2024-05-08
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Ali Kızılay
 
Trajediler karşısında akut zihin yetmezliği yaşamak veya yaşamamak
2016-07-11 00:13
Ali Kızılay
Büyük insanlık trajedisinin yaşandığı hendek alanlarında çok başlı özel savaş konseptinin çatışma dışı Kürt zemine uyguladığı ağır yıkımlardan, barış yanlılarına dayattığı baskılardan aslında toplumun her kesimi, her vicdan rahatsız.

Kürt halkıyla özellikle KPSS mağduru yoksul aile çocuğu Türk gençlerin canı üstünde iktidar mücadelesi veren felaket telalığının bir yandan ceset parçaları, diğer yandan yoksul kapılara dayanan feryatlardan, figandan, ırkçı-ayrımsayıcı siyaset devşirmelerden milliyeti, inancı ne olursa olsun rahatsız olmayan vicdan yok.

Asıl mesele fıtratında ilahi hesap verme kaygısı taşımayan, nefsine mahkum olmuşluğu düşündürücü ve vicdanlara ağır baskıların uygulandığı siyasette yaşanan karmaşık ilişkilerin sebep olduğu ağır insanlık krizi karşısında muhafazakar müslüman vicdanın sorumluluk duyup duymadığıyla ilintilidir. Yoksa sentetik dindarlık, tutsakladığı medyayla istediği kadar algı operasyonu yapsın, Miran bebekle dedesinin, Merve çocukla polis babasının koyun koyuna katledilişleri, bu sürecin kirliliğini, keyfiyetini toplumun her kesiminin zihin burgacına kazıyan anıt gibi duruyor. Binlerce masumun katledilişini sembolize eden bu ikili anıtın, 1336 yıl önce Dicle kıyısında Yezid’in valisi Ömer bin Ziyad’ın emriyle Hummala bin Kahal tarafından isabetli ok ateşiyle babası Hz. Hüseyin’in kucağında öldürülen altı aylık Ali Asgar’ın katli arasındaki benzerliği görmemek elbette akut zihin yetmezliğidir. Ancak bu trajedi karşısında akut zihin yetmezliği yaşayan ne Kürtlerdir, ne de Türklerdir.

Muhafazakar müslüman siyaset denilince akıllara merkezinde insan (can) olmak üzere merhametliler topluluğu gelmektedir (gelmelidir. )Bu bilincin dışa vurulmayışı nedeniyle ediliniş tarzı ve şaibesi oskar ödüllü film gibi 70 düveli dolaşan muazzam servet/ergenekon bileşkesinin sorgulanabileceği telaşıyla Türk-İslam ülkücülüğünü referans almalar, islamı sığ bir alana hapsedip düşünsel alanı daraltmalar Türkleri endişelendirmiyor mu sanılıyor? Bu bilinç ortaya çıkmadıkça, makamı islamın red ettiği kibirle medeni dünya ile islam arasında setler-bentler örmelerle, dünyevi menfaatla islam arasında simetrik bağ kurmalarla kalınmayacak. Önemlisi islamda radikalizmin olmadığı gerçeği ortaya çıkmayacak. Cenab-ı Hak’kın ‘Ya kulum. Ben sana zulmü haram kıldım, kendime haram kıldım. Birbirnize zulüm etmeyin, ’ emrinde din, ırk, milliyet renk ayrımının olmadığı, Türk-İslam sentezciliğinin islamla alakalı olmayan vahabilik türü bir sapıklık olduğu anlaşılmayacak. Etmeyin. Dünyevi menfaat için insanları milliler ve milsizler diye ayrımsamak vallaha haramdır, mekruhtur. Marifet zıtları saflaştırmak değil aynı ortamda adilce, hakça bir arada tutabilmektir, denilmeyecek. Yoksa ‘Hıştt, götürün…’ Tıb, sustum.

Sustukça fikren ve zikren islamı yaşamamış, ilmi ve dini ehliyetten yoksun cübbeli-cübbesiz, sakallı-sakalsızların islama müdahaleciliğinin hoş görülmesi, islam ahlakını ters/yüz etmeler müslüman Kürtler kadar müslüman Türkleri de endişelendirmeye devam edecek.

Hz. Peygamber (s. a. s. ) bir hadisinde şöyle buyuruyor. ’Şerlilerin en şerlisi, şerli alimlerdir. Hayırlıların en hayırlısı, hayırlı alimlerdir. ’

Öyle ki yolsuzlukları, haksızlıkları, Kürtlere yönelik yaşamsal, ekolojik ve tarihi alan yıkımına karşı akut beyin yetmezliği yaşatmak amaçlı piyasaya sürülen ehliyetsizlerin ‘Rüyamda gördüm. Falanca islamı kurtaracak Mehdi’dir, ’’6 yaşındaki kız çocuğu evlenebilir. ’akabinde ‘Namaz kılmayan hayvandır, ’ benzeri fetvevari söylemlerle dünya, hukuk ve din ilişkilerini islamın red ettiği değerlere doğru itmeler, yalnız insan (can) merkezli dinin inceliklerini aşındırmakla müslümanlar arasında bile islamofobi etkisi yaratmakla kalmıyor. Aynı zamanda laik kesimin körü körüne teslim olduğu CHP’nin sosyal demokrat bir hedefi olmadığını da gösteriyor.

Nitekim cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin başkanlık sistemine geçişin ilk adımı olduğunu kim bilebilirdi?Atı alanın Üsküdar’ı geçtikten sonra devletin resmi söylemini sopa haline getirip zihnin kendi içinde bütünlük arz etmesine fırsat verilmediği, vicdanın kendi sesini dinlemesi karşısında korku atmosferinin setler, bentler kurduğu günümüzde bu belirsizliği tartışmak hiç de kolay değil. Akademisyenlerin, siyaset bilimcilerin, hukukçuların bile tartışmaya cesaret edemediği zat’a mahsus güç kaynaklı bu yeni belirsizlik karşısında CHP ne yapıyor? Siyaset yoksulu CHP sadece kazan kaldıran yeniçeri ocağına öykünürcesine ‘istemezüükkk, ’benzeri iddeolojik yankıdan yoksun karşı koyuşları, havuz medyası karşısında öyle alay konusu oluyor ki bu güzergahta AKP ve saraya başat (dublör) konumuna düşüyor.

Sosyal demokrat bir bakışla söylemek gerekiyorsa, islamın hiç olmadığı kadar düşünce dini olmaktan uzaklaştırıldığı günümüzde, başkanlık adı altında dinsel motiflerle dayatılmak istenen böyle bir sistemin çok kültürlü, farklı dinsel ve mezhepsel farklılıklar gözetilerek vatandaşlık ve laiklik tanımı nasıl olacak? Başkanlık sisteminin zat’a mahsus zorbaca bir dayatma olmadığının tek kanıtı yosuzluk ve ergenekon davaları olduğuna göre bu davalar hukuken şeffaflanacak mı? Türk-İslam ülkücülüğü şuuru üstünde biçimlenecekse böyle bir dayatmayı demokrasi ile anlatmak mümkün mü? Bu soruların yanıtını ne siyaset fukarası CHP ne de dedikodu kazanı Kürt siyaseti verebiliyor.

O zaman akıllara Aristo’nun şu sözleri geliyor. ’Tek adam iktidarının adı demokrasi oldukça, tek adam demokrasisi toplumu dejenere eder. ’

Emekli Öğretmen-YAZAR
Print