2024-05-20
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Ali Kızılay
 
Kürtlerin ahvalini yaşamak veya yaşamamak
2015-01-11 22:04
Ali Kızılay
Önümüzdeki sürecin ivme kazanıp kesintiye uğramadan ivedilikle Kürtlerin hem içsel sorunları bakımından hem halklar arasında hakkaniyetle barışa evrilmesinin ihtiyaca dönüştüğü günler yaşanıyor. Veya öyle varsayılıyor. Buna rağmen kimi aydınların, barış aktivistlerinin bu anlamda bakış açılarını dillendirdiklerinde, toplumun kendi algıları dışına çıkacak olmasından endişeli siyasi çevrelerin bu kesimi örseleyici, fiili durumlarla karşılaşa bilir endişe verici sıfatlarla tanımlamaları aydınları, aktivistleri çekinceli durumlara sürükleyecektir. Üstelik örseleyiciliğin, Hindu halklara karşı iç ve dış işgalcilerin işini kolaylaştırmak amacıyla Avam kamarasında bir işgal planı olarak nasıl şekillendiğini hatırlatması, endişelerini elbette bir kat daha artıracaktır.

Aydın kesimi endişeli durumlara sürüklemişlik, her ne kadar söylem ve eylemleri çelişen çevrelerin, düştüğü çamurda debelenip etrafa çamur sıçratma amaçlı olduğu biliniyor olsa bile, dayandıkları argumanlar ve karanlık odakların rahatlıkla kullanabildiği sokak oligarşisi, bu açlar ve acılar coğrafyasının, insan hayatına tanıklık ederek topluma duyduğu saygı ve sorumluluk bilinciyle, halkın ahvalini ve doğrularını seslendirecek aydın sorunu yasanmasına neden olabiliyor. Nitekim aydın olmanın olmazsa olmazı aklın önündeki bentleri kaldırıcı düşünen, soran ve müdahaleciliğin zayıf kaldığı alanlarda, bilgi ve bilinçten yoksun bırakılmış toplum, şiddet eksenli ama endişeli siyasetin bakış açısına mahkum edilip kurgulanmış gibi herşeye simetrik bakmak zorunda kalacak. Oysa Kürt çoğunluğun fiiliyatı aydın ve aktivistlerin yol göstericiliğiyle şekillenemeyen, halkın ahvalini yaşayan siyasi oluşumların biçimlendiremeyeceği potansiyel değil. Yoksa önceliği içsel ve insanca yaşamsal olmak uzere Kürt sorununun danışıklı olarak nasıl bir açmaza sürüklendiğini gören, orta doğunun sorunlarını en iyi bilen aktivist birikim niye çekildiği köşesinde yaşananlara, yaşanacaklara endişeyle bakarken sokak fetvaları kol gezsin?Üstelik herkesin derdinin demokrasi olduğu günümüzde.

Demokrasinin sözlük karşılığı ‘Halkın egemenliği temeline dayalı yönetim biçimi, ’olarak tanımlanmasına, böyle bir yönetim biçiminin yaşam bulmasının önceliğinin, demokrasiye uygun yapıyı kuracak, bu anlamda hem toplumun hem siyasetin kültürel evrim yaşamasına öncülük edecek aydın birikim gerektirdiği bilinmesine rağmen, Kürtlerin orjininden tamamen soyutlanmış ve halkı yaban gören, demokratik kıstaslar dahilinde kendi içinde de sorgulanamayan yerleşik gelenekçi sömürü tarihiyle iç içe bir yapılanmanın, Türkiye’nin demokratikleşmesi için adeta hayaletlere karşı cihat ilan etmiş olması, bu yapılanmayı artık doğru anlama ve algıyla yorumlama gerekliliğini zorunlu hale gelmiş. Şöyle ki; Varsayalım anayasadan Türklük mandalitesi kaldırıldı. Sosyal, ekonomik ve toplumsal dönüşüm açısından Kürt çoğunluk, koruculuk adı altında ilkelliği ve zorbalığı tartışmasız sorgulanması ve mahkumiyeti zorunlu silahlı kabilelik olarak karşısında duran binlerce cinayetin faillerine karşı devletin ve Kürt siyaset kanadının kayıtsız kalması, üstelik oy telaşıyla şirin görünüp meşrulaştırması hali devam ettikçe, yani Kürt çoğunluk ergenekon-feodalizm ortaklığı mandalitesi karşısında mağlup olmayı kabul ederek kendi haklarını zorba azınlığın imtiyazı sayıp boyun bükmeye zorlanması, halkın egemenliği temeline dayalı yönetim biçimi olarak nasıl algılanabiliyor ve adı demokratik yaşam olabiliyor?Bu algı oyunu demagog ustalığıyla demagoji yapmanın bile çok ötesinde. Bu soru bile tek başına adı yol haritası olarak adlandırılan muammanın ilk basamağının, dünyanın çok yerinde örnekleri yaşanmış‘İNSAN HAKLARI ve YAŞAM HAKLARI MAHKEMELERİ’olması gerektiği demokrat olmayı bilgi yoluyla algılamış düşünerek yaşayan, yaşadıkça düşünerek siyaset yapan her kesimin önceliği olmalı, Bu anlaamda Kürt sorunu üzerinde kafa yoran her kesim de kepini önüne koyup düşünmeye başlamalı ki Kürtlerin ahvalini yaşayıp acılarını kendi acıları, haklarını kendi hakları sayacak ve siyasete yol gösterici vicdani ve ahlaki bir konsept oluşturulsun. Ancak böyle bir bakışla Hem Kürt hem Türk siyaset kanatları kendilerini UNUTUN tehditlerine karşı mağlup sayma hastalığından kurtulup Kürt sorununu çözülebilir aşamaya geçirecek onurlu bir barışın hesapları yapılsın.

Çünkü doğruluğun, dürüstlüğün bittiği alanlarda ne hukuk ne demokrasi aranmaz. Demokratik hukukun bittiği alanlarda da adalet olmaz.

Bugün Kürt coğrafyasında şiddet eksenli siyaset, siyaseti sürekli akan bir nimet kaynağı gibi algılamakta. Yıkımlar üzerine gerçekleşen rantın biçimlendirdiği oligarşik siyasetin, kendi benzeşenleri ve zümrevi bileşenlerin menfaati için Kürtlere yapılmış ve yapılacak haksızlıklardan rahatsız olması artık beklenemez. Zaten ne sol ne de Kürtlerle alakalı olmayan, sadece kapaklandıkları her alana GOL atan ittihat ve terakkinin lafazan varislerinin kucağına oturması, kendi siyaset mantıklarınca Kürt orjininin kulanma miadının dolduğunu kanıtlıyor. Yine de bu hal, Kürtlerin siyaseten boşlukta sallandıkları anlamına gelmemeli. Üstelik bu süreçte Kürtler adına AKP’nin bile çok gerisinde bir seyir izlendiği, sürecin Kürt ergenekonuna dokunabilir endişesiyle zaman zaman çelmelenmeye çalışıldığı günümüzde.

Kürt çoğunluğun sırtına vurulmuş yükün tonajı o kadar ağırlaşmış ki bunu artık kaldıracak takatı kalmamış. Otuz yıllık vurgunun yarattığı yıkım ve zorbalıktan bu yana, ister Tanrı huzurunda ister hukuk nezdinde olsun, sahiplenmekten yoksun bırakıldığı herşeyi onun değil. Gelir adaletsizliğinin yarattığı yoksulluktan da kimsenin haberi yok. Pörsümüş yüz hatlarından açlık izleri okunan, kış-kıyamette ayaklarında hırpalanmış sandaletle okula giden erken yaşlanmış çocukları zaten gören yok. Ya kendilerine aş getireni failleri aramızda cinayetlere kurban vermiş CUMARTESİ ANNELERİ…Buna rağmen bu açlar coğrafyasının acılı çoğunluğundan, jakoben kibirle bir yandan nesnel olmayan klişeleri siyasi sermaye yaparak gözlerini Hewler’in olanaklarına dikmiş, diğer yandan Kürtlerin ulusal haklarını çöpe atmış, demokratik haklarını da siyasi ve zümrevi bileşenlerine imtiyaz sayan alanlara her seçim öncesi kompliman yapan (30 Mart seçimlerinde yaşandığı gibi) tacirlerin peşine takılmaları da isteniyor olabilir. Bu durum Kürt çoğunluğun orjinini yaşayıp ahvaline tanıklık yapmaktan imtina eden, sadece tacir mantığıyla kendilerine efendi olmayı amaçlayan alanların, Kürtlerden itibar talep arayışları, siyasetin aydın bakıştan yoksun oluştan hoşnut olmanın başka bir hali. .

Toplumun ve siyasetinin, aydınların yol gösterici bakış açılarından yoksun olması veya kimi siyasi tacirlerin kült mantığıyla aydın bakışına yol vermemesi nedeniyle Kürtler siyaset yoksulu olabilir. Ancak siyaset yoksunu değil. Siyaset yoksulluğu, Kürtlerin acılarını paylaşıcı ve ahvaline tanıklık yapacak siyaset yapmakla elbette giderilebilir.

Demek ki siyasi alanların kendilerine sormaları gereken ilk soru şu olmalı. Kürtlere efendi mi yoksa ahvalini yaşayarak hizmetkar mı olunmalı?

ALİ KIZILAY
Emekli öğretmen-YAZAR




Print