psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 
Sürgün

Rıza Çolpan

Avustralya’dan Dema nû, Dengê Kurdistan ve tüm Kürd yurtseverlerine “Selâm” demekle yazıya başlamak istiyorum. Konu, yoldaşım sayın Kemal Burkay’ın sürgünden yurda dönüşü.

Kürdçe de sürgün’ün anlamı “Nefi” dir. Bu adı, bu anlamı Kürd halkı kadar anlayan başka bir halkın dünyada olduğuna inanmıyorum. Minorski’yi yıllar önce okumuştum; osmanlı döneminde tek bir seferde yediyüzbin (700.000) günahsız insanımız yerinden, yurdundan silah zoruyla batıya doğru sürgün edilir, bunların büyük bir kısmı yolda çeşitli yöntemlerle yok edilir, geri kalanlar İç Anadolu’ya yerleştirilir. Daha sonra, yani 1837-1847 yıları arasında yaşanan Bedirhan Bey ayaklamasından sonra bu yöntem daha da acımasız kılınır, ta ki Osmanli’nın tarih sahnesinden silinmesine ve sonra -sözümona- onun yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu güne kadar.

Cumhuriyet dönemi, “Cumhuriyet” anlamını taşıyan bir dönemin adı değil. Bu dönem bir halkın insanlık dışı bir yöntemle ortadan kaldırılmak istenen bir dönemin adıdır. Daha doğrusu Cumhuriyet dönemi Kürd halkı açısından, bir soykırım dönemidir. Yüzbinlerce Kürd genci, ihtiyarı, kızı, kadını, gelini, beşikteki çocuk ve ana rahmindaki bebeğin, Koçkiri, Piran, Ağrı ve Zilan vadisinden Dersim’in her karış toprağında, bu dönemde hunharca katledilmiş ve on binlercesi de sürgüne gönderilmiş, süreç içerisinde bunların büyük bir kısmını asimilasyon çarkından geçirerek, soyuna, sopuna yabancılaştırılmış, halkına düşman ettirilmiştir. Bu durum 1980 faşist darbe sonrası daha da yoğunluk kazanmış, Kürd’ün ülkesi bir cehenneme çevril- miş, dört bin köy yakılmış, yıkılmış 5-6 milyona yaklaşık insanımız yerin- den, yurdundan kovulmuş, faşist rejimin metropollerinde perişan bıraktırılmış, asimilasyon çarkının kanlı dişlerinin arasına atılmış, yüzbine yakın bir Kürd kitlesini Hamidiye Alayları misali, Kürd insanının karşısına çıkararak Kürd’ü, Kürd eliyle imha politikasını uygulamıştır. Ne yazık ki bugün bu zulmü, bu uygulamayı gözlerimizle görüyor ve üzülüyoruz. Pir Sultan’ın deyişiyle “Dostun bir fiskesi öldürür beni”. Kürd, Kürd’ü çok öldürdü, ne yazık ki daha birbirini öldürmek istiyen bir hayli da Kürd var. Ağa maşaları ve Put’un müritleri.....

Sevgili okuyucular, dostlar, arkadaşlar, çok uzak bir ülkede yaşıyorum ama, dünya benim odamda, her yeri görüyor, gelişen olayları da odamda takip ediyorum. İlk çocukluk ve gençlik dönemim, bir çakıl taşımın olmadığı, ama canım ve ruhum kadar sevdiğim köyümden 1951 yılının Nisan’ın on dördünde (14) ayrıldım. Adana, İstanbul, Kıbrıs ve kırk bir (41) yıldan beri de dünyanın Güney Kutbu, Avustralya kıtasında yaşıyor, cennet misali ülkem ve o bir çakıl taşımın olmadığı köyümün hasretini çekiyorum. Beni o cennet yurdumdan ayıran sebep elbette o dönemdeki siyasi görüşüm değildi sayın Burkay yoldaşım gibi, ama faşist devletin halkıma karşı uyguladığı ekonomik ve kültürel baskı, diğer bir takım zorluklar sonucu ülkemi terk etmek zorunda kaldım. Gençliğimin onyedi yılı İstanbul’da geçti. İlk sosyal uyanışım 1962 dir. 1965 te bir TİP sempatizanı ve Çetin Altan hayranıyım. Coşku ve umut dolu dünyayı toz-pembe gören genç bir Sosyalit. O günlerdeki itopyam, rüya ve hayâllerim. Hayâl ile yapılan gökdelenler, apartmanlar, hanlar, sonuç, yıkım ve hüsran, acı ve gözyaşı.

Evet, asıl konuya gelmek istiyorum. Konu, Kemal Burkay’ın otuz yıllık bir sürgün hayatından sonra yurda dönüşüyle ilgili. Kemal’in merhum babası Rıza Burkay, 1946 yılının Ekim ayında ilkokula “Şilk” adlı köyde başladı- ğımdan iki ay sonra eğitmenimiz Şükrü Can Hoca’nın -ki O’da Kemal Burkay’ın köylüsü idi- başka köye tayını sonucu, onun yerine gelmişti. İlk defa “Burkay” soyismini o günlerde öğrenmiş oldum, ama Rıza Hoca’mın, -köylerimiz birbirine o denli uzak olmamasına rağmen- çocuklarıyla tanışma olanağım olmadı. Zaten merhum Hocam bir kaç ay sonra başka bir köye gitti, onun yerine, yine onun köyünde, Akçadağ Köy Öğretmen Enstitüsü, yeni mezunu Hıdır Yeşiltepe geldi ve bir daha da ben o babam kadar sevdiğim mütevazi, güler yüzlü, cana yakın insanı göremedim.

Yıl 1975, ben Avustralya kıtasının Sydney kentinde, yine umut ve coşku dolu bir Sosyalist’im. Kendi evimde bir çok Kürd ve Türk sosyalisleriyle “Avustralya Türk Emekçiler Birliği’ni” kurmuşuz. O gülerde bir tesadüf sonucu Özgürlük Yolu dergisinin bir sayısı elime geçti. Kemal Burkay’ı ilk defa o dergideki yazısıyla tanıdım ve yürekten ona ve o harekete sempati duydum. Yani dergideki yazılar, o güne kadar uyumakta olan Kürdlük duygumu uyandıran ilk dürtü ve ilk kıvılcım oldu. Daha sonra 1977’nin onikinci ayında İstanbul’a, oradan da ülkemdeki köyüme dönerken, bir kaç gün sonra asıl ismi “Dep” olan, sonradan faşist yönetimin ismini değiştir- diği, Karakoçan’a uğrayarak, ordada Fevzî Doğan’a misafir oldum. Fevzi Doğan o yıllarda Karakoçan Özgürlük Yolu adına  TÖB Derneği Başkanı idi. Fevzi, Apo kurbanı olan Delil ve Mazlum Doğan’nın  abisi.  Ben Fevzi kardeşime misafir olurken, ondan Almanya’da faaliyet gösteren “Almanya Kürd İşçi Derneleri Federasyonu” Komkar’ın adresini aldım, ilk tanışmam Özgürlük Yolu’yla böyle başladı, ama Kemal Burkay ile birzat görüşmemiz ve birbirimizi tanımamız, 9-8-1983 günü eski “Sovyetler Birliği” gezisin- den, İsveç başkenti Stockholm’a döndüğümde oldu, orada bir kaç günlüğüne kedisine ve diğer bazı arkadaşlara misafir oldum. Daha sonra Kemal Burkay, merhum Gültekin Gazioğlu ile Avusturalya’ya konferans vermeye geldiklerinde, görüştük, sonra bir kaç kez yine İsveç’e uğrarken ona misafir oldum, arkadaş ve yoldaşlığımız daha da sağlam bir temele oturdu. Aynı yaşta olmamıza rağmen, onu her zaman kendime bir öğretmen olarak gördüm. Kısacası, Kemal Burkay kalbimin en derin yerinde bir taht kurmuştur. Onu bir kardeş gibi seviyor ve saygı duyuyorum. Çünkü yaşamı boyu, gerek yürüdüğü politik platformda, gerek siyaset sahnesinde hep dik başlı, kararlı, ilkede taviz vermeyen, inadına inançlı, cesur, yürekli, halkının davasına bir Kerem gibi aşık ve sevdalı, inandığı dava için ser vermekten çekinmeyen bir kişilik. Yarım asırlık ömrünü inandığı dava için harcamış, yanılmıyorsam altmışa yakın Kürdistan Kütüphanesine ve halkına kitap armağan etmiş, yüzlerce de herkesin içinde birşeyler öğrenebileceği, yol gösterici makale yazmış bir Burkay ve bir rêşan, bir lider.

Bundan yıllar öncesi ben ona “Bimre Birakujî, Bijî Kurdistan” adlı şiir kitabımda uzun bir şiir yazmıştım. O, sesi, fidan boyu gibi ince, kibar, alçakgönülü, yüreğinde insan ve doğa sevgisi taşıyan, güçlü bir şair, yazar, teorisyen, uzun soluklu, uzağı gören, sezgisi güçlü bir siyaset adamı. Böyle bir adamı 30 yıl gibi uzun bir dönem mazlum halkından uzaklaştıran faşist rejimi lanetlemek her Kürd insanının görevidir diye düşünüyorum.

Git yoldaşım git, git kardeşim git, mazlum halkına kavuş, yolun açık olsun, onlara her zaman ki gibi  bir ışık, bir rêber ve rêşan ol,  insanlarımızın elini tut, yol göster ve şunu da unutma, benden de Hozat’ın bozkır ve değirmenlerine, han ve mağaralarına, Munzur’a, Tûjık Baba ve Düzgün Baba’ya, Laç ve Qutî derelerinde, Sındam vadisindeki onbinlerce şehit kanıyla kızıllaşan o kutsal toprağa, Sey Rıza, Alişêr ve yiğit Ana Zarife Hanım ruhuna, köyün Dırban’ın sağındaki Sawa tepesine, oradan da Kûpik’a selâm söyle. Selâm söyle Koçkiri’ye, Piran’a, Zilan’a, Mahabad, Helebce ve Bedinan’a. Selam söyle o kutsal yurdun her karış toprağına, taşına, suyuna, çeşmesine. Öp benden de o kutsal toprağı dost, ama unutma. Anne ve baba mezarını öperken, bir öpücük de benden ver, seni dünyaya getiren o iki saygı değer insana. 

Kemal Can, ben senin gibi ülkemden kaçmak zorunda kalmamama rağmen, faşist yönetim 1983 yılında bana da “Yurda Dön” çağrısı gönderdi ve beni de vatandaşlıktan attı, ama ben değişik adla bir kaç kez ülkeme gidip, hasret giderdim. Ölürsem yakılacağım yoldaş, budur vasiyetim. Sakın “Niçin” deme. Milyonların koca dünyada iki metre-karelik toprağı yokken, benim iki metre-karelik bir yer işgal etmem, temel felsefemle çelişir bavê min, kekê min û ronahîya herdu çavên min. Eğer hayatta isen o zaman, senden ricam, külümü sen al, avucunla doğduğum köyümün toprağına serp ki, eğer varsa ruhum şad olsun.

Tekrar güle-güle yoldaş, Mustafa abine, yeğenlerine, bütün Dırbanlılara, tüm sevdiğin Kürd yurtseverlerine, yoldaşlarımıza selâmlarımı söyle.

Here ji te ra oxir be
Lê miqate xwe be
Bibîne welat û gelê xwe
Bi dil da  jî şa be

Nezan zalim in
Û zû tên xapan
Gayên cot in ew
Li paş hevcar û tapan.   

Rıza Çolpan.                                                                                              

                                     

 
   
Dengê Kurdistan © 2011