2024-03-28
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Süreci doğru okumak
2013-04-30 22:47
Yılmaz Çamlıbel
Yaşanan bu süreci doğru okumak için, işe yakın geçmişten başlamak gerekiyor. Bunun için 1960 yıllarına gidelim.

1961 Anayasası’nın sağladığı göreceli özgürlük ortamında, Türkiye genelinde büyük bir toplumsal uyanış başlamıştı. Ülkedeki düzen karşıtı muhalefet grupları, hak, adelet, eşitlik ve özgürlük taleplerini yüksek sesle dile getiriyorlardı.

Özellikle Kürt ulusal muhalefetiyle, Türkiye işçi sınıfı muhalefeti, düzen sahiplerini ve onların arkasındaki dünya kapitalist sistemini köşeye sıkıştırmaya başlamışlardı. Başbakan Demirel “Ben bu anayasayla devleti yönetemem” diyordu.

Her hangi bir ülkede eğer düzen sahipleri meşru zeminlerde kalarak, ülkedeki toplumsal muhalefeti ezip kontrol altına alamıyorsa, dünya kapitalist sisteminin icadı olan bir projeye devreyi sokarlar.

Bu projeyi şu biçimde özetliyebiliriz. “Muhalefeti illegaliteye it, şiddete yönlendir, kan dökülsün, sonra vatan elden gidiyor diye bağır, faşist bir cuntayı başa getir, muhalefete savaş aç, üstün silah gücüne dayanarak muhalefeti ezip yok et.”

Türkiye’de bu proje 12 eylül cuntasıyla hayata geçirildi. İşin ön hazırlığı kısaca şöyleydi. Seferberlik Tetkik Kurulu, Kontur Gerilla, Ergenekon” diye adlandırılan Türk derin devleti, ülkücülere TSK’ne bağlı Bolu ve Eğridir’deki kamplarda askeri eğitim verdi. Bu paramiliter güçleri sosyalist gençlere saldırttı.

Sol öğrenci gençliğin büyük bir bölümü legal, demokratik zeminlerde siyaset yapıyorlardı. Sonra nasıl olduysa -nasıl olduğunu söyleyeceğim- üniversitelerde Güney Amerika FUCO’culuğunu anlatan bröşürler dağıtılmaya başlandı. Gençler, “Cici demokrasi” diye alay ettikleri legal demokratik mücadeleyi terk ettiler.

DEV-GENÇ kuruldu. Sosyalist gençlik, “Devrimci Halk Savaşını” stratejik amaç haline getirdiler. Alt rütbeli subaylar, -Mahir Kaynak ve benzerleri- fakülte ve yurtları gezip “Tabancamla emrinizdeyim” demeye başladılar. “Ordu gençlik elele, milli cephede” sloganları atılmaya başlandı.

Hazırlanan proje gereği, sınırlar açıldı ve sosyalist gençler, Filistin kamplarına akın ettiler. Silah yüklü gemiler Varna ile Trabzon limanları anrasında gidip gelmeye başladılar. Ve neticede sağ-sol kavgası başladı.

Şimdi de Kürt tarafına bakalım. Meydana gelen toplumsal uyanış sonucunda Kürt aydınları kendi aralarında önce liberal ve sol biçimde ikiye ayrıldılar. Sonra solcular kendi arasında şiddet karşıtı ve şiddet yanlısı biçiminde ikiye ayrıldılar. Türk derin devleti’nin hazırladığı projenin tesiriyle Kürt öğrenci gençliği de illegalite, radikalizm ve şiddete yöneldi.

Burada durup, eski ülkücü ve gazeteci Avni Özgürel’in, Neşe Düzel’e verdiği röportajin bir bölümünü sizlere hatırlatmak istiyorum. Özgürel şöyle diyor “Mit, Ankara Yenişehir’de, basın-yayın işi yapan bir yer açmıştı. Ülkücülerin kitap, bröşür ve bildirileri de burada basılıyordu. Ben, bunları matbaadan alıp arkadaşlara ulaştırıyordum. Orada, orta işlerine bakan, esmer tıknaz bir genç dikkatimi çekiyordu. Öcalan’nın resmiyle haberleri artık gazetelere yansımaya başlamıştı. O resimlerle basımevinde gördüğüm genç, ikiz kardeş gibiydiler. Onun Öcalan olduğuna inanmam mümkün değildi.

Sonra, Öcalan’la röportaj yapmak için Şam’a gittim. Aynı kişiyi karşımda görünce çok şaşırmıştım. MİT’e ait basımevinde çalışan birisinin Kürt hareketinin önderi olmasına inanmam mümkün değildi. Dayanamayıp durumu kendisine sordum. Hiç tereddüt etmeden bana “evet, orda gördüğün kişi bendim”, dedi.”


Sizin anlayacağınız ülkücülerin bildirilerini basan MİT’e ait yayınevi, aynı zamanda sosyalist gençlerin elinden düşürmediği FUCO’cu bröşürlerini de basıp dağıtıyordu. İlaveten, Kürt Ulusal Başkanı olacak kişiyi de, ayak işlerinde kullanıyordu. Bu yayınevinde basılan dükümanlar, tarafların ideolojik ve politik alt yapısını oluşturuyor ve tarafları iç savaşa doğru sürüklüyordu.

Bu tuzak projeyi yapanlar, bu grupları asimetrik askeri gücüne dayanarak, çok kısa bir sure içinde, ezip yok edeceklerine inanıyorlardı.

Bu tahmin, Türk sosyalistleri için tutu, ama Kürt konusunda başarıya ulaşamadı. Çünkü ülkede, sınıf bilincine sahip, sosyalist devrimin gerçekleşmesini isteyen bir işçi sınıfı yoktu. Ama kaderini tayin etmek isteyen, bu uğurda büyük bedeller ödeyen savaşkan bir Kürt halkı vardı. Bu halk günümüzde de, devletin tüm saldırılarına, PKK’nin tüm beceriksizlik, hata ve ihanetlerine rağmen mücadelesini inatla sürdürmeye devam ediyor.

Şimdi “barış ve çözüm sürecine” gelelim. Dünyayı yönetenler, akıllı insanlardır. Yaptıkları bir proje eğer başarılı olamıyarsa, onun yerine yeni bir proje hazırlarlar.

“Mademki inkarla ve savaşla Kürt ulusal muhalefetini ezemiyorum, o zaman onları, insan hakları, demokrasi, barış projesiyle içinde oyalıyarak kontrol altında tutmalıyım” dediler ve öyle de yaptılar. Günümüzde atılan tüm adımlar, bu projenin bir parçasıdır.

Elinde her türlü araç, gereç, silah ve yarım milyonu aşkın askeri bulunan Türk ordusu, neden elinde sadece tüfek bulunan 2-3 bin Kürt gerillasını yenemiyor? Bu sorunun doğru yanıtı, Kürt ulusal mücadelesinin stratejik anahtarıdır.

Bana göre sorunun doğru yanıtı şudur, “Kürt sorunu, ulusal bir sorundur ve ulusal bir birlikle çözülür. Sorununun özü, Kürt halkının kaderini tayin etmesidir. Yani hangi toprak üzerinde, hangi bayrak altında, hangi sosyo- ekonomik kalkınma rejimi içinde yaşıyacağına karar vermesi ve bunu uygulamaya koymasıdır. Bu nedenle Kürt ulusal bilinci ve kararlılığı, Kürtlerin en büyük silahıdır. Kürtler, ancak bu silahla mücadeleye kazanabilir. ”

Türk devlet yöneticileri işte bu yüzden PKK yöneticilerinin ulusal bilincini karartıyorlar. KCK’yi ulusal taleplerden uzaklaştırıp, barış, kardeşlik, milli misak, anayasal vatandaşlık, Çanakale ruhu laflarıyla teslimiyete doğru sürüklüyorlar.

Ulusal özlem, istem ve talepleriyle ortaya çıkacak yeni bir seçeneğin yaratılmaması durumunda, Kürt ulusal mücadelesi kahramanlıkla teslimiyet arasında gidip gelmekten kurtulamayacak ve mücadeleyi kaybedecektir. Kürt halkı bu yenilginin yaratacağı hayal kırıklığı nedeniyle, silahlı mücadele dönemini arar hala gelmesi, ihtimal dahilindedir.


Print