2024-11-07
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
Türkiye çağı geriden izliyor
2012-09-27 16:14
Kemal Burkay
Cumhurbaşkanı Gül’ün girişimiyle Özal’ın mezarı açılıyor. Çünkü ölümü üzerinde ciddi kuşkular var.

Bu kuşkular yeni değil ve ilk kez dile gelmiyor. Ölümünden hemen sonra zehirlendiğine dair söylentiler vardı. Hasta olduğu bilindiği halde, Kriz geçirdiğinde Çankaya’da doktor ve ambülans olmaması, hastaneye geç götürülmesi, böylece geç müdahale de bu kuşkuları arttırıyordu. Ölümünden sonra gerekli araştırmalar, adli tıp incelemeleri de yapılmadı.

Ailesi de hep Özal’ın zehirlenerek öldürülmüş olmasından şüphelendi, zaman zaman dile getirdi; ama üzerine gitmekten korktu. Kendisinden alınan ve Hacettepe Hastane’sinde korunun kan, tam da oğlunun onu almak için hastaneye gittiği gün, tüpün düşüp kırıldığı söylenerek yok edildi.

Özal’ın Kürt sorununun çözümü ve silahları Susturma yönündeki girişimleri, ölümünden kısa süre önce “bu sorunu çözeceğim” ve “federasyonu bile tartışabiliriz” biçimindeki açıklamaları, bu tür söz ve girişimleri vatana ihanet sayan militarist-faşist odaklar tarafından, onun zehirlenerek yok edilmesine yol açmış olmalıydı. Zaten ondan bir süre önce ANAP Kongresi’nde, kürsüde konuşurken suikaste uğramış, ama parmağından yaralanarak kurtulmuştu. Suikastçi iyi eğitim görmüş bir kontrgerilla elemanıydı.

Özal’ın öldürüldüğü yıl, ona yakın olan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis de uçağının düşmesiyle şüpheli bir ölüme kurban gitti. Bunun da bir suikast olduğu çokça dile getirildi.

Yine aynı dönemde Lice’de Tümgeneral Bahtiyar Aydın, Mardin’de Albay Özden Mızrak, Tunceli Jandarma Alay Komutanı Kazım Çillioğlu kontrgerillaca infaz edildiler, ama ölümleri PKK’ya fatura edildi. Bunlar kirli savaşa karşı olan, bazı durumlarda acımasız eylem ve komplolara karşı duran komutanlardı. Örneğin Bahtiyar Aydın Lice’nin altüst edilmesine, yakılıp yıkılmasına karşı çıkmıştı. Özden Önek PKK’lı esirlerin infaz edilmesine karşı çıkmıştı. Kazım Çillioğlu da bazı konularda onlara ters düşmüştü.

Özal’ın ölümünden üç ay sonra da Bingöl’de şu, her yönüyle bir tezgâh olduğu ayyuka çıkan, 33 askerin PKK eliyle kurşuna dizilmesi olayı yaşandı ve bu olayla birlikte ateşkes ve barışçı çözüm süreci sona erdi, derin devlet, yani savaş yanlıları hedeflerine ulaştılar.

Şimdi ancak 19 yıl sonra, Özal’ın kuşkulu ölümü, Cumhurbaşkanı Gül’ün girişimi ve yargı kararıyla araştırılıyor. Bu her şeye rağmen iyi de, çok geç değil mi? Acaba bedende ve toprakta kanıtlar mı kaldı?

Bu ülkede zaten dünyayı hep böyle çok geriden izleriz. Demokratikleşme aheste adımlarla yürüyor. 12 Eylül darbesinin ardından 32 yıl geçti. Arada nice halk oyuyla gelmiş parlamentolar, sivil hükümetler gelip geçti. Ama 12 Eylül çarkı, hukuku ve kurumlarıyla olduğu gibi duruyor. Onda ancak bazı rötuşlar yapıldı. Çağdaş bir demokrasiye ulaşmış olmaktan henüz çok uzağız. Çağdaş, demokratik bir anayasa yapılabilecek mi? Görünen o ki hayır!

Türkiye’deki 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle hemen hemen aynı dönemde Şili, Arjantin ve Yunanistan darbeleri de yapılmıştı. Ancak bu ülkelerde demokratik bir ortama dönülmesi ve darbecilerden hesap sorulması, sivil hükümetlerin iş başına gelişinin ardından ve on yıllar önce gerçekleşti. Cuntacılar yargılanıp müebbet hapis cezalarına çarptırıldılar, bir bölümü hapislerde öldü. Burada ise cuntacılar ölünceye kadar el üstünde tutuldular, rahat yataklarında, köşk ve villalarında hayata veda ettiler. 12 Eylül cuntacıları hakkında soruşturma kapısı daha yeni açıldı. Ama sağ kalanlardan sadece ikisi, Evren ve Şahinkaya hakkında dava açılmış olsa bile, henüz mahkemeye teşrif etmeleri bile sağlanmış değil. Üstelik bugün bile pervasızlar ve “aynı koşullar olsa yine darbe yapardık!” diye meydan okuyorlar.

Kürt sorununun çözümü, çok lafı edilse de, “demokrasi paketleri”, “açılımlar” birbirini izlese de henüz ufukta görünmüyor. Hükümet bir yere kadar gelip durdu, bu yönde köklü adımlar atmaya açık değil. Muhalefet ise daha iyi çözüm önerileri, projeler sunmak şurda kalsın, hükümetin çok sınırlı, küçük adımlarına karşı bile, vatan millet edebiyatı ile dünyayı ayağa kaldırıyor.

Bu ülkede hükümet, muhalefet ve medya, cümlesi birden, dünyanın başka yerlerindeki sorunlar için maşallah çok demokrat, çok özgürlükçü, çok cömertler. Tüm halklar; Filistinliler, Bosna-Hersekliler, Kosovalılar, Gagavuzlar, Çeçenler, Uygurlar ve tabi “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” özgür olmalı, kendi kaderlerini kendileri belirlemeliler… Onlara otonomi, hatta federasyon bile az gelir… Ama bir halk hariç: Kürtler! Şimdi ülkeleri dört devlet arasında (Türkiye, Irak, İran, Suriye) arasında bölünmüş Ortadoğu’nun, Mezopotamya, İran ve Anadolu’nun bu kadim halkı, ne sınırın bu yanında ne öbür yanında otonom bir statüye bile sahip olmamalılar!.. Böyle bir şey “Türk devleti ve ulusu” için çok kötü olur!..

Sonuç olarak Kürtler Türk okuluna, Aleviler camiye!..

İşte bu nedenle, ulusal gelir kişi başına 10 bin dolara ulaşsa da, otobanlar ülkenin dört bir yanına uzansa da, ne yolların, ne ülkenin dağ ve vadilerinin kan deryasına dönmesini önleyemiyoruz. Trafik canavarı ve 30 yıllık bitmeyen çatışma ortamı kan banyosuna devam ediyor.

Demokrasi ve özgürlük yürüyüşü gıdım gıdım, bir ileri bir geri…

Çünkü biz, doğanın her türlü olanağı sunduğu bu güzelim ülkede çağdaş bir demokrasiyi gerçekleştirerek, her kese ve her halka, her etnik gruba özgürlük tanıyarak, eşitlik temelinde insanca bir yaşam kurmayı henüz başaramadık.

Çağı çok geriden izliyoruz.

Bu gidişle bakalım, Kürt sorununda barışçı çözüm istediği için bu ülkenin bir Cumhurbaşkanı’na, Özal’a verildiği düşünülen zehri de araştırıp kanıtlayabilecek miyiz?

27 Eylül 2012


Print