2024-10-14
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Latif Epözdemir
 
Halepçe katliamı: sözün sükûn ettiği zaman
2015-03-14 18:38
Latif Epözdemir
“ HALEPÇEDE MARTIN ONALTISI

Ayın on dördü, rüzgar,
Kalemimi uçurdu.
GOYE tepesinde.
Kalemimi uçurdu rüzgar,
Onu bulup yazmaya başladığımda
Uçtu kelimeler.
Ayın on beşi,
Kalemimi alıp gitti Sirwan.
Kalemi alıp yazmaya başladığımda,
Balık oldu şiirlerim.
Ayın on altısı,
Ah! On altısı ayın,
Şehrezur kalemimi aldı.
Geri verdiğinde,
Kurumuştu parmaklarım.

Halepçe gibi..” ( Şêrko Bêkes.Türkçeye çeviren: Latif Epözdemir)

16 Mart 1988’inin baharı haber veren ilk günlerini yaşarken Halepçe, birden mavi göklerinde zehir ve ölüm yüklü uçaklar belirmişti. Savaş uçaklarının ürkütücü uğultusu,bir karabasan gibydi. Gün,korkuyla başlamış ve ölümle bitmişti.

İki gün önce bir isyan başlamıştı. Halepçe artık özgürdü. Kent halkı , işgalden ve zulümden kurtuluş sevinci yaşıyordu ki, bu sevinç kursaklarında kaldı. Siyanür yüklü uçaklar ölüm ektiler baharın şehvetle doluştuğu özgür kentin bağrına. Mutluluk, yerini derin bir korkuya bırakmıştı bir anda. Korku ve panik...Bombalar kentin kalbine inmeye başlamıştı. Halepçe tarihin tanıklık ettiği ve yıllarca belleklerden silinemeyecek olan bir soykırıma uğramıştı. Ne olduysa o öğle vakti olmuştu. Birkaç dakika sonra her tarafa insan cesetleri dolmuş yığılmış, kentin sokakları insan ölüleri ile dolmuştu.Halepçe semalarına Elma kuskunda siyanür gazı yayılıyordu. Ve siyanürlü hava beraberinde körpe bebeleri götürüyordu. O bebelerden biriydi Ömer Xawerin üstüne tünediği ve çaresiz onunla birlikte can verdiği, evladı, yeşil gözlü Sirwan..

Evet… Halepçe’de yıllar önce acı bir katliam yaşandı. 5 bini aşkın insan kimyasal gazlardan zehirlenerek hayatını kaybetti.10 binden fazla yaralı bıraktı ardından savaş uçakları. Sonra çekip inlerine gittiler.Tarihe ‘Halepçe Katliamı’ olarak geçen bu ınsanlık dışı soykırım, Kürtlerin tüm taleplerini kanla bastırmayı alışkanlık haline getirmiş olan kanlı Saddam Hüseyin rejimi tarafından gerçekleştirilmişti.

1988 YILI,16 MART GÜNÜNDE, HALEPÇELİ OLMAK İSTEMEZDİ HİÇ KİMSE

Halepçe kenti Federe Kürdistan bölgesinin, Süleymaniye kentine bağlı, kentin 100 kilometre güney batısında bulunan bir kent. İran sınırında bulunan ve Kürtlerin önemli-stratejik bir yerleşim yeri olan bu kent, tarihte Kürt başkaldırılarının da kararlı bir merkezi olarak bilinir. 22 Eylül 1980’de İran-Irak savaşı başladı. İran ve Irak birbirlerine üstün gelmek için her türlü entrikaya baş vuruyorlardı. Kürt grupları da, özellikle YNK ve PDK, de,bu entrikalar karşısında zaman zaman birbirleriyle çatışıyorlardı. Aslında bu çatışmayı körükleyen İran ve Irak rejimleriydi.

Celal Talabani önderliğindeki YNK, hem İrana ve hem de PDK ye karşı savaşıyordu. PDK ise o dönemler Iran devletine karşı savaşmazlık tutumunu doğru bulmuştu. Bu nedenle İran rejimi PDK güçleri ile dirsek temasındaydı. 1984 yılında Barzani’nin arabuluculuğu ile Talabani güçleri ve İran devleti, bir anlaşma yaptılar. Sözkonusu anlaşma uyarınca, Irak’ın toprak bütünlüğüne bağlı kalmak koşulu ile, Saddam devrilinceye dek, İran’ın verdiği destek kabul edilecekti. Bu sürecin sonunda bütün Kürt grupları Şam’da toplanarak bir protokol imzaladı. Hiç bir Kürt örgütü, kendisini destekleyen devletin yanında diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmayacaktı. Bu süreçten sonra Irak, İran karşısında güç yitirmeye başlamıştı. Irak bu gelişmeleri kendi rejimi karşısında ciddi bir tehlike olarak algılamıştı. Dahası giderek güç toplayan, silahlı Kürt hareketindeki ilerlemeleri gören Saddam Hüseyin, çareyi katlimlarda bulmuştu ve ilk hedef olarak da Halepçeyi seçmişti.

“14 Mart günü İran’ın da desteğiyle peşmerge gücü Halepçeye girdi ve kenti ele geçirdi. Halkta büyük sevinç yaratan bu gelişme, Irak ordusunun Halepçe’den tamamen çekilmesini de beraberinde getirmişti. Halepçe iki gün boyunca özgürlüğün tadını çıkardı. Kürt bölgelerindeki çarpışmalar durmuş, İran ile Irak arasındaki karşılıklı top atışları ise sürüyordu. Bu dönemde iki ülke arasında savaşın durdurulmasına yönelik girişimler de başlamıştı. Ancak henüz bir sonuca ulaşılmamıştı. Kürt bölgelerindeki başkaldırıların yoğunlaşması üzerine Saddam rejimi, ciddi bir panik yaşamaya başlamıştı.

15 Mart günü bilinmeyen bir nedenden peşmerge gücünün büyük bir bölümü Halepçe’den geri çekilmişti. Ama halen ordu güçleri ortalıkta görünmüyordu. Tarihler 16 Mart’ı gösterdiğinde ise Irak ordusunun savaş uçakları Halepçe semalarında belirmeye başlamıştı. Uçaklar 3 gün boyunca Kürt bölgesi olan Germiyan alanı içine giren birçok bölgeyi bombalamaya başlamıştı. Ancak Halepçe’ye atılan bombalar bu kez farklı cinstendi. Kent merkezine Hardal ve sarin gazları olarak bilinen kimyasal bombalar atılmıştı. Öldürücü gücü maksimum olan bu gazlar, kısa sürede kentin tamamını sarmış, can havliyle kendini sokaklara atan binlerce insanı zehirlemişti. 3 gün süren bombalamanın ardından kentte 5 bini aşkın kişi yaşamını yitirmiş, binlerce kişi de yaralanmıştı. Savaş uçakları çekildikten sonra Halepçe tam bir virane şehir haline gelirken, 75 bin civarında nüfusu olan kentin büyük bölümü boşalmıştı. Çoğu insan yakınlarının cesedini bile kaldıramadan İran sınırından bu ülkeye geçmeye çalışırken, binlerce kişi de ülkenin kuzeyine doğru gitmeye başlamıştı. Halepçe’den geriye kalan ise yıkık bir şehir, gözü yaşlı insanlar, atılan kimyasal gazlardan zehirlenen bir kent kalmıştı.

Saddam, İran"la ateşkes yaptıktan sonra Halepçe katliamı ile, Kürtleri tam bir cezalandırmaya tabi tuttu. Bu katliam ile esas olarak Irak tarafından amaçlanan, Kürtlere vurarak İran’a gözdağı vermek ve savaşı kendisine uygun bir anlaşma ile bitirmekti. Nitekim Halepçe katliamından 2 ay sonra Irak-İran savaşı bitti ve bu kirli savaş ve anlaşmadan her zamanki gibi Kürt halkı zarar gördü.

Her ne kadar bu katliamın baş sorumlularından birisi Saddam Hüseyin olsa da, bu kimyasal silahların ABD, Fransa, Almanya patentli olduğu daha sonra açığa çıkmıştı. Nitekim dünya ülkeleri uzun süre bu katliama sessiz kalmış ve ölen binlerce Kürt görmezden gelinmişti.

Saddam Hüseyin ise yapılan başkaldırıdan zaferle çıkan biri olarak, Kürtlere yönelik baskılarını artırmıştı. Halepçe ise henüz yeni doğmuş çocuğuna sarılı bir şekilde can veren anneyle çocuğunu gösteren bir fotoğraf karesiyle hafızalara kazınmış, tarihe insanlığın kara bir lekesi olarak geçmişti.”( K-SAMER)

Yıllarca bu dehşet veren katliamın hesabı sorulamadı, sorumlular yargı önüne çıkarılamadı. Ancak ABD’nin Irak’a askeri müdahalesinden sonra faşist Baas rejiminin yıkılması sonucunda, Saddam ve yandaşları tutuklandı ve ardından da yargılanmaya başladılar. Bu vesile ile Halepçe katliamı tekrar gündeme geldi ve Saddam’ın yargılandığı konular arasına girdi. Bu olay belki de onu ipe götüren en önemli nedendi.

Katliamın üzerinden onca yıl geçtiği halde hala Halepçede yaraları sağılmamış on kişiye yakın insan var. Halepçenin sarmayı bekleyen büyük yaraları var.

İnsanliğin sükun ettiği o dehşet anında, yani 1988 yılı 16 mart gününde, Halepçede, olmak istemezdi hiç kimse..

İNSANLIK BAYRAĞININ YARIYA İNDİĞİ YER : HALEPÇE

İran-Irak Savaşı sırasında, Saddam, 1986-1988"yılları arasında, Irak Kürdistan Bölgesinde, Kürtlere karşı; El-Enfal adını taktığı bir imha operasyonu kararı verdi.

“ Enfâl, ziyade manasına gelen "nefl" kelimesinin çoğuludur. İslâm dinini savunmak için yapılan savaşlarda elde edilen sevaba ek olarak alınan ganimet malına da "nefl" denilmiştir. Sûrenin birinci âyetinde savaştan elde edilen ganimetlerin Allah ve Resûlüne ait olduğu ifade edildiği için sûreye bu ad verilmiştir.”)

Saddam Hüseyin"nin 23 Şubat tarihinden 6 Eylül 1988 e dek, Enfal Harekâtını şiddetli bir biçimde sürdürdüğü sırada, Mart ayın ortalarına doğru da, İran Ordusu “ Zafer” Harekâtı adı ile yeni bir saldırı düzenlemişti. Her iki harekat da, Germiyan bölgesinde giderek şiddetleniyordu.

Celal Talabani önderliğindeki PUK ( KYB : Kürdistan Yurtseverler Birliği ) Peşmergeleri; İran Ordusunun desteği ve işbirliği ile, Halepçe kasabasına girdi.

Sadam ;karşı güçlerin ilerlemesini durdurmak için Irak Ordusu"nun Kuzey Cephesi Komutanı olan Korgeneral Alî Hasan al-Majîd al-Tikritî namı diğer "Kimyasal Ali" ye, gaz bombası kullanmayı emretti.

16 Mart 1988"de zehirli gaz bombaları ile yüklü MiG-23 uçakları, Halepçe kasabasını bombardıman etti.

Kent halkı, çoğunluğu yaşlı, çocuk ve kadın olmak üzere, 7.000"den fazla insanı öldürdü, 10.000"den fazla insan ise yaralandı. Hala bölgede bu kimyasal bombardıman sonucu yaraları düzelmemiş yedi kişi, o ibret verici yaralarla yaşamaktadır. Yaraları hala iyileşmemiştir.

19 Ağustos 1988"de her iki devlet, ateşkes imzaladı.

Ancak dört gün sonra, Irak Ordusu , ateşkesi bozup tekrar Halepçeyi işgal etti. Bu esnada da, yaklaşık 300 direnişçi, Irak askerlerince, hunhar bir biçimde katledildi.

Süleymaniye Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 günü, "The Sydney Morning Herald" gazetesine verdiği "Experiment in Evil" adlı yazısında :

“ Halepçe"de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki"nin 4-5 katı olduğunu” söyledi.

Mart 2007’nin Mart ayında bölgede inceleme yapan bir Japon heyet, Halepçe"yi ziyaret eden Japon heyetinde bulunan bir kişi, Hiroşima"ya atılan atom bombası sırasında hasar gören Aogiri (İmparatoriçe Pavlonyası) nin fidesini armağan etmiştir.

Bu saldırının Nagazakiye yapılandan daha büyük olduğu gözlemciler tarafından dile getirilmiştir. Halepçe katliamı yakın çağdaki en büyük soy kırımdır.

Saddam rejiminin ENFAL sırasında, Kürtlere yönelik katliamı yalnızca bununla da sınırlı kalmamış, bu süreçte yaklaşık dört yıl boyunca tüm bölgede toplam 182 00. kişiyi öldürmüş, 5000 den fazla ev yıkılmış, onlarca köy haritadan silinmiştir. Sadece Barzani ailesine mensup 8000 kişi, sağ olarak Basra Vahalarında toprağa gömülmüştür. ( küçük yaştaki kız çocukları hariç : bu öksüz kalmış çocuklar daha sonraları, Arap ülkelerine, özellikle de Mısıra , eğlence yerlerine satılmıştır. Geniş bilgi için bak: Mısıra satılan Kürt Kızları )

Saddam vahşetini daha iyi öğrenmek için Süleymaniyedeki EMNA SUR müzesini gezmek yeterli olacaktır.

Halepçe katliamı sırasında olay yerine ulaşıp vahşet fotoğraflarını çeken gazeteci Ramazan Öztürkün , Ömer XAWER e ait olduğu söylenen fotoğrafı Dünyada ödüller aldı. ( Ömer Xawer beş kız çocuğundan sonra dileği kabul olmuş ve bir erkek çocuğa sahip olmuştu. Bombardıman sırasında Xawer, henüz altı aylık Sirwan adını verdiği erkek çocuğu ölmesin diye onu kucağına almış ve kendi vücudu ile üstünü örtmüştü.Ne yazık ki, baba oğul birlikte kimyasal gaza teslim olmuş ve ölmüşlerdi.)

Halepçede o gün insanlık katledildi. İnsanlığın doğduğu yerde insanlar, topluca öldürüldü

Uygarlığın beşiği olan yerde Vahşet hayatı teslim almıştı.

İşte tanıkların gazetecilere anlattıkları masumane anlatımlar…

GÖRGÜ TANIĞI- 1 : Nesrin Abdulqadır Muhammed :

“Bombalama sonunda ses değişti. Artık ses eskisi kadar yüksek değildi. Sanki patlamaksızın düşen metal parçaları gibiydi. Bu sessizliğe bir anlam veremedik.”

“Başlangıçta çöp gibi kötü bir kokuydu. Sonra elma kokusu gibi güzel bir kokuya dönüştü. Ardından yumurta gibi koktu.”

“Çok sessizdi, ama hayvanlar ölüyordu. Koyunlar ve keçiler ölüyordu.”

“Herkese yanlış giden bir şeyler olduğunu söyledim. Havada ters giden bir şeyler vardı.”

“Rahatsızlanmaya başlasak da saklanmaya devam etmeye karar verdik. Gözlerimde çok şiddetli bir acı hissettim. Kız kardeşim yüzüme yaklaştı ve ‘gözlerin kıpkırmızı’ dedi. Sonra çocuklar kusmaya başladılar. Çok fazla acı çekiyorlar ve sürekli ağlıyorlardı. Annem ağlıyordu. Sonra yaşlılar kusmaya başladı.”

“Havada kimyasal maddeler olduğunu anlamıştık. Gözlerimiz gittikçe kızarıyordu ve bazılarımızın gözleri yaşarıyordu. Kaçmaya karar verdik. İneğimiz bir köşede yatıyordu. Koşuyormuş gibi hızlı hızlı nefes alıyordu. Sonbahardaymışız gibi ağaçların yaprakları dökülüyordu. Keklik ölmüştü. Etrafta yere çöken duman bulutları vardı.”

“Çocuklar yürüyemiyorlardı, çünkü rahatsızdılar. Kusmaktan bitkin düşmüşlerdi. Onları kollarımızda taşıdık.”

GÖRGÜ TANIĞI- 2 : Muhammed Eli Salih :

“Bir helikopter kasabaya geri geldi ve askerler beyaz kağıt parçaları fırlattılar.”” … askerle rüzgarın hızını ve yönünü ölçüyordu.”

GÖRGÜ TANIĞI-3 : Nuri Heme Ali:

“Anab’a doğru giderken çoğu kadın ve çocuk ölmeye başladı. Kimyasal bulutlar yere yakındı. Ağırdılar. Onları görebiliyorduk. Her tarafta insanlar ölüyordu. Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı. Aynı şekilde yaşlılar da bırakılıyordu. Koşuyorlar, nefes alamaz duruma geliyorlar ve ölüyorlardı.

HER GÜN YÜZLERCE KEZ ÖLMEK NASIL BİR ŞEY

Enfal ve kayıplar konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan bayan Adalet Ömer, haftalık Medya gazetesinin 334-335 ve 336. sayılarındaki “Belgelerin Dilinden” adlı köşesinde, Enfal ile ilgili elde ettiği belgeleri yayınlamaya devam ediyor.

Adalet Ömer, köşesinde, Nogresalman hapishanesinden sağ kurtulmayı başaran Nesrin adlı kadının anlattıklarına yer veriyor:

“Bir gün hamile olan kadınlardan birisinin doğum sancıları tuttu. Diğer kadınlar, nöbetçilerden doğumda kullanılacak bazı şeyler istediler. Ama nöbetçiler yardım etmek yerine üslerine haber verdiler. Bunun üzerine yaklaşık 10 kişi doğumu seyretmeye geldi, kahkaha attılar, küfür ve hakaretlerde bulundular. Bu sahneye tanık olan biz kadınlar o an ölmek istedik.”

“Her 2-3 gece bir, kızları ve genç kadınları bir araya getiriyorlar, tekme tokatla oynatıyor, direnenleri kamçılıyorlardı. Daha sonra birkaçını yanlarında tutuyorlar, ötekilerini koğuşlara gönderiyorlardı. Koğuşlara geldiklerinde hep birlikte ağlıyor, yüzlerce kez ölmek istiyorduk.”

Adalet Ömer, Salman kazası Sağlık Ocağı arşivlerinden elde ettiği Nogresalman kurbanı 15 kişinin daha adlarını, doğum tarihi ve yerlerini belirtiyor. Elde edilen vefat belgelerinde, yaşları 3 ile 88 arasında değişen 15 kişinin ölüm nedenleri olarak, “ kalp krizi, aşırı ishal ve nefes darlığı” olarak gösteriliyor. Adalet Ömer, ölenlerin sağlık ocağına gitmediklerini, cezaevi sorumluların verdikleri isimlere göre sağlık ocağı doktorunun vefat belgesi düzenlediğini anlatıyor.

“Özel silahın” Kullanılmasına Onay Bizzat Saddam’dan

Adalet Ömer, yayınladığı bir belge ile, Saddam Hüseyin’in bizzat “özel silah”ın (kimyasal silah) kullanılmasına onay verdiğini ortaya koyuyor. Askeri İstihbarat Başkanlığı’nın, 25 Mart 1987 tarihinde, “Çok gizli, şahsa özel ve acil” başlığı altında Saddam Hüseyin’e gönderdiği 25 sayfalık raporda, “İran uşağı” ve “bozguncuların” (BAAS rejimi resmi söyleminde peşmergeler,Kürt yurtseverleri, İran uşağı, bozguncu ve benzeri benzetmelerle ifade ediliyordu, Dema Nû-Hewlêr) kaldıkları yerlerin tespit edildiği; iç güvenliğin sağlanması için “bozguncuların” temizlenmesi gerektiği belirtiliyor ve bunun için de “özel silah”ın (kimyasal silah) kullanılmasına izin verilmesi talep ediliyor.

Raporda ayrıca “hardal ve sirayin” gibi kimyasal maddelerden bahsediliyor. “Özel silah”ın gerektirdiği malzemenin yeterli olmadığı belirtilen raporda, eksikliğin giderilmesi için iki yol öneriliyor. Birincisi, eldekilerin öteki malzemelerle karıştırılarak kullanılması, ötekisi ise eksikliklerin giderilmesi için operasyonların bir ay ertelenmesi.

Askeri İstihbarat Başkanlığı, raporunda birinci yolu tercih ettiğini de dile getiriyor.

Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in, söz konusu rapora verdiği 29 Mart 1987 tarihli “çok gizli, şahsa özel ve acil” başlıklı cevabında,

“iyi sonuç alınması için özel silahın kullanılması uygun görülmüştür. Bozguncuların yok edilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Gerekli olduğunda konuyla ilgili öteki askeri birimlerle ilişki kurun, vurmadan önce bizi bilgilendirin” deniliyor.

Adalet Ömer, kimyasal silahlarla vurulan ilk yerleşim birimlerinden Dola Balisan, Şeyh Wesanan, Sergelu, Bergelu, Melekan, Mavat, Caferan vb. yerlerde yaşananları anlatırken özetle şu bilgileri veriyor:

“15 Nisan 1987 tarihinden 27 Mayıs 1987 tarihine kadar gerçekleştirilen kimyasal silah saldırılarında çocuk-yaşlı, kadın-erkek 134 kişi öldü, 346 kişi yaralandı. Rejim, yaralıların hastanelere gönderilmelerini engellemek amacıyla bölge abluka altına aldı. Hewlêr hastanesine kaldırılanlardan 92 erkek ötekilerden kopartılarak askeri karargaha getirildiler ve bir daha onlardan haber alınamadı. Yaralı kadın ve çocuklar ise Halifan kazasına getirilerek sokağa atıldılar. 1991 Kürt baharından sonra, askeri karargahta ortaya çıkartılan bir toplu mezarda 66 kişinin cesedine rastlandı.”

Adalet Ömer, en fazla can kaybı ve yıkıma yol açan Üçüncü Enfal Saldırılarının 14 Nisan 1988 tarihinde Germiyan’da yaşandığını ve bu nedenle 14 Nisan’ın Enfal’ı anma günü olarak tespit edildiğini belirtiyor.

Adalet Ömer, Üçüncü Enfal saldırısına ilişkin olarak, Kürdistan Cephesi’nin 1989 yılında, BM İnsan Hakları Komisyonu’na sunduğu rapora yer veriyor. Raporda, sadece Mart ve Nisan aylarında, Süleymaniye ve Kerkük bölgesinde yaşanan kayıplardan tespit edilenler yer alıyor. Buna göre:

İki ay zarfında 728 köy ve kasaba yerle bir edildi, yerinden yurdundan edilen 40 bin aileden 16 bini hapishanelere tıkıldı. Bunlardan 7407 kadın Dubz’da, 5600 kadın Yaycı Nahiyesinde hapsedildiler. Geçen sürede 4560 kadın ve çocuk hapishanelerde can verdi. Yaşları 6 ay ile bir yıl arasında değişen yüzlerce çocuk 50 Dinar karşılığı satıldılar. 7640 erkek kaybedildi. Kadınlar her türlü ahlak kurallarında uzak olan, hayasızca saldırılara ve tecavüzlere maruz kaldılar.

“Enfal Kurbanları Babam, Annem ve Kardeşlerim Gibi ölmek İstiyorum”

Adalet Ömer, Medya’nın 338. sayısında, “Belgelerin Dilinden” adlı köşesinde, Nogresalman’ın 8. Bölümünde kalan Gelavêj adlı bayanın anlattıklarına yer veriyor. Gelavêj iç çekişleri ve ağlama eşliğinde şunları söylüyor:

“Bir müddet sonra aramızda belirtileri aşırı ishal, kusma, titreme olan salgın hastalık baş gösterdi.Hemen her gün genç, yaşlı 3-4 kişi ölüyordu. Bir gün bacım ve küçük erkek kardeşimin durumu kötüleşti. Aşırı derecede zayıflamış, incelmişlerdi. İnleyerek su istiyorlardı. Annem ise ağlayarak tanrıya yalvarıyordu. Koğuştaki herkes ağlamaya, bağırıp çağırmaya başladılar. Nöbetçiler içeri girip koğuştakileri kamçıladılar, susmamamız halinde bizi öldüreceklerini söylediler Aniden anamın haykırışı yükseldi. Erkek kardeşim ruhu göğe yükselmişti. Cellatlar, kardeşimin cesedini anamın kucağından kopartarak alıp götürdüler. Ne yaptıklarını şimdi bile bilmiyorum.”

Bir başka şahidin anlattıklarından cesetlerin ne yapıldığını biliyoruz. Nogresalman hapishanesinde ölen ya da öldürülenler, ya doğrudan köpeklerin önüne atılıyordu ya da üstleri az bir toprakla örtülüyordu, ki köpekler kolaylıkla çıkartıp yiyebilsinler. Nogresalman şahitlerinden birisi, insan eti yemeye alışan köpeklerin et bulamadıklarında hapishanenin çevresinde kurtlar gibi dolaştıklarını, nöbetçilerin, aralarında yeni doğmuş bebelerin de bulunduğu kişileri, canlı-canlı köpeklerin önüne attıklarını anlatıyordu.

BAAS cellatlarının insanlık dışı uygulamalarını gözyaşları eşliğinde anlatan Gelavêj, “işkence ve eziyetler sonunda iş yapamaz duruma geldim” diyerek çatlaklarla dolu ve sarılı ellerini gösteriyor. Gözyaşlarını, Enfal kurbanlarının sembolü haline gelen siyah eşarpla silen Gelavêj,

“Enfal Kurbanları Babam, Annem ve Kardeşlerim Gibi ölmek İstiyorum” diyor.

Adalet Ömer, Salman kazası Sağlık Ocağı arşivlerinden elde ettiği Nogresalman kurbanı 10 kişinin daha doğum tarihi ve yerlerini belirtiyor. Elde edilen vefat belgelerinde, yaşları 2 ile 98 arasında değişen 10 kişinin ölüm nedenleri olarak, kansızlık, kalp krizi, aşırı ishal ve nefes darlığı olarak gösteriliyor. Adalet Ömer, sağlık ocağı çalışanlarının ölenlerin sağlık ocağına getirilmediklerini, cezaevi sorumluların verdikleri isimlere göre sağlık ocağı doktorunun vefat belgesi düzenlediğini anlattıklarını yazıyor.

198 Alman, Amerika, Mısır, İsviçre ve Hollandalı Şirketler, Irak’a Toplu İmha Silahı Satmışlar

Kürdistan’da Enfal adlı örgütün başkanı Zeman Abde, 690 sayılı Aso gazetesine yaptığı açıklamada, 198 Alman, Amerika, Mısır, İsviçre ve Hollanda şirketinin Irak’a toplu imha silahı sattıklarını dile getirdi. Zeman Abde, bir gönüllü, topladıkları belge ve dökümanları BAAS rejimi sorumlularını yargılayan mahkemeye sunarak kararların oluşmasına katkıda bulunan birisi.

Zeman Abde, 198 şirketten 182’sinin Alman, geri kalan 16’sınında Amerikan, Mısır, Hollanda ve İsviçre şirketleri olduğunu dile getiriyor. Özellikle Amerika şirketlerinin sattığı ama kullanılmayan silahların taşıdığı tehlikelere dikkat çeken, Zeman Abde, Irak ve Kürdistan hükümetlerinin söz konusu şirketler aleyhinde tazminat davası açabileceklerini; bu konuda, Kürdistan ve merkezi hükümet başta olmak üzere, toplumda yaşanan vurdumduymazlığı anlatıyor.

(*)(Kaynak: Dema Nu gazetesi. )

18 KÜRT KIZI, MISIRDA GECE KULÜPLERİNE SATILDI

Saddam Hüseyin rejimi döneminde Kürtlere yapılan soykırım sırasında Mısır’a 18 Kürt kızı satılmıştı. Bu durumun anlaşılması üzerine geçtiğimiz yıllarda Kürt Federe devleti bu konuyu resmen araştırdı. Yapılan araştırmalar sonucunda bu kızların bazılarının izine rastlandı. Kürt parlamentosu aldığı bir kararla Kürt kızların Güney Kürdistan’a getirilmesine karar verdi.

1987-88 yılları arasında Kürtlere karşı başlatılan Enfal operasyonlarında 180’bini aşkın Kürt katledilmişti. Anne ve babaları katledilmiş ailelere mensup onlarca kız çocuğunun Baas rejimi tarafından başta Mısır olmak üzere bir çok Arap ülkesine satılmış olduğu, Irkçı Baas rejimi yıkıldıktan sonra belgelerle ortaya çıktı.

Olayın anlaşılması üzerine gazeteciler bu kızların akıbetini araştırmaya koyuldu. Sonuçta ilk olarak Zagros TV, muhabirleri, Kahire’de Rojgar ve Nesrin adlı iki kızı bularak bu olayı gündeme getirdi.

Enfal esnasında satıldığı ortaya çıkan Kürt kızları televizyon muhabirleri araççılığı ile Güney Kürdistan hükümetinden kendilerine sahip çıkılmasını istemişti. Bunun üzerine Kürt hükümeti Rojgar ve Nesrin ile birlikte 18 Kürt kızının diplomatik yollarla geri getirilmesine kararı verildi.



Saddam rejimi Enfal Katliamı sırasında öldürmediği çoğu çocuk yaştaki 18 Kürt kızın Msır"daki gece kulüplerine sattığı elde edilen belgelerle ortaya çıkmıştır. Yaşları 12 ile 29 arasında değişen 18 Kürt kızının isim listesini ve Baas rejiminin resmi mührünü taşıyan 1601 nolu ve 10.12.1989 tarihli satış belgesini medyaya dağıtan Danimarka’daki Kürtler, Stockholm"deki Mısır elçiliğine başvurarak, 18 Kürt kızının akıbeti konusunda bilgi istedi.

Mısır’da satılan Kürt kızları geri getiriliyor‏ ‏

Danimarka’daki Kürtler Mısır elçiliğine verdikleri belgede kızların bulunup memleketlerine iade edilmesini isteyen Kürtler, taleplerinin yazılı olduğu dilekçenin bir kopyasını da başta BM, AB, Arap Birliği olmak üzere Irak"taki Kürt Bölgesi Yönetimi ile Bağdat"taki merkezi yönetime de göndermişti.

Saddam"ın Kürt kızlarını Mısır"a sattığı belgenin "Bismillahirarrahamanirrahim" ile başlaması ise dikkat çekicidir.

EL TAMİM bölgesindeki istihbarat şefinin imzasını taşıyan 20.12.1989 tarihli belgede şu ifadeler yer alıyor: "Enfal Kampanyası çerçevesinde bir çok kadın yakaladık. Burada yaşları 14 ile 18 arasında değişen 18 kadın, Mısır"daki striptiz ve gece kulüplerinde çalışmak üzere bu ülkeye gönderilecek. İsteğiniz üzere kızların isimleri ve kendileri ile ilgili bazı ayrıntıları yandaki belgede gönderiyoruz."

Genellikle Enfal katliamı sırasında tüm ailesini kaybeden ( hatta tüm erkek çocuklar da dahil olmak üzere sağ bir şekil de Basra’nın vahalarında dozerlerle yer yarılıp içine konulan) Kürt ailelerin küçük yaştaki kızlar sağ bırakılıp aşağıdaki talimatlarla başta Mısır olmak üzere bölgedeki Arap ülkelerine satılmıştır.

Eğlenceye düşkünlükleri ile tanınan Arap şeyhleri bu küçük yaştaki kız çocuklarını ya satın alıp saraylarına kapatıyor ve zoraki sekse tabi tutuyordu. Ya da bu kız çocukları gece kulüplerinde seks tacirlerinin sermayesi olarak değerlendiriliyordu.

Aşağıdaki belge 20 Aralık 1989 tarihindeki bir belgedir. Ele geçmemiş ya da tahrip edilmiş yüzlerce benzer belgenin olduğu tahmin ediliyor.

BU OLAY FİLME KONU OLDU

Bu kadınların dramı Doğu Kürdistanlı yönetmen Şirin Cihani’nin çalışmalarını yaptığı "Yıldızlar Gündüz Renksizdir" (Stêrk di nav rojê de bêreng in) filmine de konu oldu. Film, Irak"ta Baas rejimi döneminde cezaevine konulan, işkence gören insanların yanı sıra insan tacirlerinin eline düşen Kürt kadınlarının dramına da dikkat çekiyor.

ZSaddam rejimi döneminde çok sayıda Kürt kızının Mısır’a gönderilerek satıldığını söyleyen Cihani, “Bu kadınlar eski Irak rejimi ve Arap mafyalar tarafından satın alınıp satılıyordu, köle olarak değerlendiriliyordu. Bu kadınların aileleri katlediliyordu. Genç Kürt kızlar da Mısır gibi ülkelere satılıyordu. Bunun için Kahire"de çekimler yapacağız’’ diye demeçler verdi. Yönetmen Cihani, ilk kez Kürt kadınlarına yönelik siyasi içerikli uzun metrajlı bir filmin yapıldığını ve filminde feminist öğelerin bulunduğuna da ayrıca dikkat çekti.
Print