2024-10-07
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Latif Epözdemir
 
Eski siyaset anlayışı ile sorunlar çözülemez - 2. Bölüm
2016-10-13 11:03
Latif Epözdemir
MEVCUT SİYASET ORTAK VE ONURLU BİR GELECEK KURMAYI ENGELLEMEKTEDİR

Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türkiye’de bu güne dek çok şey değişiti. Bu değişim bu gün baş döndürücü bir hıza ulaştı. Ortadoğu ve bölgede taşlar yerinden oynuyor, S.Picot süresini doldurdu. Lozan’ın 100.yılına az bir zaman kaldı. Seksen yıl önce ABD, Avrupalıların da mutabakatı ile Ortadoğu’da sınırlar oluşturmuş ve bu bölgeyi demografik ve etnik yapısına aldırmadan şekillendirmişti. Şimdi bu “eski” şekil artık ABD’yi bile tatmin etmiyor. Bu nedenle bölge çare yok yeniden şekillenecek. Bu nedenle bölge üzerindeki emperyal güçlerin emelleri yeniden alevlenecek.

Dünya değişiyor, bölge değişiyor, toplum değişiyor, bilim ve teknoloji alabildiğince insanlığa yeni olanaklar sağlıyor. İletişim ve bilgi çağında her şey değişiyor, yenileniyor. Toplumsal ihtiyaçlar çağa uygun çözümler gerektiriyor. Kısacası hiçbir şey eskisi gibi olmuyor ve olma koşulu da yok. Yeni çağda eski siyasetle toplumu yönetmek olanaklı değil. Bu nedenle yeni ve değişen döneme uygun yeni bir siyasete gerek var.Toplumun değişen ihtiyaçlarını karşılamak için yeni bir anlayışa ihtiyaç var.

TC’nin resmi ideolojisi, Türkiye toplumu, sosyo-federal ve heterojen bir yapıda olduğu halde resmi siyaset bu yapıyı ret, inkar ve hatta zaman zaman imha etmeyi önüne koydu. Tehdit olarak algıladığı “Türk” olmayanları “tedip” ve “tenkile” tabi kıldı. Mecburi iskâna, göçe ve sürgünlere tabi tuttu. Kemalist siyasetin niyeti tekleşme ve türdeş bir yapı oluşturmaktı. Toplumu çoğulcu yapıdan ve o görünümden kurtarıp “homojenize” etmekti. Türk siyaseti geçmişten beri işte böyle bir sabıka taşıyor ve bu vebalin altında.

100 yıldan beridir bu nedenle Türkçü siyasetin başı beladan kurtulamadı.

Kemalist rejim Türk olmayan etnik kimliklerin ve dinsel toplulukların aidiyetlerini sarsmaya, yok etmeye ve onları “Türk ve Mutlu” gibi göstermeye ciddi çabalar harcadı. Türk siyaseti esas olarak mevcut ana kimlikleri ve aidiyetleri yok edip silikleştirebileceğini sanıyordu. Eski siyaset anlayışı herkese -Türk olmadıkları, olmadığı halde- Türk kimliğini yapıştırdı. Farklı kimliklerin Türklüğe ait olduklarını ispatlamak ve dünyayı, toplumu buna inandırmak için bir dünya “ucube” ve “komik” tezler geliştirdi. “güneş dil teorisi” “kart-kurt” “dağlı Türkler” “oğuz ve kayı boyu kavimler” ve bunun gibi bilime ve sosyolojiye aykırı görüşler ileri sürdü. Ama nafile. Örneğin en büyük tehdit unsuru olarak gördüğü Kürt kimliği ve aidiyetini yok edemedi.

Değişimi gerçekleştiremeyen ve Statükonun korunmasında ısrar eden Türkçü siyaset geçmişten beri öyle bir algı operasyonu yaptı ki, farklı kimlikleri ve özellikle de Kürt kimliğini “gereksiz” ve “geçersiz” olarak gösterdi. Ülkenin yegâne geçerli, makbul ve muteber kimliği olarak da Türk kimliğini öne çıkardı. Türkleri egemen ve ayrıcalıklı bir kimlik olarak ilan etti. Türk egemenliğini “meşru” kılmak için elinden geleni yaptı.

Farklı kimliklerin sarsılarak ret ve inkâr edilmesinin bir ayağını sürgün, katliam, yok etme ve göçertme oluştururken, diğer ayağını da asimilasyon oluşturdu. Türkçü siyaset istediği sonuca tam anlamı ile ulaşamadığını gördüğünde ise bu kez de hileli yönlendirme, güdümleme, manipülasyon ve entegrasyona davetiye çıkardı. Son dönemde ısrarla yapılmak istenen şey, entegrasyonu gerçekleştirme çabalarıdır.

Kürtleri ve diğer farklı kimlikleri “teb’a” “tabi olmuş, katılmış, Türklüğü benimsemiş” olarak gördü. Bu görüş açısı beraberinde o kimlikleri aşağı görmeyi de getirdi. Rumların can havli ile topraklarından göç etmesi, Alevilerin “İslamlaştırılması”, Aleviliğin İslamiyet içinde bir “mezhep” gibi görülmesi, şafi’i mezhebinin “Hanefileştirilmesi”,Rumların göçertilerek kaçmalarının planlanması, Ermenilerin tehcir ve katliamının caiz görülmesi Türkçü siyasetin doğasından kaynaklanmaktadır.

Çok kültürlü ve çok kimlikli olan Türkiye coğrafyası, Türkçü siyasetin bütün çabalarına rağmen tek ses ve tek kimliğe dönüşemedi. Bu Türkçü siyasete dert oldu.

Burada işaret etmekte yarar var ki, Türkiye’nin sosyo-federal yapısı içinde Kürtler toprağa bağlı bir dile sahiptirler ve toprağa bağlı dili ve aidiyeti olan kadim bir tarihe sahiptirler.

Diğer “davet edilmiş” kimlikler ( Kafkas ve Balkan boyları) ile Arapların, toprağa bağlı dil özellikleri yoktur.

Rum, Pontus ( Laz) ve Ermenilerin ise böyle bir özelliği olduğu halde bu değerlere bağlı bir statü talepleri yoktur.

Bu nedenle Türkiye’de Federasyon talebi Kürtler bakımından yerinde ve meşru bir taleptir.

Kendi ideolojisini “Türk Ulusu” inşa etmek üzerine bina etmiş olan Kemalizm, sadece bir etnik kimliğin, yani Türk kimliğinin yararına olan her şeyi yaptı, bütün hayatını da Türk kimliğinin güçlenmesine ve farklı olan kesimlerin Türkleştirmesine adadı. Yani onların deyişi ile “varlığını Türk varlığına armağan” etti.

Eski köhne Türk siyaseti, değişmemekte ısrar etmekle 100 yıldır yurttaşlarına kötülük yapıyor.

Eski siyaset anlayışı, Türkiye’de etnik, dini ve ulusal sorunları inkarcı ve ırkçı-şoven anlayışından ötürü çözemedi, hep erteledi ya da görmezden gelerek adeta “devekuşu” siyaseti izledi. Eskimiş siyaset tüm demokratik kanalları kapalı bıraktı. Ret ve inkar konusundaki son yıllarda “övüne övüne” anlatılan ve tıpkı bir “lütuf” gibi sunulan şey aslında gasp edilmiş onlarca kolektif haktan sadece bir tanesinin fekidir. Dil ve kimliğin üzerindeki inkârın kalkmış olması onların “özgürleşmesini” beraberinde getirmedi.

Kürt ve Kürdistan sözcükleri hala resmi ve kamusal alanda özgür değil, yasal güvence altında hiç değil.

Kürdistan Sosyalist Partisinin (PSK) tabelası Manisa’da sırf “Kürdistan” kelimesinden ötürü indirildi.

Kürt dili eğitim-öğretim dili değil. Dil ve kültür alanındaki soykırım ve talan hala devam ediyor. Kürtçe basın yayın olanağı olsa bile mevcut yönetim kendi gibi olanları tolere etmektedir. Kaldı ki bu basın yayın faaliyetleri dahi yasal bir güvence altında değildir. Geçenlerde aralarında çocuk kanalı “Zaruk Tv”’nin de olduğu ondan fazla yayın kuruluşunun engellenmesi bunun en açık örneğidir.

Buradan bakıldığında eski siyaset anlayışının tüm reformları engellediğini, değişim ve dönüşümün önünde ciddi bir engel oluşturduğunu görmek mümkün. Türkçü resmi siyaset “üniter” yapıdan ödün vermeyen tarzı ile çoğulcu, çok kimlikli ve katılımcı bir siyasal ve toplumsal yaşama cevaz vermemektedir.

Bu nedenle , darbe karşıtı sokak eylemlerinde zaman zaman dile getirildiği üzere,“çok renk, tek ses” özleminin gerçekleşmesi şimdilik mümkün değildir.Türkiye’de eşitlik temelinde adil, demokratik ve özgür bir yaşam kurulmadığı sürece de “tek” ses olunamaz.

Bu durumdan daha tehlikeli olanı ise yeniden “tekleşmeye” doğru geri adım atılıyor olmasıdır. Bu günkü gidişat “tek devlet, tek,vatan, tek bayrak,tek millet,tek ses, tek Tv, tek gazete, tek radyo,tek parti, tek adam,tek kiyafet, tek din, tek mezhep,tek inanç, tek düşünce,tek siyaset” özlemini depreştiren bir gidişat gibi görünüyor.

Özcesi bu gidişat doğru değil. Eski siyaset güncellenmediği sürece duygusal kopuş derinleşecek ve ortak bir gelecek kurmak güçleşecektir. Eski siyaset anlayışı ile birlik olmak, birlikte yaşam sürmek güçleşecektir.

Eski ve üniterci Türk siyaseti bölünmeyi tetiklemektedir. Birlik ve beraberlik için çoğulcu, demokratik, katılımcı bir siyasete gerek vardır. Türkiye ancak yeni bir siyaset anlayışı ile kamburlarından kurtulabilir, sorunlarını barışçı zeminlerde çözebilir.

Siyaset anlayışı değişmeden, toplumsal değişim gerçekleşemez.

Algıların değişmesi ve olguların hüküm sürmesi ancak yeni bir siyaset anlayışı ile olanaklıdır.

Türk siyaseti değişme ihtiyacı içindedir. Bu değişim gerçekleşmez ise gelecek aydın olmaktan uzak kalacaktır.
Print