2024-10-10
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Latif Epözdemir
 
ŞİİRİN ÇOŞKUN SESİ ŞÊRKO BÊKES
2013-08-13 12:23
Latif Epözdemir
ARAMIZDAN AYRILAN KÜRT / SORANİ ŞİİRİNİN ÇOŞKUN SESİ ŞÊRKO BÊKES:

“Şiir ruhların ortak dili ve kesişim noktasıdır.”


Latif Epözdemir

KİMSESİZ DOĞDU,KÜRT HALKININ ÇİLELERİ İLE TANIŞTI,ÇOŞKUN BİR IRMAK OLDU, ÖLDÜĞÜNDE ARTIK BİR ORMANDI

Süleymaniyeyi çok seviyordu, dağını taşını havasını suyunu. Belki de onu şair yapan Süleymaniyenin gördüğü insanlık dışı vahşet ve o vahşetin karşısında Süleymaniyenin gösterdiği kahramanlıktı.Bu her iki durum bile duygusal bir kişinin çoşkun bir şair olması için yeter nedenlerdir.

Şêrko son dönemlerinde bedenen isveçteydi, ama ruhu Süleymaniyede Azadi parkında geziniyordu. Ve sonunda ruhu bedenini de çekti yanına.Şêrko Bêkes ruhen şimdi Azadi parkında yatıyor.Vasyeti de buydu zaten:Beni oraya gömün demişti yakın çevresine.

Sirwan Rehim beni aradı Şêrkonun Süleymaniye!den İstanbula geleceğini ve onu karşılamamı istedi.İ stanbulda iki gün kalacak ve sonra İsvece gidecekti.Sürgün yıllarında İsveci de yurt edinmiş ve Süleymaniye kadar olmasa da Sıtokholmü de çok sevmişti.Bir evi de oradaydı. Ailesi ve çocukları ordaydı. Ama o ilk fırsatta Süleymaniyey gelmiş ve yeniden doğarak yaşam sürmeye başlamıştı. Bêkes bana “İnsan özgürlükle yeniden doğar,hayat denilen şey özgürlük olmadan sadece bir düştür.

2002 yılının son günleriydi. Havaalanına gittim ve onu karşıladım, oteline yerleştirdi. Bir anada İstanbulda karşısında soranice konuşan birini bulunca çok sevinmişti. Çünkü sorani lehçeşi onun pınarıydı, o lehçeden okuyup yazınca, o lehçe ile konuşunca ruhu besleniyordu. Baban döneminin dört sütunu Salim, Nali, Wefai ve Kurdi sorani lehçesinden öyle harika eserler bırakmışlardı ki,Şêrko onlara ve onların yazdığı bu lehçeye hatrandı. O, diğer lehçelere de cevaz veriyordu ancak onun için hiçbir şey soraninin yerini alamazdı. Öyle yaşadı öyle bir disiplin edindi, ölünceye dek kendi disiplinine bağlı kaldı. Şêrko çok duru ve katışıksız bir soranice konuşurdu. Öyleki kimi zaman soranlar bile onu anlamakta güçlük çekiyordu.

Yolda bana beni tanıdığı için çok mutlu olduğunu söylemişti. Ben o zamanlar İstanbul’da Yaşam Radyoda bir edebiyat programı yapıyordum .Onu programıma konuk etmek istediğimi söyleyince tereddüt etmeden tamam dedi. Ama bir çekincesi vardı.” Türkiye’nin şartlarını biliyorum. Bu program sonrasında sana bir şey olmasın” dedi bana.Ben ise öyle şeyleri aklımdan bile geçirmemiştim.

Biz sütüdyo da iki saat boyunca soluk almadan program yaptık. Ben soruyorum o yanıtlıyor hemen anında tüm konuşmaları Türkçeye çeviriyordum Yaptığım en iyi programdı.1 ocak 2003 benim gazetecilik yaşamımda önemli bir gündür. Bu günü tarihe mal etmek için Radyonun ofisinde kıt olanaklarla resimlerini çektim. Ne yazık ki bir çok fotoğraftan geri ye arşivimde bir tek tane var. Onu da bu yazıda sizlerle paylaşmaktan kıvanç duymaktayım.

O günkü radyo kayıtlarını da yazıya dökerek bu güzel röportajı Navkurd sitesinde paylaşmıştım. Daha sonra birçok yerde bu röportaj yayınlandı, hala bu röportajın bazı bölümleri çeşitli yayın organlarında kullanılmakta anacak ne yazık ki kaynak belirtilmeden ve izin alınmadan röportaj basın ve yayın organlarına servis edilmektedir. On yıl önce yaptığım bu röportajı Şêrko Bêkesi anmak üzere bu yazının ekinde sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.

Sonraki yedi yıl boyunca hep görüştük. Ben Süleymaniye’ye gittiğimde ona uğruyorum o İsvece gideceği sırada mutlaka İstanbula uğruyordu. Dostluğumuz hiç kesilmedi. Tarih ve Toplum Bilimleri Enstitüsü olarak her yıl İstanbulda ŞİİRİSTANBUL adı ile uluslararası bir şiir festivali yapıyorduk.

Şêrko Süleymaniye yerel yönetiminde Kültür bakanlığına atanmış ve ancak on sekiz ay bakan olarak kalabilmişti. ”Şiirimin bir dizesini otuz bakanlık koltuğuna değişmem” diyerek bakanlıktan ayrılmış ve mısraların arasında imgeleri yakalamak için kelime avcılığına çıkmıştı.

Dağda pêşmerge olduğu sırada bile şiirle arasına mesafe koymamıştı. Tüfeğinden kurşun yerine ateşli nidalar yükseliyordu o günlerde. “BURADA” şiirlerinden biridir.

“Bu gece / Burada / Dağ, Şairdir,/ Ova kağıt;/ Silah kalem ,/ Irmak virgül /Ve taş da noktadır;/ Ben de / Ünlem’im…”

Şêrko Enfali yüreğinin derinliğinde his etmiş, tüm soluğu ile şiirler yazmış ve yazdığı şiirleri bir tokat gibi zulmün yüzüne paralanmıştı.

Şêrko’nun avazı yiğit Süleymaniye halkına cesaret ve inanç devşiriyordu.

O aynı zamanda adına “ RUWANGE” dediği bir şiir ekolünün de öncüsüydü..

2010 yılının ocak ayında onu telefonla aradım ve festivale katılmasını istedim. Hiç düşünmeden “evet” dedi. Sözünde durdu. Geldi festivale katıldı. Ama onu bir sürpriz bekliyordu. Ben festival için ondan şiirlerini istemiştim. Gelen şiirleri oturup Türkçeye çevirmiştim. Sonra da Festival yayınları arasında kitabı basıp dağıtmıştık, ona imza günü yapmıştık.” HALEPÇEDE MARTIN ONALTISI” ona vereceğim en büyük armağan olmuştu. Çok sevindi. Ban festival sonrası, aralarında yeni şiirlerinin de olduğu bir düzine şiir daha verdi.” Türkçeye çevir ve kitap olarak bas ama para ile satılmasın” demişti. Notere gittik, bana vekalet çıkardı, ancak giderken vekaletname onun eşyaları arasında kalmıştı. Bana geri gönderdi ama getiren arkadaş sınırda o vekaleti kaptırmıştı. Buna rağmen ben şiirlerini çevirdim. Basıma hazır hale getirdim. Bu yılın sonunda da basalım diye kararlaştırmıştık ki o göçtü, şiirleri öksüz bıraktı. Herkesinkinden daha erkendi onun ölümü.

Festivalin onur konuğuydu.Kürt şiirini temsilen gelmişti.Festivalin açılılışı Dolmabahçe Sarayında yapıldı.Şêrko orada Kürtçe/ soranice kısa bir teşekkür konuşması yaptı.Çok duygulanmıştı.Konuşmanın son cümlesi şöyleydi:” Şiir,ruhların ortak dili ve kesişme noktasıdır.Ben Türkçe bilmiyorum ama Nazım Hikmetle ruhlarımız kesişiyor.”Ve sonra yeni yazdığı şu küçük şiirini, PİYANO’yu sundu konuklara:

“PİYANO

Bir sabah

Bu dünyanın

Beş kıtasının Şairlerinin

Ruhunun kırlangıçları

Birlikte uçtular

Akşamleyin de

Birlikte, tümü

Ard arda

Bir sandığa girdiler

Daha sonra

Gecenin geç vakti

O sandık bir Piyano oldu.”


Şêrko, festival boyunca gönüllerde taht kurmuştu. Şiirseverlere bir destan bırakmıştı ardından.İsveç konsolosluğunda okuduğu şiirler,ruhları okşuyor ama tüyleri diken diken ediyordu.En coşkulu en yurtsever en devrimci şiirlerini getirmişti İstanbula ve Üniverisite kampüslerinde, liselerde, kısaca yedi gün boyunca kendine ayrılan her yerde büyük bir disiplin içinde engin bir coşku ile okuyordu şiirlerini. Ben de ardından Türkçeye çeviriyordum bu çoşkun şiirleri.Şiir okurken kendinden geçiyordu, okuduğu şiiri yaşıyordu adeta.Tiyatral bir ziyafet ve müthiş bir resitaldi veriyordu Şêrko Bêkes.



Festivalin kapanışında Tekrar konuştu ve şiirler okudu.Bu kez SUADA’dan yankılanıyordu sesi. İstanbul boğazı bir şiir virtüyözünün sesine kulak veriyordu.Şêrko Bêkes özellikle de kendisini dinlemeye gelen Kürtlerin çoğunlukta olduğunu anlayınca beni çağırdı, elindeki şiiri okumasında bir sakınca olup olmadığını sordu. Ben yok dedim. Çünkü Zekiye Alkan ve Musa Anteri anmadan gitmek istemiyordu.



“DEPREM



Bu kuzeyin çığlığı,erguvan bir marşa

Süpürgesi olmuş,

Ve tanrı katına kadar yükselmiş;

Ya da denizin gümbürtüsünde,

Suyun çığlığı ,

Belki de bu çığlık

Bu dağların bir nalınıdır.

Bu kan mıdır yoksa,şafak mıdır dökülen

Bu ot mudur yoksa,bölünmüşlük mü;

Yeşermiş olan

Bu halkın omuzu ve kolları mıdır

Yoksa orman mı,

Rüzgarın öfkesi mi,yoksa bulutların ürpermesi mi

Bunlar ağaç mıdır,

yoksa saçları meşale olmuş kadınlar mı

Bunlar erkekler midir,

Yoksa yelleri kardan destanlarda adları anılan atlar mı

Ne destan

Ne karayel

Ne deniz

Ne de bir düş

Ya da bir film..

Bu bir depremdir,

Bunlar, bizleriz

Hep birlikte, bu kentlerin sokakları

Ve kangölü olduk bu alanların;

Bunlar bizleriz

Ne kadar dişi yaratık varsa toprağımızda

Hepsinin bir adı var

Adları Zekiye Alkandır

Ve ve buralarda her erilin bir tek başı vardır

O da Musa Anter’cedir.”




Büyük bir çoşku ile alkışlandı.Gençler onu araya alıp doyasıya söyleştiler,en sonunda Fırat Ceweri ile benim yanıma geldi. ”Yoruldum” dedi. ”otele gidelim,yatmak istiyorum” dedi. Şêrko o gece dünyanın en mutlu kişisiydi. Şair Nazire Dedemanın ona tahsis ettirdiği Dedeman Otelindeki odasına kadar götürdüm onu. Yatağına girdi, sonra ben ayrıldım otelden. Ertesi gün Stokholme yolcu ettim. Aradan iki yıl sonra ben Süleymaniyeye gittim. Üç gün boyunca hep yanıma geldi. Hep Türkiyedeki anılarını konuştuk. Yakın zamana kadar hep telefonlaşırdık. Ta ki İsvece tedaviye gidinceye dek. Ama onu son görüşüm iki yıl önce Süleymaniyese Aşti otelinin restoranıydı. Ruhu şad olsun. Aşkları, tutkuları özlemleri ve diğer tüm hazinelerini birlikte mezarına götürdü. Geriye birtek şiirlerini ve şiir disiplinini bıraktı bizlere.Bu da en büyük hazine olsa gerek. O gizli aşkı şöyle anlatmıştı bir şiirinde:



“GİZLİ AŞK

Sen ruhuma süzülüyorsun, ama ışın değilsin

Bedenime giriyorsun ,ama kan değilsin

Gözlerime doluyorsun, ama renk değilsin

Kulaklarımda çınlıyorsun, ama ses değilsin,

Anlaşıldı sen gizli aşksın…” Xwuda hafız mamosta. Xula le gel be.

ŞÊRKO BÊKESİ YAKINDAN TANIYALIM

Şêrko Bêkes
,1940 yılında Süleymaniye de doğdu. Ünlü Kürd şairi Faik Bêkesin oğludur. Faik Bekesin de Kürt edebiyatında önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Şerko Bekes, bu güne kadar çok sayıda şiir yazdı, bu şiirler bir çok dile tercüme edildi .Şiirleri bir çok Avrupa dilinin yanı sıra, Türkçeye de ilk kez Doz yayınları tarafından kazandırıldı. Türkiye de BELKİ yayınlarından da bir kitabı latin harflerle basıldı. Tarafımdan çevrilmiş olan HALEPÇEDE MARTIN ONALTISI adlı kitap,Türkçeye çevrilmiş seçme şiirlerinden oluşmaktadır. Önümüzdeki dönemlerde bu kitap tercüme edilmiş yeni şiirleri ile birlikte tarafımdan yayına yeni bir kitabı hazırlanacaktır.

Şair en önemli toplumsal gerçekçi Kürt şairdir. Bu güne kadar iki önemli ödül almıştır. 1987 yılında İsveç Peni tarafından TOCHOLSKI ödülüne layık görüldü. Daha sonraları da kendi ülkesinin kendinden önceki önemli şairlerinden PİREMÊRD adına tahsis edilen ödülü aldı.

Yaşamının son yıllarından başlayarak, ölümüne dek 1998 de kurulmuş olan Serdem adlı kültür merkezinin başkanlığını yürüttü. Bu ölümsüz şairin bu güne dek 33 adet yayımlanmış Kürtçe kitabı vardır.

Şêrko Bêkes, 1993 yılında Kürt Federe Devletinde 1 yıl süre ile Kültür Bakanlığı da yapmıştır. Şair ; mensubu bulunduğu hükümetin anti demokratik kimi uygulamalarına tahammül etmeyerek kabineden ayrılmış ve bir daha benzer görevler almamıştır.

Kürt şiirinde kısa şiir geleneğinin öncüsü olan şair, Abdullah GORAN dan sonra çağdaş Kürt şiirinin en önemli ismiydi.

Şêrko Bêkes’in yaşamı henüz o hayatta iken Yönetmen SİRWAN REHİM tarafından filme anılarak bir belgesel haline getirildi.

SIZI ( ÊŞ )

Ben uzun boylu bir sızıyım
Başka bir acının omzuna konmadan;
Yaralar nerede ise beni bulur,

Yoksullar da neredeyse ben onları bulurum.


Kendisi ile 2003 yılında Yaşam Radyo kanalında yapmış olduğum röportajın Türkçesini paylaşıyorum.

Yaşayan en büyük Kürd şairlerinden biri olduğunuzu söyleyen eleştirmenlerin görüşlerine katıldığımı belirtmek isterim. Bu konuda tevazüye gerek olmadığını da biliyorum. Şêrko Bêkes, bu konuda neler düşünüyor.

Bu konuda bir şey söyleyemem ben kendini öven şairlerden değilim şiirlerimi ve kendimi fazla övecek değilim eğer halk böyle takdir etmişse insanlar böyle görüyorsa bir bildikleri vardır ama ben kendime dair olarak belirtmek isterim ki halkla aynı görüşte değilim .

Özellikle Soran Kürdleri arasında en çok sevilen ve Türkiye de tanınan bir şairsiniz Türkiyedeki Kürdler de sizi çok severek beğenerek okuyorlar. Hatta çoğu birkaç şiirinizi ezberlemiş durumda.En son iki yıl önce Diyarbakır Belediyesinin düzenlediği bir festivale katıldınız ve o festivalde şiirler okudunuz.Dinleyenlerin tepkisi konusunda ne düşünüyorsunuz.Ne tür tepkiler aldınız.?

Benim rüyamdı bir gün Diyarbakır gibi önemli bir kentte sahneye çıkıp Kürdçe şiir okumak. İki yıl önce bu rüya gerçek oldu. Diyarbakır Büyük şehir Belediye Başkanı sayın Osman Baydemir e teşekkürlerimi sunuyorum. o etkinlikte beni sahneye bizzat kendisi davet etti ve beni sahneye davet ederken şunu söyledi: ‘her ne kadar Şérko nun soyadı BÊKES ise de Şêrko Bêkes kimsesiz değildir o kırk milyon Kürd ‘ün akrabası ve kardeşidir,babasıdır, dedesidir. Tüm Kürdler onun akrabasıdır dolayısıyla soyadının Békes (kimsesiz) anlamına geliyor olması gerçekte bir şey ifade etmiyor’ aşağı yukarı bir saat sahnede kaldım ve Kürdçe şiirler okudum. Sorani lehçesinden şiirler okudum Sorancanın da Türkiye de anlaşılmadığını çok iyi biliyorum ancak ben sahneden indikten sonra salon daki birkaç kişiye sordum ‘hepiniz sessizce beni dinlediniz peki acaba benim neler söylediğimi anlayanınız var mı’
Dediler ki :’’ Hayır biz Soraniceden anlamıyoruz ne dediğinizi de anlamadık ama ruhlarımız kesişti ruhen sizi duyabildik .
” Ve her halde şiirin en önemli özelliği de zaten bu olmasa gerek. Ruhların ortak dili ve kesişim noktası..

“DARP

Bana göre
Şiirin ve çivinin
Başı birbirine benzer,
İkisinin de,
Sivri uçları dalınca derinlere,
Şiirin üstünde acının
Çivinin üstünde ise çekicin izleri kalır.”

Kürd dilindeki farklı lehçeler sorunu nasıl çözülebilir.? Kürdler birbirlerini farklı lehçelerden ötürü çok iyi anlayamıyorlar? Bu durum kendi aralarındaki iletişimi nasıl etkiliyor.?

Bu bir siyasal iktidar sorunudur. Yani Kürtlerin siyasal yönetimleri ancak bu soruna çözüm getirebilir. Bir özgür Kürt yönetimi bunu çözebilir. Hazır Kuzey Irakta bir Kürt yönetimi varken, sanırım bu hepimizden önce onların sorunu olmalı. Bunun üzerine çalışmalar yapmaları gerekiyor. Ayrıca bizim kendi aramızda bu lehçeler sorununu çözmemiz , yani farklı lehçelerdeki farklılıkları giderip tekleştirmemiz, yani özcesi farklı lehçeleri tekleştirmemiz, dili tekleştirmemiz iletişim sorununu çözmez, dil ile iş aynı anda kullanılmaya başlanırsa, dil ile ekmek aynı anda kullanılmaya başlanırsa, o zaman çok kolay bir biçimde karşılıklı olarak kişilerce meramlar anlaşılacaktır.

Yani teorik olarak karar almak yetmiyor. Pratik gerek. Bu pratik ise somut yaşama uyarlanıp orada zorunlu koşulmazsa lehçe ayrılıkları sürer ve yakınlaşma sağlanamaz. Ekonomik yaşamın ticaretin ortaklaşması, pazarın ortaklaşması, ortak Pazar dilini zorunlu olarak yaratır zaten.

Kürdçe’nin iki büyük lehçesi var. Sorani ve Kurmanci. Bu lehçeler çok yaygın olarak kullanılıyor. İki farklı alfabe de var. Kanaatime göre, bu iki lehçede kullanılmalıdır. Her ikisi de özgün halleriyle kalmalıdır. iki alfabe de özgün halleriyle kalmalıdır. Biz birbirimizi anlayabilmenin farklı yollarını denemeliyiz. Bu iki farklı lehçenin ve alfabenin özgün olarak kalması Kürdler için bir zenginliktir.

Türkiye Arab harflerinden Latin harflerine geçiş konusunda Mustafa Kemalin harf devrimine uydu. 1929 harf devrimi sırasında Mustafa Kemal bir yandan, ülkenin politik çehresini değiştirirken, diğer yandan dilini de değiştirdi ve dil ile yeni hayat birlikte koşmaya başladı, birlikte yol almaya başladı. Dolayısıyla çok kısa zamanda yeni alfabe de, Türk siyasal yaşamına, sosyal yaşamına girmiş oldu.

Türk ulusu bu yeni değişime hızla entegre oldu. Bu bir bakıma çok iyi oldu. Ama bir bakıma da ,Türk kültürü Osmanlı kültürü, Arabça da saklı kaldı. Türkçeye dönemedi. Latin harflerine dönemedi yani Türklerin Latin harflerine geçmesi çok olumlu bir durumken o Türk kültürünün Türk arşivinin edebi değerlerinin de Arab harflerinde saklı kalması bugün ki Türkler için bir fakirlik yarattı. Bu bir talihsizlik oldu aslında keşke Arap alfabesi de korunabilseydi ve bugün o hazineden de istifade edilebilinseydi.

Kürtler lehçeleri birleştirmek konusunda kendilerine bir problem çıkarmamaları gerekiyor yeni bir angarya çıkarmamaları gerekiyor bu çok önemli bir farklılaşmaya yol açmaz. Yani birden çok lehçe pek de zararlı sayılmaz. Ayrıca bu durum çok da önemli değildir, süreç içerisinde lehçelerarası bir yakınlaşama sağlanır.

Kürd Edebiyatın durumunu nasıl yorumlarsınız.?

Kürdler çok yaygın bir coğrafyada yaşıyorlar ve farklı koşullarda hayatlarını sürdürdükleri için bir bütün halinde Kürd edebiyatının durumunu ele almak çok sıkıntılı çok zahmetli bir iş olur. Ama parça parça bunu ele alıp bir takım bilgiler verebiliriz. Şu ayrımı yapmadan geçemeyeceğim. Türkiye ve Suriye deki Kürdlerin durumu, ,İran ve Iraktaki Kürdlerin durumundan çok farklı. Çünkü Irak ve İran da hiçbir zaman Kürdçe yasaklanmadı.

Dil özgür olduğu zaman edebiyatın gelişme şansı daha büyük olur. Suriye ve Türkiye de ise Kürdçe yasaklı olduğu için daha çok edebiyat sürgünde şekillendi. Dolayısıyla dil yasaklı olduğu için edebiyat gelişemedi. Bu büyük atlası parça parça ele alıp değerlendirmek gerek. Dediğim gibi Baban beyliği ve Erdelan Beyliği sırasında Kürd edebiyatı önemli bir gelişme kaydetmiştir. Bu beyliklerin hepsi kendi çatısı altında önemli şairler ve yazarlar bir araya getirmiştir. Örneğin Cizre Beyliği sırasında Ehmedi Xani, Melayé Cızıri, Feqiye Teyran gibi şairler varken, Baban beyliğinin çok önemli üç şairi, Nali ,Salim ve Kurdi nin Kürd edebiyatına çok büyük bir nefes kattıklarını söyleyebiliriz.

“UMUT ( HEVİ )

Eğer sevdan bir yağmursa
İşte altında duruyorum.
Eğer ateşse sevdan bak ortasında duruyorum.
Ey ülkemin sevdası
Benim şiirim der ki ;
Yağmur ve ateş olduğu sürece bende olurum.”


Erdelan Beyliği döneminden gelen bir miras var. O dönem Kürd şairler, Havramani lehçesinden ve Germiyan yöresinde çok önemli şiirler yazdılar ve Kürd edebiyatının mihenk taşlarını oluşturdular. Edebiyatın önemli simaları arasındaydılar o şairler. Ama malasef Türkiye ve Süriyedeki Kürdler kendi dilleri asimilasyona uğrayıp unutulduğu için, örneğin Selim Berekat gibi çok önemli bir yazarımız olmasına rağmen Kürdçe yazamadı. Arabça yazdı .

Türkiye’de de keza buna benzer çok yazar var. Biliyorum ki çoğu sürgünde yazmak zorunda kaldı. Bir çok edebiyatçı ve yazar, kötü koşullar ve baskılardan ötürü, Avrupa’ya kaçtı. Çeşitli koşullardan dolayı Türkçe yazdılar. Yılmaz Güney ve Yaşar Kemali biliyoruz. Kendileri Kürd olduklarını kabul ettikleri halde bütün eserleri Türkçedir. Ahmed Arif de bir Kürd şairdi fakat Türkçe yazmak zorunda kaldı. Çünkü Kürdçe yazamadı. Hem dil yasaklıydı, hem de dil unutturulmuştu. Bu durum bilinen bir gerçek.

Türkiye’dekilerle ilgili benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak bu durum onların hatası, ya da, kusuru değildir. Edebiyatın dili özgür olursa edebiyatın kendi de özgür olur. Yani hürriyet, edebiyat için çok önemli bir gerekliliktir.

Bu yüzden ben Suriye ve Türkiye’deki Kürdleri kanatları kırılmış kartallara benzetiyorum.

Türkiye ve Suriye’de, bazen dil üzerindeki baskılar geriliyor bir takım edebi ürünler ortaya çıkıyor aradan bir müddet geçiyor bir de bakıyorsunuz ki, o özgürlük yok oldu .

Tekrar baskı dönemi başladı. Dolayısıyla çok ileri bir Kürd edebiyatından bahsetmek çok mümkün değil Türkiye ve Suriye Kürdleri bakımından. Ama İran ve Irak Kürdleri, bu bakımdan çok daha ileridirler. Çok daha şanslıdırlar.

Uzunca dönem, Avrupa da yaşadınız. Bir müddettir de, Kürd Federe Devletinde, Süleymaniyede yaşıyorsunuz. Artık Güneyde bir yerel yönetim var. Her iki yaşam tarzını karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz.? Ne eksikleri var Süleymaniye deki yaşamın Avrupa’dakine kıyasla…?

Çok sayıda Kürd Avrupa da yaşıyor ve bu Kürdlerin, kendi keyiflerinden oraya gitmediklerini, bir çok nedenden ötürü sürgün gitmek zorunda kaldıklarını biliyoruz.Bunların başında özellikle Iraklı Kürdler için Halepçe katliamı ve 1980 li yıllarda 180 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan Enfal geliyor.Bu katliamlardan sonra bir çok aydın ve düşünür Avrupaya gitmek durumunda kaldı.

Günümüzün özgürleşme durumunda ise, ardan yıllar geçtikten sonra ancak,bir çoğu ülkelerine döndü. Avrupa da kendi dillerini koruyabilmek konusunda çok ciddi çabaları olmadı, olamazdı da. Bütün dünyanın ortak olarak benimsemiş olduğu gibi, diller konusunda oraya entegre olmaya çalıştılar, oradaki aydınlar ve yazarlar gibi. Fakat Avrupa’daki yaşam tarzına varabilmek için Kürdlerin daha çok şey yapması gerekiyor. Ülke bir kan gölünden henüz kurtulmuşken Avrupanın her hangi bir ülkesi ile kıyaslamak ve karşılaştırmak olanaksız.

Bütün dünyada milletlerin millet olarak varlıklarını tesis etmelerinde romanın çok büyük önemi var, Türkiyede de Türk romancılığı,1910’larda başlamış ve Türk ulusal mücadelesine çok önemli katkılarda bulunmuştu. Kürdler böyle bir süreçten geçtiler mi?

Bizde roman geleneği çok geç başladı. 1950 li yıllardan sonra, ancak roman yazımı başladı. Neden. ? Çünkü roman gelişkin bir edebi üründür. Teknoloji ve sanayi devrimiyle ilişkili bir türdür. Çünkü üretim ilişkilerinde bir yenileşmeyi öngörmektedir ve daha önemlisi kentleşmenin bir ürünüdür roman. Kentleşme ve şehirleşme olgusu da Kürdlerde çok geç başladığı için Kürd romanı biraz geridir.

Ancak eğer roman sayılacaksa Cemil Saibin uzun hikaye şeklindeki 1920 de yazdığı eserini, ilk Kürd romanı sayabiliriz. Ancak roman olup olmadığını tartışabiliriz.

Ama Jana Gel Kürd romanın başlangıcıdır. 1956 yılında İbrahim Ahmed tarafından yazılan bu eser, Kürd romanın başlangıcı olarak sayılabilir. Yani diyebilirizki ilk çağdaş Kürd romanı, Jana Gel dir. Hüsên Arif, Mehemed Mukri ve Mehmet Uzun, Abdulla Saraç ,önemli Kürd roman yazarlardır.

Ancak, Yeni ve modern bir süreçe damgasını vurup , ötekilerden çok farklı olarak, Kürd romanını yeni bir yüze, yeni bir çehreye kavuşturan, romanımızı ileri bir aşamaya sürükleyerek ileri götüren ilk Kürd romanı Êwareyi Perwanê dir. Bu roman Kürd romanında önemli bir konağın, önemli bir sürecin başlangıcıdır. Keza, Bexitiyar Eli, Köln de yaşıyor ve bu gün bu isim, çağdaş Kürd romanının en önemli simasıdır. Belki de çağdaş Kürd romanının bana göre babası Bextiyar Elidir.. Kırk yaşında olduğu halde inanılmaz bir yazma yeteneğine ve deneyimine sahiptir. Bugüne kadar dört tane roman yazdı. Ama Êwara Perwanê, çok önemli bir roman.

Keza, Abdulla Saraçın, romanları da çok önemli romanlar. Ezizê Melayê Reş ile Selah Omer ve ötekiler de, çok önemli romancılardır kuşkusuz. Modern Kürd romanının çehresini değiştiren ve dünya standartlarına kavuşturan ilk roman olarak da, Êwara Perwanê yi saymalıyız. Bunu tekrar tekrar söylemekte sakınca yok.

Şiir konusunda ki görüşleriniz nelerdir Kürd şiiri ne durumda . Son dönem çağdaş Kürd şiirinin geldiği düzey konusunda neler söylersiniz. ?

Romana göre ve diğer edebi türlere göre Kürd şiiri çok ileri bir aşamada. Her döneme damgasını vuran önemli şairler oldu.Çok sayıda şair yetişti bu topraklarda ama, her döneme damgasını vuran o dönemi sembolize eden bazı şairler var. Mevlevi döneminde, Nali döneminde ve, Ehmedê Xani döneminde Kürd şiiri, çok önmeli aşamalar kaydetti.

Kürd şiirinin klasik dokusunun yanı sıra bu gün artık çok sayıda genç şairi var. Kürd şiirinin çok daha eskiye dayanan bir geçmişi var, çok hızlı bir gelişme gösteriyor bizim şiirimiz.

Bizim jenerasyonumuzdan sonra, özellikle çok hızla gelişiyor..Biraz bana yakın Ebdulla Peşêw, Latif Helemet gibi önemli Kürd şairleri var. Refik Sami de onlardan biri. Daha sonra da önemli bir kuşak, genç bir kuşak yetişti ve bunlar ümit vaad eden şairlerdir. Kürd şiiri adına önemli işler yapıyorlar. Bunların içinden özellikle üç isim, Cemal Xembar, Dilaver Qeredaği ve Kerim Deşti ön plana çıkıyor. Bu üç şair çok önemli bir aşamaya getirdiler Kürd şiirini. Aslında denilebilir ki, son yirmi yılda önemli şairler yetişti. Bu süreçte hatırı sayılır genç kadın şair de, yetişti .Dolayısıyla şiir bugünkü aşamada çok önemli bir yerde.

Kültür ve toplum ilişkisi nasıl yorumlanmalıdır. Ya da, kültürün toplumsal gelişim üzerindeki etkisi nasıldır.

Kültür hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Kültür ruh halinin yansımasıdır. Eğer kültürel gelişim olmazsa ruhun devinme şansı olmaz. Bu gün, toplumların hızlı dönüşümünün en önemli aygıtı kültürdür.

Bu alandaki gelişmeler kültürel değerlerin, kültürel mirasın ve malzemelerin korunması, toplumsal hayatın idamesi ve zenginleşmesi bakımından çok önemlidir. Kültürel etkinlikler bu yüzden desteklenmeli ve hızlandırılmalıdır. Kültürel değerler de korunmalı ve toplumun yararına sunulmalıdır.

“EĞER

Eğer benim şiirimden
Gülü çıkarırlarsa
Yılımın bir mevsimi ölür,

Eğer şiirimden sevgiyi çıkarırlarsa
İki mevsimim ölür,
Eğer ekmeği çıkarırlarsa
Üç mevsimim ölür,
Eğer özgürlüğü çıkarırlarsa
Bütün yılım ölür, bende ölürüm …”

ŞERKO BEKES’İN EDEBİ VE SOSYAL YAŞAMINA DAİR


Şêrko Bêkes,ünlü Kürt şairi Faik Bekes’in (1909-1948) oğludur.

İlkokulu Süleymaniye’de, Sanat Okuluna da Süleymaniyede başladı, ancak daha sonra aynı okulu , Bağdat’ta tamamladı. (1960)

17 yaşındayken JİN gazetesinde, ilk şiiri yayınlandı.

24 yaşında iken kenti bırakıp Özgürlük Cephesine katılmak üzere dağa çıktı ve dağda Devrimin Sesi radyosunda çalışmaya başladı.

1963 yılında 1. Divanı “ Şiirin Mehtabı ” adı ile yayınlandı.

11 Mart 1970 anlaşmasından sonra ( Irakta, Kürt Devrim güçleri ve merkezi hükümet arasındaki ateşkes süreci başladı ve bu anlaşma ile Kürtlere Özerklik tanındığı açıklandı.) bir grup şair ve yazarla birlikte yeni dönem adı ile yeni bir hareket başladı. Bu sürece, aydınlar tarafından, “ Ruwange ” adı verilmişti.

Bu arada RUWANGE adına yayınlanan ilk bildiride, yenilenme ve değişimi esas alan bir anlayışın benimsendiğini, buna destek verilmesi gerektiğine vurgu yapılmaktaydı.

1974’ te o da, bir çok aydın ve yazar gibi (ateşkes bozulduğu zaman) tekrar dağa çıktı.

1975 Cezayir Antlaşmasından sonra (Şah ve Saddam’ın ittifakı) özgürlük hareketi yenilgi aldı. Irak Hükümeti genel af çıkardı. O da, binlerce kişi gibi bu aftan yararlanıp Süleymaniye’ye döndü. Ama kısa bir dönem sonra, Hükümet, onu Irak’ın batısına, Ramadi kentinin Bağdadi köyüne sürgün etti. Békes, Bir kaç yıl orada kalmak zorunda kaldı. Sonra Süleymaniye’ye döndü. Süleymaniye’de Sular İdaresinde, memurluk yapmaya başladı.

1984 yılı sonunda, tekrar dağa yönelmek zorunda kaldı. Bu kez de dağda Kürdistan Yazarlar Birliği ne katıldı ve çalışmaya başladı.

1986 yılından sonra, önce İran’a, sonra da Suriye’ye gitti.

Aynı yıl Floransa İnsan Hakları Örgütünün daveti üzerine İtalya’ya gitti. Floransa’da, kendisi için bir şiir dinletisi düzenlendi.

1987-88 yılında Toxoliski Edebiyat ödülünü almak üzere İsveç’e gider, ve oradan dönmez. Vatandaşlık talebi kabul görür. Békesin evi ve ailesi, halen Stokolm’de olduğu halde kendisi Süleymaniye kentinde yaşamını sürdürdü.

Bu ödül Toxolski adında bir Alman yazar adına düzenlenmiştir. Naziler döneminde bu yazar büyük baskılara dayanamayıp ülkesini terk etmek zorunda kalır ve İsveç’e gider. Ne yazık ki, orada da, kötü muamele görür. Bunun üzerine intihar eder. Dünyaca ünlü Alman yazar Toxolski’nin iadeyi itibarı için her yıl İsveç Kültür Bakanlığı bir sürgün yazarına bu ödülü verir.Bu ödül bir tür iadeyi-itibar ödülü niteliğindedir. Bilindiği gibi, Toxolski, B. Berehtın de yakın arkadaşıydı.

1987-1991 yılları arasında Avrupa’da, onun için, onlarca toplantı yapıldı ve bu toplantılarda şiirlerini okumasını ve tanıtmasını yapması için olanaklar sunuldu.

1991 yılında, Körfez Savaşından sonra, BM’lerce bir caydırıcı güç konuşlanmıştı. Baasçılar güçlerini geri çekmişti. 1991 yılı sonunda Irak halklarının genel direnişi gerçekleşti. Şair, bu direnişlerde de, aktif rol aldı.

1992 Yeşil Liste’den ( YNK, seçimlerde sembol olarak yeşil rengini seçmişti.) genel seçimlerde aday milletvekilliğine aday gösterilir. Seçim sonucunda 53 parlamenterden biri olarak, bölge parlamentosuna girdi.

Parlamentonun oy birliği ile Şérko Békes tek aday olarak Kültür Bakanlığı görevine uygun görüldü ve bu göreve getirildi.

Ancak 18 ay sonra, 1993 yılında, Bölgesel yönetimin Kültür Bakanlığı görevinden istifa etti.

Daha sonra ( 1994 yılında ) tekrar İsveç’e döndü.

Şimdiye dek 30’dan fazla , Kürtçenin Soranca lehçesi ile, şiir kitabı yayınlanmıştır.

1988 yılında, Amerika kıtasında hazırlanmış olan bir antolojide, kendisine bir sayfa ayrıldı. Söz konusu antolojide, Kürtlerin çağdaş şairi olarak, anılmaktadır.

Kürt Yazarlar Birliğinin üyesidir.

Aynı zamanda İsveç Yazarlar Birliğinin de, üyesidir.

Bu güne dek bir çok şiiri değişik dillere çevrildi. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca İsveç’çe (2 Adet) Macarca, Danimarka dili, Türkçe , Farsça’ya (5 kitap) Arapça’ya da 6 kitabı çevrildi.

1992’den bu güne dek, hakkında bir çok kez İslamcı şiddet yanlılarınca ölüm emri çıkartıldı.

2001 yılında XAK ( Toprak Basın Yayın ve Medya Konseyi ) tarafından Piremérd edebiyat ödülüne layık görüldü.

2005 yılında Irak, Altın Anka ödülü kendisine verdi..

1988 yılında bir kaç aydın ve yazarla birlikte SERDEM adlı bir Medya Organizasyonunu oluştururdular. Bêkes o kurumun yöneticiliğine atandı. Bu kurum, bu güne dek, yüzlerce kitap yayınlamıştır.

Serdem 6 adet peryotlu dergi çıkarmaktadır. Bêkes ölümüne dek bu görevini sürdürdü.




Print