PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Dün cami, bugün bayrak…

Kemal Burkay

Demokrasi ve değişim düşmanlarının atakları devam ediyor. Provokosyan dalgası son olarak bir Tsunami biçiminde Trabzon’u vurdu. Cezaevlerindeki durumla ilgili bir bildiri dağıtmak isteyen 4-5 kadar genç, faşist ve provokatör unsurlarca, “PKK’lılar Türk bayrağını yakıyor!” dilye kışkırtılıp sokağa dökülen, bilincini yitirmiş, gözü dönmüş bir kitlenin saldırısına uğradılar, linç edilmek istendiler. Olayların ardından ise kim oldukları belli kışkırtıcılar ve saldırganlar değil, saldırıya uğrayanlar tutuklandı. Basında birçok kişi, linçi engelleyen emniyet müdürünü alkışlıyor. Bazıları saldırganları değil, bildiri dağıtma hakkını kullanan gençleri, “halkı tahrik ettiler” diye suçluyor ve bunların arasında ülkenin başbakanı da var!

Demek bu ülkede bildiri dağıtmak “halkı tahrik” oluyor… Yurttaşın bu hakkını savunmak, saldırganları engellemek emniyetin görevi iken, bu görevini yapmayan, kışkırtıcıları ve saldırganları hoşgörüyle karşılayan emniyet güçleri, en başta da vali ve emniyet müdürü, üstelik, sonuç tam bir linçe varmadığı için alkışlanıyor… Başbakan’ın görevi ise, kendi yurttaşının özgürlüklerini kararlıca savunmak değil de kitle nabzına göre şerbet vermek, gözü dönmüş linççi kalabalıkları hoş görmek ve sırtlarını okşamak oluyor…

Dört gence yönelik saldırı daha sonra, bir açıklama ile bu saldırıyı protesto etmek isteyen 30 TAYAD’lıya karşı da sürdürüldü. Bu nedenle Türk basınından bazı kalemler, “Trabzon’da devlet güçleri acz içinde” diye başlık atmışlar. Bana kalırsa devlet güçleri acz içinde değil, tezgahın tam da içinde. Görünen köy kılavuz istemez.

Bu filmi 12 Eylül 1980 darbesi öncesi de seyretmiştik. O zaman kitleler daha çok “komünizm tehdidine” karşı ve  “camiye saldırı var” diye kışkırtılırdı. Bu saldırıda ırkçılar ve şeriatçılar kolkola yürürdü. Maraş’ta 1979 yılındaki kıyım böyle gerçekleştirildi. Faşistler kendileri camiye bomba atıp Alevi Kürtlere yüklediler. Aynı oyunu Kırıkhan’da da tezgahlamak isterken bomba faşist provokatörlerin elinde patlamıştı. (Aslında faşist odaklar 12 Mart Darbesi öncesi de benzer eylemler yapmışlar ve bu tür eylemler darbeye gerekçe yapılmıştı. Bunlardan biri Kırıkhan’da tezgahlanmıştı. 28 Şubat 1971 günü gecesi camiye bomba atılıp Alevi Kürtlere mal edilmiş, 5 Mart günü kışkırtılan gruplar Alevilere saldırmış, insanlar öldürülmüş, evler ve işyerleri tahrip edilmişti).

Bugün ise sembol olarak cami değil, bayrak kullanılıyor. Çünkü günümüzde komünizm tehdidi bir öcü olarak kullanılamıyor artık. Üstelik şimdi İslami bir parti hükümet ve bu yüzden, söz konusu karanlık odaklara göre ülke, “bölücülük tehlikesi”nin yanısıra, “irtica tehlikesi” ile de yüz yüze… Öyle olunca, daha işe yarar bir sembol olarak bayrak kullanılıyor. “Bölücülere” karşı hem ırkçı ve dincilerin birliğini sağlama, hem de sıradan yurttaşı sokağa dökme taktiği izleniyor.

Bu çevrelerin kullandığı tek sembol, ya da tek kışkırtma unsuru bayrak değil elbet. Şu anda belki en etkilisi o. Ama başka kışkırtma araçları da kullanımda. Bunlardan biri Ermeni soykırımı üzerine süregelen tartışma. Orhan Pamuk’un sözlerine karşı başlatılan kampanya ve bunun, Nazi Almanyası’nı hatırlatır biçimde kitap toplama ve yakma ayinlerine vardırılması, işin bir diğer boyutu.

Son dönemde bu türden olup bitenler karşısında, ne yaptığını pek iyi bilen emniyet güçleri değilse bile, hükümet acz içinde görünüyor. Pamuk’un kitaplarını toplama ve imha gibi, keyfi ve faşizan bir karar veren Sütlüce Kaymakamı’na dokunamıyor. Bu bir skandal. Buna karşılık, faili meçhul bir dizi cinayete karışmış olan bir grup JİTEM’ci hakkında dava açan Diyarbakır Savcısı Mithat Özcan görevden alınıyor! Bu daha da büyük bir skandal…

Manzara son derece açık: Bu ülkede bir takım devlet güdümlü çeteler devletin hoşuna gitmeyen Kürt aydınlarını, masum yurttaşları pervasızca kıyabiliyor, sokaktan ya da evden alıp yok ediyor, ama bunun hesabını soramıyorsun. Yıllar sonra da olsa, kazara sormaya kalkan bir hukuk adamı ise hemen cezalandırılıyor. Çünkü bu ülkenin üçte bir nüfusunu oluşturan Kürtler düşman olarak görülüyor, onlara karşı söz konusu cürümleri işlemiş olanlar ise kahraman!..

Kürtlere karşı yapılanlar, ne olursa olsun cürüm sayılmaz!

Böyle bir hakkı, yetkisi olmadığı halde, kitap toplatma ve yakma kararı veren bir kaymakam koltuğunda oturmayı rahatça sürdürüyor.. Çünkü bugün bile, ermenileri kırımdan geçirmek değilse bile, onlara küfretmek serbest, ama onların kırımından söz etmek suç, vatana ihanet!

Ermenilere karşı yapılanlar da, ne olursa olsun, cürüm sayılmaz!

Son günlerde kabaran bu şovenizm dalgası ve gözü dönmüş saldırganlık karşısında bu ülkenin bir bölüm aydını tedirgin oldular, bildiri yayınladılar.

Olanlarsa bir anda olmadı. Şimdiki durum yıllardır, onyıllardır ekilenlerin ürünü. Şovenizm, ırkçılık, ötekine düşmanlık, bu toplumun insanına daha beşikten başlayarak şırınga ediliyor. O aile içinde, sokakta, okulda, camide böyle eğitiliyor. Medya, gazeteleri ve TV’leriyle yıllardır, nerdeyse koro halinde, dişi kurt Asena gibi, şovenizmi besliyor, emziriyor.

Şimdi de derlenen onun ürünleridir. Böyle bir ülke elbette, yalnızca farklı dil ve inançlara sahip yurttaşlar ve de “sözde yurttaşlar” için değil, tüm demokrat, tüm aydın insanlar ve kendi öz yurttaşları için de ürküntü vericidir.

Türk toplumu eğer bu şovenizm dalgasını bastırıp yenilgiye uğratamazsa, çağdaşlaşma da, değişim de, AB ile bütünleşmek de bir düş olur.

Zaten söz konusu zorbaların, ırkçı ve faşistlerin planı da bu: değişimi engellemek, AB üyeliği yolundaki süreci durdurmak. 
-------------------------------------------

Yazarın önceki yazılarından:

İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

 

 
 
PSK Bulten © 2005