Erkek çocukların kulağında görüp istediğim sonrada unuttuğum küpeler.Boynuna sarılıyorum.”Teşekkür ederim Keko diyorum!” “Bana değil kızkardeşime et!Onun hediyesi” diyor.Zarafete bak. Siz Kürd erkekleri. Hepiniz ne fenasınız. Hele söz konusu gizli centilmenlik olduğunda!

Yemekten sonra Laleş’e doğru yola çıkıyoruz. Küpelerim kulağımda. Bavê Çavuş’a yaklaşıyorum.Ohh dünya bana güzel! Yolda Keko’ya neden geceleri olmadığını soruyorum.Gülüyor.”Kejê sence geceleri o köydekiler neden uyumuyor?” diyor. “Neden?” diyorum merakla? “Anne Çavuş bizim gelirimiz olmadığını ve iş olmadığını gördün”. “Eee” diyorum…’’Biz Suriye’ye kaçağa gideriz.Tek geçim kaynağımız budur.Tüm sınırda yaşayanlar gibi.Onun için ailelerimiz sabaha kadar uyumazlar!...’’ Kocaman açılmış gözlerimle ‘’yani Keko sen kaçakçı mısın!?’’diye soruyorum.Gürültülü bir kahkaha patlatıyor! ”Evet” diyor. “Anlamalıydım!Ben de seni neden bu kadar sevdiğimi düşünüyordum!İlk çıktığımızda asayişi gördüğünde elinin ayağının birbirine girmesinden, tüm ajitasyonlarıma rağmen hiç değişmeyen yüz ifadenden, geceleri kaybolmandan, duruşundan, şefkatinden, rahatlığından, her şeyinden anlamalıydım. Keko biliyor musun ben kaçakçıları oldum olası çok severim. Güzel at sürüyor musun?” Gülüyor ‘’oooo hem de nasıl? Dört nala.Benim çok güzel bir atım var.’’ “Beni de götürür müsün bir gün kaçağa?” Hep beraber gülüyoruz.”Götürürüm tabi Anne Çavuş” diyor.”Yeter ki sen ağlama!”

Mir’in evinin önüne geliyoruz. Koşarak iniyorum arabadan An-ne’nin boynuna sarılıyorum.Sıkı sıkı.Şaşkın ve mutluyuz ikimizde.Anne Ali’ye “merhaba” dedikten hemen sonra ‘’kız ne yaptın cıncıx gibi çocuğa? Bu çocuğun hali ne nerdeyse tanıyamayacaktım garibi.Anasını ağlatmışsın!’’diye malını tanımanın rahatlığıyla fırçalıyor.

Nihayet evimdeyim….Sabah Bavê Çavuş’umu görmeye gideceğim…

      Kalbim küt küt atarak dayanıyorum çıplak ayaklarımla Laleş tapınağının önüne. İçeride, Mir söyledi. Mir Amr ve eşi de yanımda. Her adım attığımda kalbim kulaklarımda çarpıyor.Yüreğim göğüs kafesimi zorluyor.Taş avludan geçip merdivenleri çıkıyoruz. Dizlerim titriyor. Boğazım kuruyor. Burada ve ona çok yakınım. Merdivenleri çıktığımda karşımda olacak Derweş’im. Bir kez daha onu görebileceğim. Yanaklarım kıpkırmızı oluyor eminim çünkü yüzümün ateşi kulaklarımı ısıtıyor. Mir Amr ve eşi gülümsüyorlar. İkisi de üzerime varmıyor ama Bavê Çavuş’a çok derin bir aşkla bağlı olduğumu ikisi de biliyor. Dizlerim tamamen kontrolsüz şimdi. Bıraksam yığılıvereceğim taş merdivenlere… Gücümü topluyorum. Bir merdiven daha.

“”Hadi Kejê tam bir yıldır bu günü bekledin.Topla gücünü.”

Bir merdiven daha ve kapının önündeyiz. Şimdi sola dön.İçeriden sesler geliyor.Ama uğultu halinde. Artık algılamıyorum sesleri. Kulaklarımda sadece kalbim çarpıyor. Kalabalığı görüyorum.Bir sürü insan oturmuş. Avuçlarımın içi terliyor. Fotoğraf makinasını tutan elim su gibi oldu. Diğer alimle boynumdan süzülen terleri siliyorum. Şimdi kıyamet kopsa umurumda değil. Ellerim titriyor dizlerimle beraber. Başım mı dönüyor ne? Beni gören kalabalık ayağa kalkıp sevgiyle selamlıyor beni. Bayramlaşıyoruz ama ben gözlerimle onu arıyorum. Yok! Kahve geliyor! Hala yok! Çay geliyor yok! Geniş avluda kalabalığın içinde gözlerim etrafı arıyor.Diyo bir ara gelip Mir Amr’a bişeyler söylüyor.Mir Amr’ın yüzü allak bullak oluyor. Bir terslik var…

Neredesin? Burada olduğumu hissetmemiş olamazsın! Mir Amr gelip oturuyor yüzüne bakıp “ne oldu” gibi bir işaret yapıyorum. Zoraki bir gülümseme ile geçiştirip bişey yok diyor mimikleriyle? “Nerede ?” gibi bir işaret yapıyorum. Eliyle “Bekle” diyor. Bekliyorum. Bir ara yanımdakiler sohbet ediyor. Cevap verirken bembeyaz bir enerjinin bana doğru geldiğini hissediyorum.


Başımı kaldırıyorum. Herkes ayağı kalkıyor! Başım dönüyor. Elini tuttum mu sarıldım mı? Ne dedim hala hatırlamıyorum…Yanında oturuyorum şimdi ve her yerim zangır zangır titriyor.


“Seninle sonsuza kadar burada kalsam,sen Laleş’i ben seni beklesem Derweşo!..”

Bir ara kulağına eğiliyorum ’’biliyor musun her zor anımda yanıma geliyorsun? Ve sen geldiğinde her şey düzeliyor?’’ diyorum. Gülümsüyor hiç şaşırmadan ‘’biliyorum’’diyor.

Seni çok özledim demek istiyorum. Diyemiyorum. Yutkunuyorum. Şengal’i soruyor. Cevap veriyorum. Şengal’e gittiğimi nerden bildiğini sormak aklıma bile gelmiyor. Bir ara toparlanıp yüzüne bakıyorum.Halsiz ve soluk görünüyor.Göz bebekleri soluklaşmış. Sapsarı. Zayıflamışta sanki.

“Cizre’ye gitmişsin diyorum.”

“Evet” diyor. ”Ben biraz hastalandım.Cizre’ye ve İstanbul’a gittim.”Tanım.Şimdi birkez daha, daha dikkatli bakıyorum. Evet hasta görünüyor.

’’neyin var?” diyorum?’ telaşla.

’’Midem rahatsız’’diyor.

“Ne dedi doktor” diyorum. “Bişey demediler.Araştırıyorlar” diyor.

Tabi kırk gün yazın o Allah’ın sıcağında, kırk gün kışın oruç tutmaya mide mi dayanır? İyice telaşlanıyorum ’’sana bir şey olmaz değil mi’’diyorum. Yüzüme bakıyor. İlk defa gözlerimin içine bakıyor. Anında sulanıyor gözlerim. Yavaşça kalkıyor. Artık göz yaşlarımı tutamıyorum. Yanımdakiler sus pus.


“Neyi var Bavê Çavuş’un” diyorum Mir’e. Yere bakıyor Mir. Bu kötüye işaret. “Bilmiyoruz Kejê” diyor.”Doktorlar araştırıyor. Yurtdışına göndereceğiz olmazsa.’’

“yani bu kadar vahim?” O sırada geri dönüyor. Deri tütün torbasını katlayıp beline bağladığı kuşağın arasına koymuş.Oturuyor çıkarıp sarıyor.Sonra da ağızlığına yerleştiriyor. “Şengal’i sevdin mi Kej xan?” diyor. ’’Hayır!’’ diyorum. Gülümsüyor ‘’neden’’ diyor. “İçki içiyorlardı, sana söyleyeceğimi söyledim onlara” diyorum. Derin bir gülümseme kaplıyor yüzünü.

 Derweş’im bir tuhaf. Halsiz ve olduğundan daha mahsum ve mazlum görünüyor. “Çok mu hastasın? Çok mu canın yanıyor” diyorum. Yüzüme balkıyor. Çok derin bakıyor. “Yapma Derweş kölen olam! Ben yerine ölürüm!” Ne kadar öyle kalıyoruz ne konuşuyoruz bilmiyorum.Bilsem de size söylemeyeceğim. Araba geldi gitmem lazım! Ayağı kalkıyorum. Boynuna sarılıyor muyum? Giderken bişey diyor muyum? Geri dönüp bakıyor muyum? O bakıyor mu? Giden var mı peki gerçekten? Ya da bekleyen? Ben ruhumu ta geçen sene bu tapınağa bırakmamış mıydım? Beden nedir ki ruhun yanında? “Hep seninleyim Bawe Çavuş!Hep Laleş’te.” Arabaya bindiğimde hüngür hüngür ağlayarak Hocam’ı arıyorum.

-Kej Xanım,  noldu kızım?

-Hocam Bavê Çavuş çok hasta.

-Neyi var?

-Midesi ağrıyormuş

-Korkma prenses biz açlık grevinde uzun kaldığımızda bize de olurdu.Geçer onun tedavisi basit.

-Hayır Hocam çok halsiz görünüyor.

-Hiçbir şey olmaz. Bak sana söz veriyorum.Hiç bir şey olmayacak.

-Söz mü Hocam?

-Söz prenses. Artık dönsen diyorum.

-Hiç dönmesem ve kalan ömrümü burada Derweşimle geçirsem diyorum Hocam.?

Duhok’a gitmeye yakın Ali’yi arıyorum.

-Ali nerdesin?Geldim ben Duhok’a?

-Şey Kejê biz acil Şengal’e dönmek zorunda kaldık.

Ali’nin beni yarı yolda bırakıp gitmeyeceğini bildiğim için telaşla soruyorum

-noldu Ali?

-Ya Kejê sorma. Sel geldi. Evler yıkıldı. Senin kaldığın ev de dahil.

-Ne diyorsun sen Ali?

-Valla üzgünüm Suriye sınırında köylülerle toplandık sele kapılan cesetleri arıyoruz.

Boğazım düğümleniyor. Başım dönüyor.

-Çocuklarım iyi mi Ali?

-Üzgünüm Kejê. Sakin ol ama.Sadece beş altı çocuk kayıp.Şimdilik…

Başım dönüyor. Midemde ciddi bir kasılma var. Sanırım bayılacağım. Aklıma Diyo’nun Mir’i çağırması geliyor. Mir’in yüzü. Hemen Mir’i arıyorum. “Neden bana söylemedin” diyorum.”Sakin ol Kejê” diyor. “Ben sana demedim mi Mir? Rüya gördüm sudaydı herkes demedim mi? Sen beni suya sokmaya çalışıyorsun direniyordum demedim mi? Hadi ben anlamadım sen nasıl anlamadın?” Boğuluyorum hıçkırıktan.

Kejê kejê sakin ol!

-Ben ne sakin olacaam Mirrrr!Tanrı sakin olsun!

-  03/05 - 09/09/2011/Diyarbakır/İstanbul/Antalya

   
   
Dengê Kurdistan © 2011