2024-05-20
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Ali Kızılay
 
Cin lambadan çıktı, yaşasın cinnet
2013-07-15 11:48
Ali Kızılay
Çevremize baktığımız zaman, her şeyin hızlı bir değişim içinde olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Özellikle Kürt coğrafyasında iyi günlere dileğiyle hızlı bir dönüşüm yaşanıyor. Cinin lambadan çıkıp sürecin barışa doğru yol almasını dilediğimiz günümüzde kıtlıktan çıkmışız gibi dört elle sarılmışız barış sürecine. Nasıl sarılmayalım? Kürt coğrafyasının altının üstüne getirildiği,genç nesile kırımın dayatıldığı, failleri aramızda cinayetlerle, yakıp yıkmalarla ateş düştüğü yeri, sadece düştüğü yeri yakıp küle çevirmiş. Otuz yıllık toz duman içinde vahşi bir hiyerarşinin ermiş edasıyla dayattığı yıkımın orta yerinde ise zafer kazanmış şövalyeler anıt gibi karşımıza dikilmiş pişkin pişkin sırıtıyorlar bu süreçte. Biz de kazanımımızı içimize sığmayan, gözlerimizden ilk kez sevinç gözyaşları fışkırana dek kahkahalarla neden dışa vurmayalım?

‘Yaşasın barış. Ha ha haaaa!..’

Emir ve komuta zinciriyle Ergenekon ve yerel versiyonlarının biçimlendirdiği ‘götürün’ler ve ‘götüren’lerin başından beri kazanacaklarını bildikleri tasarım ve akıl kurmalarla dayattıkları ortamın ganimetleriyle, eh zevkten cinnet geçiriyorlar. Cinnet bu. Bilindiği gibi iflah etmez zihinsel bir hastalıktır cinnet. Bazen intiharlarla sonuçlanabiliyor.

Dünyanın her yerinde durulanan ortamlar, akıl yürütmeler ve eşitlikçi adalet anlayışıyla sorgulama ve yargılama dönemlerini yaşatırken, Kürt coğrafyasında ise toplumun benliğini sarmış despotizme boyun eğiş, bu yaşamsal mekanizmanın yaşam bulmasına izin vermiyor. Bu nedenle zevkten cinnet geçirmelerin dışa vurumu intiharlara umut bağlanmış. Bir korodur tutturulmuş.

‘Haydi köprüyeee!’

‘Sana ölümün yakışıklısı yakışır…’

‘Atla atla, huraaa!..’

Durulanan sürecin, sömürü ve şiddet çarkının yerel versiyonlarını , biçimlendirdiği despotik siyaset mantığını sıkıntıya sokacağı endişesine karşı ültimatom gibi derinden yükselen boyun eğiş nasihatları toplumun kimyasını bozmuş depresyon geçirtiyor.Yaşatılan bunca acılara, yakıp yıkmalara karşı kulaklarda çınlanan ‘hışşş!’ seslerine eşlik eden yüzleri, gözleri yalayıp geçen yalımlar, Kürtlerden kuzu sessizliğini istiyor. Yakıcı yalımlar yermiyormuş gibi ne Kürtlük ne de Türklükle alakalı olmayan, istenildiği zaman her kalıba devşirilebilir kiralık akıl hocalarının, tasasız kalemlerin, partneri her zaman derin odaklar olan sömürü ve şiddet çarkını kutsayıcı kalem oynatmaları, şevirdaşlıkları depresyon geçiren toplumu sanki cinnet geçirmeye hazırlıyor, kaygan bir zemine oturtulmuş sürecin saboteye müsait olduğunun da işaretlerini veriyor.

Bundan hareketle, özellikle JİTEM eksenli silahlı kabilelik zorbalığıyla aynı rotayı izleyen despotik siyaset mantığının feodal zeminde buluşması, sadece feodalizmi kurumsallaştırıcı sigorta sayılmakla kalmıyor. Kemalizmin Dersim ve Zilan katliamları sendromunu kullanarak Dersimlilerin şuur altını esir alışına öykünüp Kürtlere yönelik jenosidin zamana yayılmış hali olarak karşımıza çıkan faili meçhuller sendromuyla Kürtlerin şuur altını esir almaya çalışıyor. Bu esir alış, vatandaşlık ve adalet kavramlarını sorgulamayı acizlik saydırıyor ve buna Kürtlerin birlikteliği deniliyor. Feodalizm zorbalığına boyun eğişin ilahi bir istem olduğu ruh hali insan olma şartlarını yok ederken, toplumun zihnine enjekte edilen sembollere sığınmayı erdem saydırıyor. Yer,zaman ve mekana göre de İslam kardeşliği diye adlandırıyor. Bu İslam kardeşliği mantığı uğranılan zulmü ahirete bırakmayı vahyetmekten de geri kalmıyor.

Peki bu ruh haline zorlayış İslam kardeşliğiyle örtüşüyor mu? Elbette hayır.

Amara’da yaşanan,zat-ı şahanenin bastığı düşünülen toprağı avuç avuç yemeler, doğduğu evin duvarlarına tavaf niyetine yüz sürmelerle yaşanan ne mistik ne de mantıksal açıklaması olmayan tapınma seramonisi her ne kadar düşürülmüşlükten depresyon geçiren toplumun, yitirdiklerinden bir şeyleri telafi etme düşü, politik dürtü olarak karşımıza çıkıyor olsa bile, Hz. İsmail’in vefatından (M.Ö.1189) yıllar sonra Mekke’den ayrılmak zorunda kalan Cürhümi kabilesinden bazı ailelerin yerleştikleri mekanda Mekke aşkıyla puta tapıcılığa yönelmelerini hatırlatması, yaratılabilir tehlikeler barındırdığı unutulmamalı.

Amara’da yaşananlara tasasız kalemler cerrah ustalığıyla istedikleri kadar estetik bir görüntü uydursunlar, toplumsal mozaiğin hassasiyetlerini kaşımada amacın, adaletin yaşam bulabilirliğine karşı cinnet ile cennet arasında gidip gelmelerin de yoğun olduğu Kürt coğrafyasında yaşamın her an tehdit altında tutulabileceğinin mesajını veriyor.Üstelik Ergenekonun bütün kurallarıyla ayakta olduğu bir coğrafyada.

Bu talihsizlik bahane edilerek medyada ve internet ortamında hiç de ehil olmayan anlayışla bir yandan cihad çağrıştırıcı diğer yandan İslam aleyhinde yazılanlar, hassasiyetleri kaşıyıcı anlayış Kürtler arasında mümin-münafık gibi çok tehlikeli bir kutuplaşmanın amaçlandığı endişesi yaratmış. Oysa iki taraftan da yazılanlara bakılırsa, İslam kültüründen ve tarih bilgisinden yoksunluk hemen göze batıyor.Yazılanların özellikle İslam peygamberinin vefatından sonra dört halife döneminde yaşanan çatışmalar ve bu çatışmaların galibi Emevilerin yayılmacı ve yağmacı mantığına takılmakla İslamı yorumlamak,yanılgıdan başka bir şey değil. İster Emevilerin,ister Osmanlının yayılmacı ve yağmacılığı İslamın yayılmasına herhangi bir katkı sunmadığı gibi sadece İslam alemi ile hırıstiyan alem arasında husumetlere ve düşmanlıklara neden olmuş ki bu da Kur’an’da geçen ve İslam peygamberinin yeri geldikçe tekrarladığı dinleri ve inançları hoşgörüye çağıran kutsal yemine aykırıdır.’Kasem ederim İsa’ya ve incile. Kasem ederim zeytine. Kasem ederim Tur’i Sina’ya ve Zebur’a’diye başlayan ilahi yemin, İslamda cihadizmin olmadığını, hoşgörü dini olduğunu yeminle kanıtlıyor.

İslamiyetin Medine’de yayıldığı yıllarda Müslümanlara saldırılarla başlayan savaşlar sonrasında esirleri korku ve panik içinde gören peygamber, her zaman aralarına karışmış,onlarla oturup ağlamış ve af ilan etmiş.Peygamber döneminde hiçbir kadın recm edilmemiş.Hendek savaşında kendisiyle aralarında saldırmazlık akti olmasına rağmen savaş alanında akde uymayarak müslümanları arkadan vuran kabileden yazılı akite taraf ve tanık görünenlerin yakalanıp yargılanmaları istenirken bunların ‘Biz yahudiyiz. Bizi ancak Tevrat hükümlerine göre yargılayabilirsiniz,’ itirazları üzerine Tevrat hükümlerine göre yargılanmışlar.’ Aynı kavimden olup kendi kavmine ihanet edenler ölümle cezalandırılır,’bab ve bendlere göre idam edildikleri doğrudur. Bunun dışında peygamber döneminde hiç kimse ölümle cezalandırılmamış. Çünkü İslam insanidir. Şefkattir, merhamettir, insanca paylaşmaktır. İnsani olmayan hiçbir şey İslami değildir. Önemlisi İslam peygamberinin ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir,’ derken komşunun dini, milliyeti, rengi belirtilmemiş.

O dönemde peygamberi ve kureyşlilerle Müslümanlar arasında yaşanan çatışmaları adamlarıyla izleyen Roma hükümdarı II.Heraklius’un ‘Böyle bir peygamber benim ülkemde yaşıyor olsaydı, kendi ellerimle ayaklarını yıkardım,’ sözleri boşuna değil.

Günümüzde yaşananlar, karşımıza alim yani ehli vukuf sorununun varlığını ortaya koyuyor.

İslam peygamberi Hz.Muhammed(s.a.s) e sormuşlar.

‘Alim kime denir, alim olma halleri nelerdir?’

Hz.Peygamber:

‘Hem dünyayı hem ahireti aydınlatacak bilgi ve amele sahip insandır alim. Alimin boğazından haram mal geçmez. Kul hakkı geçmez. Çünkü ahirette insana sorulacak ilk soru kul hakkı yiyip yemediği, haram mal edinip edinmediğidir. Bu nedenle gerçek alimin amelle söylediği her söz bin rekat namazdan daha hayırlıdır. Alimin uyku hali bile alim geçinen cahilin ayık halinden daha hayırlıdır,’ diye buyurmuş.

Demek ki İslamın afakı, İslamın yorumlanmayışındandır.

İslamın yorumlanmayışı nedeniyle toplumsal dinamizmi Kur’an’ın öğretilerinden mahrum bırakılmış, İslamın red ettiği gelenekçiliği, töreciliği aşamayıp alt toplum durumuna en çok Kürtler düşmüş. Örneğin Fecr Suresi 19 ve 25. Ayetleri derki ‘Mirası helal haram demeden yiyorsunuz. O gün Allah’ın edeceği azabı kimse edemez.’ Lut suresi 113.’Sakın zulmedenlere en ufak meyil duymayın.’ Taha suresi 9. ‘Sakın öksüzü üzme.’ gibi daha nice surelerin Kürt coğrafyasında camilerde,cemaatlerde tartışıldığı görülmemiş.

Kürt coğrafyasında yaşamın, feodalizmin bencil çıkarlarına hapsedilmişlikte din adamı diye Kürtlerin yaşamına dayatılmış, bazı istisnalar dışında ne dini ne de ilmi eğitimi olmayan, sunumu toprak sahiplerince yapılmış mellelerden soyut değil,’ derken medrese eğitimli alim düzeyinde Melle Hüseyin Sağnıç gibi din adamlarımızı da saygıyla anmayı unutmayalım.’ Geçimi, üretim ilişkilerini tamamen elinde bulunduran toprak sahiplerinin zekat adı altında bağışlayacağı gelire bağlılık, zamanla feodalizm-melle ittifakına dönüşerek İslamı meta olmaktan çıkaracak sosyo ekonomik yanını algılayıp toplumda paylaşma kültürünü yaşama geçirmek yerine haramı helal gibi gösterme ustalığıyla İslami ve insani değerleri derinlere itmiş. İslam adı kullanılarak İslami değerlerin derinlere itilmişlik toplumun alt katmanlarına cehennem ve zebbani korkusu olurken, sosyalleşmesi Bakara, Nisa, Nur, Meryem surelerinde belirtildiği gibi İslamın emri olmasına rağmen kadının yaşamına azap olmuş.Toplumsal ahlakta vurguların çoğunlukla kadın bedeni üzerinde yapılması sadece nikah üstüne nikah kıymakla kalınmamış. Kadının erkek kardeşinden miras talebinde bulunması bile hakları feodal mantıkça erkek kardeşin imtiyazı sayıldığı için bu insani ve İslami istem,kadınla erkek arasında yaratılmış hak ve onur farklılığına isyan sayılarak töre suçu sayılmaktadır.

Hazindir, Kürt coğrafyasında İslam adına adalet ve hakkaniyet arasında yaratılmış bu uçurumun İslami olmadığını,İslamın birden fazla evliliği de haram kıldığını ‘Avrupa Üzerinde İslam Güneşi’ adlı yapıtıyla bir Alman yazardan öğreniyoruz. Dahası Amerikalı müzisyen Yusuf El İslam’ın ‘Ben Kur’an’ı tanımadan Müslümanları tanısaydım, İslam dinini seçmezdim,’sözleri hiç de yadırgayıcı değil. Çünkü batı dünyası feodalizm-din adamlığı ittifakını aşalı altı yüzyılı aşkın bir zaman dlimi olmuş. (Örnek: Derebeyler-Cizvit papazları ittifakı.)

Yazılanlara ve yaşananlara bakılırsa karşımıza şöyle bir gerçek çıkıyor. Önce dinin gericilik olduğu fikrinden vazgeçilmeli. Bunu algılamak, laboratuvar ortamında icadi bir çalışma gerektirmiyor. Tarih bilgisi destekli teorik bir çalışma yeterlidir. Öncelik, Kürtleri somut gerçeğinden uzaklaştırıp adalet ve hakkaniyet arasında yaratılmış uçurumun orta yerine sıkıştırılmışlığını’en iyi O biliyor,’ mantığıyla günah keçisi yaratma ve zihin bulanıklığı yaratıcı felsefe kurnazlığına, despotizmin estetik ustası kalemşörlerine karşı muhalif Kürt siyasetinin hipnoz halinden kurtulmasına verilmeli. Çünkü hangi taraftan bakılırsa bakılsın, Kürtleri kendi içinde demokratik yaşama layık görmeyen Ergenekon-Feodalizm ortaklığının biçimlendirdiği siyaset mantığıyla Kürt çoğunluk arasında güven ilişkisi hayli zedelenmiş, ciddi bir kırılma yaşanıyor. Ergenekon soruşturması denilince yaşanan panik, akıllara yıkımların yarattığı sevinçten cinnet geçirmeleri getirebiliyor.

Otuz yıllık yıkım sonrası varılan süreçte Kürt çoğunluk demokratik çözümün neresinde? sorusunun karşılık bulmayışı, sürecin kirlilikleri örtücü bir rotaya yönelmesinin yarattığı ürküntü, buna rağmen bu siyaset mantığının başarılı olması halinde entegre olamayışın yarattığı ruh hali Kürt çoğunluğa depresyon geçirtiyor.

‘Haydi köprüyeeee!..’
Print