|
'Yeni Kürdistan'a 'eyvallah' diyebilmeliyiz...
|
2012-07-30 22:00
|
Oral Çalışlar
|
|
Türkiye, Kürt coğrafyasının en modern ve en özgürlükçü katmanını oluşturan "Türkiye Kürtleri"yle bir an önce barışmalı.
Başbakan Suriye’deki son gelişmeler üzerine “Suriye’de Kürdistan’a eyvallah diyemeyiz” şeklinde bir değerlendirmede bulundu. Bu cümle, Türkiye’nin “geleneksel yaklaşım”ını çok iyi özetliyor.
Suriye’deki Kürtlerin, nasıl yaşayacaklarına, hangi ideoloji ve düzeni seçip seçmeyeceklerine Türkiye değil kendileri karar verecekler…
Benzer değerlendirmeler Irak Kürdistan’ı özerkleşirken de yapılmıştı. “Türkiye’nin sınırında özerk bir Kürdistan’a tahammül edemeyiz” dendi, hayali “kırmızı çizgi”ler çizildi. Şimdi Barzani dostumuz…
Türkiye Kürtleri, bölgenin öncüleri
Şam’ın etkisini yitirmesiyle birlikte, Kürtler üzerinde dört ülkede kurulmuş olan “kontrol mekanizması”, biraz daha zayıfladı. Dört ülkedeki (Türkiye, İran, Irak, Suriye) Kürtler arasındaki ilişki, yakın geçmişe kıyasla çok daha yoğun. Özellikle Irak Kürdistan’ı ile Türkiye’deki Kürtler; ticari, sosyal, siyasi, kültürel bakımdan geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde temas içindeler.
Kürtler bu siyasi coğrafyada artık geçmişten farklı bir konumda yer alacaklar. Kimliklerinin yok sayıldığı, ezilip köşeye itildikleri dönemi belki de bir süre sonra sadece bir tarih olarak hatırlayacağız. Dört ülkedeki Kürtler birbirlerinin kardeşi ve akrabası. Çok farklı bir dönemece girildiğinin de bilincindeler.
Bunu en çok fark etme yeteneği Türkiye Kürtlerinde. Eğitim, yaşam tarzı, kültürel-ideolojik birikim, küresel etkinlik, medya (ve hatta “sosyal medya”) gücü gibi açılardan en geniş olanaklara sahip olanlar onlar. En kalabalık olan yine onlar…
Kimliği reddederek nereye kadar?
Bölgedeki çoksesliliği ve demokratikleşmeyi en iyi anlayabilecek ve ona en çok ihtiyaç duyan da onlar... Türkiye Kürtlerinin sahip oldukları siyasi birikim (Türkiye’nin “60 yıllık demokrasi yolculuğu”nu onlardan bağımsız olarak değerlendiremeyiz) bu bağlamda belirleyici olabilir.
Kimlik sorununda Türkiye’nin karnesi hâlâ kırık. “Kürtçeyi eğitim dili olarak kabul ederiz-etmeyiz” söylemlerinin ötesine geçemiyoruz. Türkiye Kürtlerinin önemli bir ağırlığının otoriter tercihlere yönelmesinin arka planında, Türkiye’deki bu yanlış inat var.
Devlet şiddete, inkara ve imhaya başvurdukça, Kürtler içinde de, şiddet eğilimi kendine daha geniş alanlar açtı. Özgürlük ve kimlik mücadelesi yürüten Türkiye Kürtleri, bir anlamda, “otoriterliğin hegemonyası” altına düştüler. Bir yanında özgürlük, bir yanında sertlik olan ikili bir mücadelenin kıskacı içinde çıkış yolu arıyorlar.
Devlet zihniyeti, zora geldikçe bazı haklardan söz edip sonra süreci sürüncemede bırakmayı, süründürmeyi bir marifet zannediyor. Bu kez, gerçekten, “idare etme dönemi”nin sonuna yaklaşıyoruz.
Türkiye, Kürt coğrafyasının en modern ve en özgürlükçü katmanını oluşturan “Türkiye Kürtleri”yle bir an önce barışmalı. Dört bölgedeki Kürtlerin hakkını hukukunu, kimlik taleplerini en önce Türkiye Cumhuriyeti savunmalı.
Bölgedeki “etkin Türk dış politikası” iddiası, ancak bu şekilde bir anlam kazanabilir. Türkiye’nin kendi Kürtleriyle gerçekten kucaklaşabilmesi (ve onların evrensel özgürlük taleplerine, kimlik taleplerine karşılık vermesi) halinde, sadece Kürtlerin yaşadığı dört ülkede değil, Ortadoğu’nun genelinde birçok denge yeniden şekillenebilir.
Barışın gerçekten hissedilebilir hale geldiği, yıkıcı değil yaratıcı enerjilerin açığa çıkmaya başladığı yeni bir yolculuk başlayabilir. Kürtlerin her özgürlük hamlesinin, bizim korkumuz olmak yerine mutluluğumuz haline gelmesi doğallaşabilir.
Son olarak da, hâlâ heyecanla “KCK tutuklamaları”nın peşinde koşturan, “Daha fazla tutuklama yapalım” diyenleri gördükçe şaşırıp kaldığımı belirtmeliyim.
Artık yeni bir döneme geçtik farkında mısınız?
27 Tem. 12, Radikal
|
|
|
|