psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 
   
  KÜRT SORUNUNUN BARIŞÇIK, DEMOKRATİK, ADİL VE KALICI ÇÖZÜMÜ

Öğr.Gör. Seyithan TURAN

Bilim adamlarının (özellikle antropolog ve arkeologların) yapmış oldukları araştırmalara bakıldığında felsefenin ilkin Çin ve Hindistan’da ortaya çıktığı daha sonra da ağırlıklı olarak Mısır, Mezopotamya ve Akdeniz Havzası (özelikle de Antik-Yunan) olarak tanımlanan bölgede yaygınlaştığı görülmektedir. Önlü Yunan filozofu Aristo, “insan sosyal bir hayvandır” derken insanı, diğer canlı varlıklardan ayıran düşünsel yetisini vurgulamaktadır. Bir diğer önlü Yunan Filozofu Heraklitos ise “aynı nehirde iki kez yıkanmaz” derken hayatta her şeyin bir değişim-dönüşüm süreci içerisinde olduğunu ifade etmeye çalışmıştır. 

Felsefenin, bilimin, sanatın, yerleşik hayatın, kültür ve medeniyetin ilk geliştiği yerleşim birimlerinden biri olan Mezopotamya’da yaşamış ve hala yaşayan kadim halklardan biri olan Kürtlerin, tarihten gerekli dersleri çıkardıkları söylenemez. Nüfusu 37000 olup self-determination (kendi kendini yönetme) hakkına sahip olan halkların bulunduğu 21. Yüzyılda tahminen 40 milyondan fazla olan Kürtlerin hala bir statülerinin olmaması hem çağın, hem insanlığın hem de Kürtlerin bir ayıbıdır.

İngilizlerin, liman kenti olan Liverpool futbol takımının önlü marşı, (Tanıl Bora’nın kulakları çınlasın) “you will never walk along(asla tek başına yürümeyeceksin)” dır. Bu tam da gündemimizin birinci maddesi olan “Kürtler arası birlik ve Kürdistan’da yaşayan halklar ve inançlarla bir arada yaşama” başlığına uyan bir argümandır. Bu da halkın birliğini, halkların kardeşliğini, inançların bir aradalığını, dayanışmayı, sosyal bütünleşmeyi ve barışçıl ilişkileri oluşturma ve geliştirme alanlarındaki en önemli çıkış noktasını işaret etmektedir.

Kanaatimce, çok gecikmeli de olsa bu coğrafyanın değişik (neredeyse hepsi) renklerinin böyle ulvi bir amaç için bir araya gelmiş olmaları tarihi bir andır. Yıllar önce okumuş olduğum bir metinde (yanılmıyorsam Latif Epözdemir’in) aklımda kalan bir pasajı aktarmak istiyorum: “Erê dara bê pel, ez dizanım ku tu dara bê pelî. Carna tu dibûyî Marksist,tu diçûyî Vîetnamê, Angolayê, Qubayê, Nikaragûayê te digot; ‘yekîtiya karkeran, diktatoriya proleter, sosyalizm, hwd.’ lê te çima ber çavê xwe nedidît?.’ Erê dara bê pel, yek carna tu dibûyî lîberal, te digot; ‘dewlemendî, pêşdeçûyîn, modernbuyîn, serbestî, rihetî, azadî û piyaseya azad’ le dara bê pel te çima br çavên xwe nedidît? Erê dara bê pel, yek carna jî tu dibûyî misilman û te digot;’hûn qe ji xweda natirsin, zilm û teda li mumîna dikin, bila zulm bisekine, Fîlîstîn, Lubnan, Erebistan, Cezatyîr û Tirkiye hemû bira ne û umetekin’ erê dara bê pel te çima ber çavên xwe nedidît, te çima “min” ne didît?!”

Bu konferansı düzenleyen tertip komitesinin bileşenleri içerisinde, değişik dünya görüşlerinin, siyasi eğilimlerinin, inanç gruplarının olması, kat ettiğimiz yolun bir göstergesidir.

Sosyoloji, var olan toplumsal gerçekliği, toplumsal olguları olduğu gibi ele alıp derinliğine inceleyip sistematik bilgiler ortaya koyan bir disiplindir. Kanımca, “Sırların taşlara yazılı olduğu bu bereketli topraklarda” yaşayan farklı etnik, dini, siyasi ve değişik kültürlerin temsilcilerinin burada bulunuyor olmaları müthiş bir sosyal olaydır.

Ortak çıkar, beklenti, özlem ve hayalleri olan bireylerin bir araya gelerek güçlerini birleştirmeleri ne kadar doğalsa, farklılıklarının olması da bir o kadar kaçınılmazdır. Bu coğrafyada yaşayan toplumu homojen (tek) bir gerçeklik olarak görmek bir yanılgıdır. Kürdistan’i toplum da diğer bütün coğrafyalardaki toplumlar gibi; çok sınıflı, çok kültürlü, değişik inançlı ve farklı sosyal tabakalardan oluşmaktadır. Heterojen bir yapıda, farklı toplumsal kesimlerin görüşlerini temsil eden, çıkarlarını savunan siyasal örgütlerin, ideolojik eğilimlerin (“ideolojik bakıyorsun” deyip ideolojiyi küçümseyen bakış açısının egemenlerin ideolojisinin ta kendisi olduğunu anlamak için; Ufuk Uras’ın ‘ideolojilerin sonu mu?’ adlı değerli bilimsel çalışmasına bakmakta yarar vardır.) olması olağandır.   

Kürt sorunu bu gün ortaya çıkmış bir sorun değildir. Yaklaşık 200 yıllık geçmişi olan (Marksistlere göre, “uluslar kapitalizmin şafağında doğdular”) bir sorundur. Bu coğrafyada yaşanmakta olan adaletsizliklerin, haksızlıkların, gerginliklerin, çatışmaların, yoksullaşmanın ve insani dramların temelinde bu sorunun kalıcı bir çözüme kavuşturulamaması yatmaktadır. Çözümsüzlük totaliter ve otoriter eğilimlerin güçlenmesini sağladığı gibi farklılıklar arasında çatışmayı, kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi ve sosyolojik anlamda anomiyi-yabancılaşmayı da beraberinde getirmiştir.

Farklılıklarımız, zenginliğimizdir. Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani, Keldani, Yezidi, Müslüman, Hıristiyan, Alevi, Sunni hangi etnik kökenden ve inançtan olursak olalım, birbirimizi ötekileştirmeden bir arada yaşamak zorundayız. İlişkiler, karşılıklı saygı ve hoşgörüye dayalı olmalıdır. Tarihsel okumalar, güçlü ve otoriter olanın hegemonyasına dayalı birlikteliklerin kalıcı olmadığını ve bitmez-tükenmez toplumsal çatışmalara, travmalara, felaketlere yol açtığını göstermektedir.

“Birlik”, sistemden zarar gören bütün toplumsal kesimlerin ve alt kültürlerin stratejik hedefidir. Amaç, herkesin özgür, eşit, adil ve insanca bir düzen içerisinde yaşaması ve geleceğe güvenle bakmasını sağlamaktır. Güçlerimizi, inançlarımızı, bu hedef doğrultusunda birleştirmekten başka şansımız yoktur.

POLİTİK BİR STRATEJİ OLARAK “BİRLİK”

Dünya ve bölgedeki son gelişmelere bakıldığında hepimizin ezberinin bozulduğu, eski okumalarımızla gerçekliği algılamada yetersiz kaldığımız görülmektedir. Kürt sorunu artık “Beynelmilel” bir hal almıştır. Kürdistan’ın güney parçasındaki ana siyasal akımların temsilcileri konumunda olan siyasal partiler 20 yıl önce “otonomi” talebinde bulunurlardı. Bugün ise verilen mücadele ve bölgedeki konjoktürel gelişmelerin de etkisiyle “federal” bir yönetime ulaştıklarını görmekteyiz. Muhafazakârından komünistine, liberalinden dindarına ve hatta azınlıklara kadar her kesimin Federal Kürdistan Parlamentosunda güçleri oranında temsil ediliyor olmaları, Ortadoğu coğrafyası gibi krallıkların, despotik yönetimlerin yaygınlığı karşısında demokrasiye geçişe bir örnektir.

Biraz da batılı egemen güçlerin yönlendirmesiyle, son zamanlarda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bazı ülkelerde ortaya çıkan ayaklanmalar ve rejim değişiklikleri, geriye kalan despotik yönetimleri de zorlamaktadır. “Arap Baharı”nın Suriye’deki yansımasının nasıl olacağını önceden kestirmek güç olsa da “Baas” partisi iktidarının sallanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Kürdistan’ın bu parçasındaki siyasi yapılar arasındaki “Birlik” iklimi olumludur.

Hangi parçada olursa olsun bütün siyasal eğilimlerin Paradigma değişikliğine gitmeleri, eski paradigmalarının dayandığı sayıltıları (ön kabulleri) terk etmeleri elzem hale gelmiştir. Kürt basını, ulusal çıkarlar doğrultusunda yayın yapmalı, ulusal birliğe zarar verecek dili kullanmaktan ve ötekileştirici üsluptan uzak durmalıdır. 

Her parçadaki farklı grupların, eğilimlerin, anlayışların ve hatta tek tek tek bireylerin bir araya gelerek kendi arlarında güç ve eylem birliğini sağlamaları, mücadeleyi yükseltmeleri, ulusal birliğin de gerçekleşme sürecine katkı sunacaktır. Kuzey Kürdistan’da son bir yıl içerisinde gelişen “birlik iklimi” son derece önem arz etmektedir.

Haziran seçimlerinden sonra çatışmaların şiddetlenmesi, Güney Kürdistan’ın sürekli bombalanması, çok sayıda asker ve gerillanın yaşamını yitirmesi, sivil can kayıplarının olması, Federal Kürdistan yönetiminin iki derede bir arada kalması, Türkiye’de savaş tamtamlarının çalınması, basının önemli bir kısmının “Nefret suçu” kapsamında değerlendirilebilecek, ırkçı ve şövenist yayınlar yapması tehlikeli gelişmelerdir. Şiddetin tırmanmasıyla birlikte Türkiye’deki demokratik kamuoyunun da susturulmaya zorlandığı gözlenmektedir.

Yukarıdaki analizlerin ışığında ivedilikle atılması gereken adımlar şunlardır:

-          Devlet, operasyonları durdurmalı, PKK ateşkes ilan etmelidir.

-          Çatışma ortamı, karanlık güçlerin provokasyonlarını hayata geçirmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu da Kürtlerin haklı davasına zarar vermektedir.

-          Bölge ülkelerinin asıl hedeflerinin Kürtlerin kazanımları olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

-          Kamuoyu önünde kullanılan dile, usul ve üsluba dikkat edilmeli, “ölü seviciliğini” çağrıştırıcı söylemlerden özenle kaçınılmalıdır.

-          Doğrudan ve dolaylı yollardan diyalog süreci başlatılıp tansiyonun düşürülmesi gerekmektedir.

-          Kürdistan’ın her parçasındaki yapılar kendi aralarında bir “birlik” oluşturmalı. Kendi problemlerini, diyalogla çözmeliler ve diğer parçalardaki Kürtlerin çıkarlarına uygun şekilde davranmalılar.

-           Türkiye’de ve Kürdistan’da ortaya konulan haklı ve demokratik tepkilerin dozajının iyi ayarlanması ve meşruiyet zemininde kalacak şekilde gerçekleşmeli.

-          Kürtlerin ve demokratik kamuoyunun vicdanını sızlatan siyasi operasyonlara karşı çıkılması ve bu kapsamda tutuklanmış olanların (özellikle KCK davası tutuklularının) serbest bırakılmasının sağlanması gerekmektedir.

-          Kuzey Kürdistan’daki değişik düşüncelere sahip yurtsever kesimler arasında yüz yüze ilişkiler geliştirilmeli demokratik güç birliğine gidilmeli. 

ANAYASAL SÜREÇ

Türkiye’de 90’lı yıllardan beri Kürtlerin vermiş oldukları legal-demokratik mücadele önemli mevzilerin kazanılmasını sağlamıştır. Bu mücadele aynı zamanda yaşamın her alanında entelektüel bilgi birikimini de oluşturmuştur. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, aydınların, yazarların, akademisyenlerin Kürt ulusal muhalefetiyle dayanışma içerisine girmeleri, Kürt halkının haklı davasına katkı sağlar. Bu bağlamda 12 Haziran seçim sonrasında oluşan tablo muhalifler açısından başarıdır. Tutuklu Milletvekillerinin durumu ve Hatip Dicle’nin Milletvekilliğinin gasp edilmesi gerekçesiyle meclisin “boykot” edilmesi Kürt halkı ve dostlarının aleyhine işleyen bir sürece dönüşmüştür. Yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı bu süreçte “Blok” milletvekillerinin meclise girmeleri, ezilen toplumsal kesimlerin taleplerini dillendirmeleri ve yeni anayasa sürecine aktif bir şekilde katılmaları Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin lehine olacaktır.

Yapılacak olan yeni anayasanın içeriğine ilişkin değerlendirmelerin bu toplantıda bulunan  hukukçu arkadaşlar tarafından yapılacağını düşünüyoruz.

   
   
Dengê Kurdistan © 2011