PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Pirs û Bersîv
Soru / Cevap
Webmaster
1
 
 
 
Politika Cambazları

Yılmaz Çamlıbel

8 Aralık 2004 tarihinde, International Herald Tribune ve Le Monde gazetelerinde yayınlanan bir ilan, Türk ve Kürtler arasında büyük bir dalgalanmaya neden oldu. 200 civarında Kürt aydını tarafından imzalanan bu ilanda, AB kapısında bekleyen Türkiye’nin, Kopenhag Kriterlerini eksiksiz yerine getirmesi isteniyordu. Herkesin konu hakkında düşünce, istem ve beklentilerini dile getirdiği bir aşamada, 200 Kürt aydını da isteklerini ortak bir metinle dünya kamuoyuna iletme yolunu seçmişti. Böylesine doğal bir ilanın, böyle bir hareketlenme ve dalgalanmaya sebep olmasının altında acaba neler var? Özellikle Kürtlerin, bu soruya cevap araması gerekiyor.

Paris Kürt Enstitüsü, bu metni bana, 23 Kasım 2004 tarihinde gönderdi ve imza verip vermeyeceğimi kendilerine iletmemi istedi. Metin, bu konudaki düşüncelerimi tam yansıtmıyordu. Ama Kürt halkının büyük çoğunluğunun istemlerinin ortak paydasını, AB’nin kuruluş mantığını yansıtan bir metin olduğu için, onayladım ve imzaladım.

İlanın çıkması üzerine Türk yöneticileri, ( başbakan, bakanlar, parti başkanları v.s.) büyük bir kin, nefret ve kızgınlıkla imzacılara saldırmaya ve tehdit etmeye başladılar. “ İlan ajan işidir. Dış güçlerin kuklasıdırlar. Anayasal suç işliyorlar. Siyasi suikast. Kürt devleti kurmak istiyorlar v.s.”

Ana vatan konuşurda, yavru vatan hiç susar mı? İşte büyük Türk önderi Rauf Denktaş’ın sözleri. “Bir devleti bölmek suçtur.” Şimdi bu lafa güler misin, ağlar mısın, yoksa  kızar mısın?

Gelelim Kürt cephesine. Leyla Zana, Türkiye ve Kürdistan’ın içinde bulunduğu konjonktür nedeniyle, vitrine çıktı. Her şeyi magazinleştiren medya, onu daha da popüler hale getirdi. Kendal Nezan’ın çabaları sonucunda Sakharov ödülünü aldı. O, böyle bir yükü kaldıracak kapasitede bir insan değildir. Bu nedenle, omuzladığı yükün altında sürekli olarak yalpalıyor ve eziliyor.

Yetkinliği ve donanımsızlığı yüzünden,Türk yöneticilerinin saldırısını göğüsleyemedi ve geri adım attı. Üstelik, velinimeti olan Kendal Nezan’a iftira etmekten çekinmedi. Metne sonradan ilaveler yapıldığını, aldatıldığını söyledi. Bu da yetmezmiş gibi, Kürtlerin ezici çoğunluğunun bu metni onaylamadığını söyleyerek, devlete yağ çekmeye kalktı. İşte Sakharov ödülü sahibi Leyla hanımın sözleri. “ Kürtlerin ezici çoğunluğu ve temsil ettiğim siyasi misyon otonomi ve özerklik istemiyor.”

Temsil ettiği siyasi misyonun, yani “ İmralı kahramanı, Kürt halkının eşsiz  önderi Abdullah Öcalan’ın” Kürtler için böyle şeyler istemediğini biz de biliyoruz. Leyla Hanıma göre, Kürt halkı da, Apo gibi düşünüyor. Leyla Hanım belli ki, kendini ve temsil ettiği misyonu, Kürt halkının temsilcisi olarak görüyor. Bizler, Leyla Zana’nın kimin temsilcisi olduğunu iyi biliyoruz. Önümüzdeki günlerde, bu ilan metni gibi, daha çok olayı beraberce yaşayacağız. Her yaşanan olayda, Kürt halkı Leyla hanımın kime hizmet ettiğini daha net biçimde görecektir. Ve o, hak etmediği bu yerden, laik olduğu yere postalanacaktır.

Adı geçen ilan, gerçekten büyük çalkantılara neden oldu. Kuzu postuna bürünmüş kurtlar siyasi alana çıkıp, Kürt halkını tehdit etmeye başladılar. Bu saldırı sonucunda bazı Kürtler, tükürdüğünü yaladılar. Yıllardır Kürtlere kan kusturan politika cambazlarına yağ çekmeye başladılar. Her iki tarafa mensup politika cambazları; kavram kargaşası yaratmaya, bilinç köreltmeye, hedef şaşırtmaya ve demagojik belirlemelerle yine sapla samanı; at iziyle, it izini birbirine karışmaya başladılar.

Kürt politikacı ve aydınlarına düşen görev, bu karanlık politik alanı görülür bir hale getirmek, olayları bilimsel akademik bir açıdan değerlendirip, Kürt ulusal mücadelesini sağlıklı bir kanala doğru yönlendirmektir olmalıdır. Bu amaçla, meydana gelen bu karmaşayla ilgili görüşlerimi, sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğimiz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, Kürt varlığı yok sayıldı ve yok edilmeye çalışıldı. Bu politikaya karşı çıkan Kürt aydınları acımasızca ezildi. Kürt ulusal mücadelesi hep kanla bastırıldı. Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen, Kürt halkının ulusal ve Türk halkının sınıfsal muhalefeti, Türk devletini çağdaş demokratik bir değişime itmeye yetmedi.

Türkiye’nin AB üyeliğinin gündeme gelmesi sonucunda bu iç muhalefete, bir de diş muhalefet eklenmiş oldu. Bunun sonucunda Türk yöneticiler istemedikleri halde, bazı demokratik adımlar atmak zorunda kaldılar. Ama Kürt varlığının tanınması, ulusal ve insani haklarının yasal güvenceler altına alınması konusunda, ciddi bir adım atılmadı.

Türk yöneticiler bu konuda, kapsamlı bir stratejik politika izledi ve izlemeye devam ediyor. Onlar, ellerinden geldiği kadar bu sorunu gözden uzak tutmaya çalışıyorlar. “Kürtler bir azınlık değildir. Onları azınlık görmek onlara yapılacak bir kötülüktür. Onlar birinci sınıf vatandaşlarımızdır, her türlü hakka sahiptir v. s.” Gibi söylemlerle kafa bulandırmaya çalışıyorlar.

Bunun yetmediğini gördükleri için, ayrıca Kürt halkı içinde Kemalist düzen yanlısı bir Kürt politikası oluşturmaya ve Kürt ulusal muhalefetini, bu güdümlü politikanın kuyruğuna takmaya çalışıyorlar. Bu stratejik proje, Türk derin devleti tarafından Öcalan’a dikte ettiriliyor. O da bu emirleri güdümündeki legal ve illegal örgüt temsilcilerine, emir olarak aktarıyor.

Bu da yetmediği için Türk derin devleti, Kürt ulusal mücadelesini bağımsız bir çizgide götürmeye çabalayanların içine, malum misyonuna mensup kişiler sokularak, bu bağımsız çizgi kontrol altına alınmaya, bu yetmediği taktirde çalışmaları provake etmeye çalışıyor.

Bilindiği gibi uzun bir zamandan beridir bazı Kürt politikacı ve aydınları, Kürtlerin insani ve ulusal haklarını savunan ve Kemalist düzenden bağımsız legal bir parti kurmaya çalışıyorlar. Türk derin devleti de bunun önünü kesmek için, kendilerinin güdümünde bir Kürt legal partisi kurmak istiyorlar. İlanla ilgili koparılan kıyametin temel nedeni bu rekabettir .

İlan metninde Kürtler için otonomi, özerklik ve ya federasyon istendiğine ait hiç belirlemenin olmamasına karşın, acaba Türk yöneticileri neden böyle bağırıp çağırıyorlar? Oysaki yıllardır bu tür istekleri dile getiren Kürt birey ve kurumları var. Acaba onların daha sivri sözlerine neden ses çıkarmıyorlar?

Örneğin Türk Devleti ve Kürtler, Kürdistan Sosyalist Partisi’nin 30 yıldan beri, Türkiye için Türk ve Kürt halklarının hak eşitliğine dayalı bir federal sistem içinde yaşamasını savunuyor. Bu konuda bildiriler yayınlıyor, toplantılar düzenliyor, ziyaret edilen Avrupalı parti ve örgüt yöneticilerine raporlar sunuluyor.

Bundan iki ay önce, Hak ve Özgürlükler Partisi, genel başkanının da içinde yer aldığı, yönetici ve üyelerinden oluşan 30 kişilik bir kafile, Diyarbakır’dan hareketle Brüksel’e geldiler. AB yetkililerine Kürt sorunuyla ilgili kapsamlı bir rapor sundular.

HAK-PAR, 26 Haziran 2004 tarihli raporunda şunları söylüyor. “Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Program, Kürt halkının haklarını tanımlamaktan uzaktır. Kürtler de diğer halklar gibi, kendi kendini yönetmek dahil, bütün ulusal demokratik haklarını kullanmaktan yanadır. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Kıbrıs için hazırladığı çözüm planı yararlanılacak bir çözümdür. Kürt kimlikli ve Kürtçe isimli parti, dernek, sendika, kulüp, meslek odası gibi kurumların kurulması serbest olmalıdır.

Partimize göre Kürtçe, Türkçe’nin yanı sıra, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde hem kamusal hem de devlet işlerinde resmi yazışma, hem de eğitim ve öğretim alanlarında kullanılmalıdır.”  Acaba Türk yöneticileri neden bu sözlere  bir şey demediler?

Çünkü onlar, içine sızamadığı Kürt örgütlerinin sesinin Kürt halkına ulaşmasını, onlar tarafından tanınmasını istemiyorlar. Bu nedenle onların en sivri söylemlerini bile görmezlikten geliyorlar. Medyanın onlardan bahsetmesini yasaklıyorlar.

Kürt halkı da çok sınıflı, kültürlü, dilli, din ve mezhepli bir toplumdur. Bu açıdan farklı görüş ve düşüncelerin, onları savunan partilerin olması doğaldır. Ama, herkesin çözmek istediği Kürt sorunu ulusal bir sorundur. Bu da, herkesin sınıf, cins, din ve mezhep kimlikleriyle ilgili düşüncelerini koruyarak, ulusal çıkar için el ele tutuşmasıyla çözülür. İşte, Türk derin devletiyle onun emrine girmiş işbirlikçi Kürtler, böyle bir politikanın oluşmasını ve Kürt halkını peşine takmasını engellemek istiyorlar.

İlanı bir ihanet olarak yorumlayan bir gazete, bazı Kürtlerin imzalarını geri çekmelerini şu cümleyle spota çıkarmıştı. “ Kürtler Çatladı.” Bence bu çatlama iyi oldu. Şüphesiz birlik, özlediğimiz ve savunduğumuz bir şeydir. Ama her birlik iyi, her bölünme kötü değildir. İlanla ilgili bu bölünme, bence iyi olmuştur. Ben, bu tür bölünmelerin, daha da derinleştirilmesinden yanayım.

Bana göre Kürtler, iki temel hat üzerinde saflaşmaya doğru yol alıyor. Birinci hat, sınıf, cins, kültür, dil, din ve mezhep kimlikleriyle ilgili istemlerden vaz geçmeden, ulusal çıkarı her türlü çıkarın önüne koyan milli (Kürdistani) hattır. İkincisi ise, sebep ne olursa olsun, bu görüşe karşı çıkanların toplandığı gayri milli hattır.

Zaten yaşam ve tarih, sürekli olarak bizi böyle bir ayrışmaya itiyor. Bizlere düşen görev bu ayrışmayı ve bölünmeyi hızlandırmaktır. Zira bu ayrışma ve saf tutma, Kürtlerin kaderinin belirlenmesinin, temel dinamiğidir.

Biçimi ne olursa olsun, Türkiye ve AB ilişkisi devam edecektir. Önümüzdeki günlerde,  hem Türk devletini hem de Kürtleri, zorlu bir mücadele bekliyor. Birinci hattın Kürt politikasını yönlendirmesi halinde, Kürtler kaderlerini belirleme konusunda çok güçlü dayanaklara sahip olacaktır. İkinci hattın egemen olması halinde ise, içinde bulunduğumuz acılar, işkenceler ve katliamlar devam edecek, önümüze gelen tarihi fırsat kaçırılmış olacaktır.

Bu konuda önemli bulduğum bir noktaya parmak basmak istiyorum. Kürt sorunu, Kürtlerin sorunudur ve onlar tarafından çözülecektir. Bu sorun, hiçbir nedenle, başkalarına havale edilemez. Ama, sorunun çözümünü kolaylaştıracak en küçük bir katkı bile, bizim için çok önemlidir. Türk AB ilişkilerine de, bu gözle bakmalıyız.

Başka önemli bir nokta ise şudur; içinde bulunduğumuz tarihi koşullar, bölgemizdeki mazlum halkların ve etnik grupların yükü de Kürtlerin sırtına yüklemiş bulunuyor. Kürtler, sadece kendileri için değil, bölgedeki ezilen halkların, sınıf, cins, dil, kültür, din ve mezheplerin mücadelesini de yürüttüğünü unutmadan, yolunu şaşırmadan yürüyecek makro planlar yapmak zorundadır.

Bu mücadele, çok onurlu bir mücadeledir. Yürekli, mütevazı ve özverili olmamız gerekiyor. Bu soylu mücadele, kendi gücünü küçümseyen, onun bunun merhametine sığınan, macerayla teslimiyet arasında gidip gelenlerin karı değildir. Bu tür kişi ve kurumlara takılıp kalmamalıyız. Ulusal kurtuluşumuz, Ortadoğu’daki mazlumların da kurtuluşunun önünü açacaktır. Bunu başarmak için, önce kendi içimizde, sonra da tüm ezilenlerle el ele tutuşmalıyız. Zulmün sonu yoktur. Tarih boyunca yapılan tüm mücadeleleri, hep mazlumlar kazandı. Hiçbir şüphem yok, biz de kazanacağız.

 

  Dengê Kurdistan © 2004