psk@kurdistan.nu
PSK PSK Bulten Komkar Komjin Roja Nû Weşan / Yayın Arşiv Link Webmaster
Dengê Kurdistan
 PSK
PSK Bulten
 KOMKAR
Komjin
 Roja Nû
 Weşan/Yayın
 Arşiv
 Link
Webmaster
 

Siyahi Rüyanın Kürt Uyarlaması

 Zozan E.

Bir rüya gördüm! diye başlamıştı Martin Luther King…

Bir hayalim var!...” deyip devam etmişti;  “Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlâtlarıyla, yine bir zamanlar köle sahibi olanların evlâtları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler...” Oturdular….

 Bütün bir mücadeleler tarihine  göz gezdirildiğinde bundan daha açık bir “kehanet” bulmak zordur. Luther King bu sözü söylerken insanlık tarihinin ortak deneyimlerinden mi yola çıktı bilinmez ama sonuç olarak adları, sınırları ne olursa olsun, hak arayışında olan tüm  toplumlar, çatıştığı egemenlerle bu ruh halini bir şekilde deneyimledi.

Nihayetinde bir rüyaya inanmakla başladı her şey, yani tarihe “inançlarımız” şekil verdi,  en absürt haliyle bile.

Luther King karşıtların uzlaşımı üzerinden tanımlamıştı rüyasını.

Peki ya “aynı” tarafta olanların “iç” çatışmaları?

Her biri kendi çapında kodaman devletlerin, coğrafyamız üzerinde bilmem kaç yüz yıllık politik entrikaları ile cebelleşmenin yanı sıra,  birbirimizin yakasına yapışmaktan geri kalmayan biz Kürtlerin hikayesi…

 Bide  bizim rüyamız.... Kürdistan ile ilgili gördüğümüz nice rüya. İnsanı, dağı taşı ile Kürtçe konuşabildiğimiz,  kendi dilimizde rüyalar görebileceğimiz, temelde insan olarak aidiyetlere saygı duyulan, ve; ne ya da kim olduğumuzu saklamak zorunda kalmadığımız özgür bir coğrafya… Öyle bir yer ki; bereketi en büyük belası olan, dengbêj ağıtlarının çığırdığı  hikayelere konu olan, kanlı baskınlara, idamlara, sürgünlere rağmen talihinin bir gün dönebileceğine inanılan bir coğrafya…

Gelgelelim bu rüyayı kabusa dönüştürebilecek şeye. Siyahın siyaha, Kürdün  kürde el kaldırdığı, politik farklılıkların, ulusal birliğe bir şekilde hep üstün geldiği tarihsel tekerrürlere. Sürekli aynı hatayı yapan çocuğun hayal kırıklığını yaşayan biz Kürtlere.

“Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” zihniyetine dayanmak değil niyetim; ya da Ulus paranoyasına! Bahsettiğim; parçalanmışlığı her hücresine işlemiş, olmadık travmalar geçirmiş bir halkın tek tedavisi: “toplu terapi” ihtiyacı aslında. Acılarımızı, birbirimizi ötekileştirerek değil de, paylaşarak atlatabileceğimiz bir hastalık geçiriyoruz. Hala. Ve hala aynı hataları yapamaya eğilimlilerimizi frenleyemiyoruz hiç birimiz , nedense?

Niye anlatıyorum bunları?  Ulusal bilincimin, psikosomatik sonuçlarını engelleme çabası olabilir ; ki bu tamamen kişisel… Bir iç döküş. Nasıl, ne için,  deme eğilimimin yetinmeyip cevap bulma konusundaki inadı belki!

Somutlarsak; 

Yurtseverliği sonuçlarına bakılınca kesinlikle tartışılır olan bazı Kürt gençleri, yurtsever Kürt gençlerine saldırıyor Urfa’da. Dört kişiye yaklaşık 30 kişi, sopalarla, ve bir an bile düşünmeden.

 Acaba bilebilselerdi emeklerini, fedakarlılarını, inançlarını bu topraklara. Ya “Adlarını”  azıcık düşünebilselerdi, onları koyan ebeveynlerinin, zamanında atmaya zorlandıkları voltaların bedelini, kayıp çocukluklarıyla ödeyen ve bu gün ödemeye tüm yürekleriyle devam eden bu gençlere kalkar mıydı elleri?  Ya da, bedeli ne olursa olsun, kendilerine kalkan ellere karşılık vermemenin bilincini, bir yük gibi taşımak nedir bilebilirler mi?

Cevabını kim nasıl verebilir bu sorunun bilemiyorum ?

 Sopalılar mı?

Urfa’da  saldırıya uğrayan gençler değil elbette…Kürt ulusal mücadelesi adına iki kere düşünmenin bedelini ödemeye  alışmış, ama aynı zamanda da sıkılmış nice Kürt aydını da değil bu sorunun muhatabı. Ya da aynı mücadelenin tarih sahnesindeki “Namus” yükünü taşımakla lanetlenip sürgün edilenler de değil? 

Kim o halde ?

……………….

Neyse ki tüm bunların ötesinde,  farklı  Kürt çevrelerinin  aklı-selimleri boş durmuyor.  Karşılıklı  olumlu adımların atıldığı, ortak amaca yönelik bir platformda buluşmaya hiç bu kadar yaklaşılmamıştı beklide. Kürt kadın girişimi bunun bir örneği.

Ve benim rüyam…

Bir rüyayla başlamıştık ya… Öyle bitirelim.

Bir rüya görmüştüm ben de :

On yaşlarında bir kız çocuğunu! Yaşadığı zaman, çevre, minyatür bir örneği Kürt örgütlerinin; ailesi,sülalesi…
Evi;

Öyle bir ev ki; zamanın “karakol kurma” geleneğinden nasiplenip kaç kez bizzat Karakol olmuş. Duvarında Mala Mustafa Barzanî’nin ahşaba yakılı bir portresi ( çoğu polis baskınında dedeleri oluveren), fonda, metal kablosu kornişe takılı radyoda Erivan’dan Kürt şarkıları, kat kat naylon poşetlere sarılmış ve  evin  su deposuna asılı yasaklı “Kütrçe kasetleri” arşivi,  Kur-an çevirisi yapan babanın daktilosundan yükselen Arapçadan Kürtçeye nağmeler,  televizyon ekranı çoğu zaman Med tv ; annesinin favorisi ( yeğenlerinden birini görebilir umuduyla bıkmadan izlediği), ve kütüphanelerinde artık saklanamayanların anlatıldığı  her  türlü yayının ( Riya Azadî, Xebat,Rizgarî….) yine itinayla saklandığı bir ev!

Öyle bir ev ki; politik tercihlerine bakılmaksızın, onuruyla mücadele eden  her kürde saygı duymanın, yurtseverliğin ilk koşulu sayıldığı, farklı ideolojilere sahip bireylerinin , oturup saatlerce Kürt ve dünya siyasetini, tarihi, dili, edebiyatı yine farklı tezlerle tartıştığı ve buna rağmen tartışmaların sonunda kimsenin ölü ya da yaralı çıkmadığı bir ev.

Yine öyle bir ev ki; bazı bireylerinin , politik tercihlerinden ötürü, uğruna tüm yaşamlarını disipline ettikleri topraklarından “namus belasına” sürgünü yüklenmek zorunda kaldığı. Öyle ya kılıç nasıl kınını keser?

Amacım  eşeleyip kokutmak değil. Aksine arada bir dönüp bakmazsak (iyisiyle-kötüsüyle) olmuş olana, nasıl değiştirebiliriz ki olacakları. Zira Urfa’da olanlar hiç iç açıcı değil!

 
   
Dengê Kurdistan © 2011