2024-07-27
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Aziz Yağan
 
Kürt Tarafı ve Post-Olgusal Siyaset
2016-12-18 17:43
Aziz Yağan
Post-olgusal siyaset (post-truth politics) kavramı kullanıldığında ‘doğruların, hakikatlerin, olguların önemini yitirdiği dönem’ tartışılıyordur.

Bizler de böyle bir dönemden geçiyoruz. Kayseri"de çarşı iznine giden sivil giyimli 14 askerin öldürüldüğü terörist saldırı henüz üstlenilmedi. Dünya haber kanalları İstanbul"da 44 kişinin öldürüldüğü bombalamayı duyururken ‘Kürtler yaptı!’ dedi. Bu, ‘PKK’nin fikirlerinin, amaçlarının, ve yöntemlerinin Kürtlere ait, Kürtler için olduğu’ yanlış algısını işaret ediyor. Bu algı Kürtleri tedirgin etmelidir.

Destekleyenlerinin gözünde PKK’yi saygın kılan ve saygın tutan beş kesim vardır!

İlki, "demokrasi güçleri"dir, yani sözümona bazı ‘insan hakları’ ve ‘ezilen halk’ savunucularıdır. Kürtleri de ‘insan hakları’ kıskacında destekliyorlar, bu çemberin dışına çıkarsanız onları yanınızda bulamazsınız. Onlar, çatışmalar yüzünden Kürtlerin yer değiştirmesine ‘iç göç’, öldürülmesine ise ‘devletin katlettiği sivil ölümleri’ olgusu olarak bakıyorlar. Kürdün kayıpları onları ilgilendirmez, çünkü Kürt kayıpları üzerinden devleti köşeye sıkıştırdıklarını sanırlar. Bu kesimlerin derdi ulusal demokratik mücadeleye destek değildir.

Uzak durulması gereken kesim olan demokrasi güçleri, PKK’ye ideolojik şekil ve yön verdi, prestij sağladı, tıkandığında çıkış buldu. Dertleri, PKK aracılığıyla Kürt sosu da vererek, başlangıçta Türkiye’nin milli demokratik ‘devrimini’ sağlamaktı. Soğuk savaş dönemi bittiğinde, bu kez PKK’yi Türkiye’nin milli demokratik ‘dönüşümü’ amacı için çağırdılar. Sonra, "Eşme ruhu" isimli bir başka coşkulu ara dönemden geçildi. Günümüzde ise, Türk devletini bu kez ‘karşı-devrimcilerden/gericilerden’ kurtarmak için PKK’yi davet ediyorlar. Bu arada Kürtlerin, kendilerinden bağımsız düşünce ve pratik geliştirmesinin önüne de geçmiş oluyorlar.

İkinci grup, kendini PKK’li olarak ilan etmeyen ancak ‘PKK hayranlığı ve savunuculuğunu’ açıktan sergileyenlerdir. Önemli bir kesimi eski Kürt örgütlerinin bireyleridir ve bazısı da Diyarbakır 5 nolu’sundan geçmiştir. Kürtlere karşı acıması olmayan ve yaşanan çilelerin nedenlerini çarpıtarak sorgulayan bu grubun bir kısmı Avrupa’da yaşıyor.

Üçüncüsü, PKK’den ayrıldıklarını iddia etseler de PKK’den kopmayı bir türlü başaramayan, kalan ömürlerini PKK’ye yol göstermek ve PKK’den bir ‘aferin’ koparmak için tüketen kesimlerdir.

Son üç kesim, Kürtlerin PKK’ye mecbur olduğunu, alternatifinin mümkün olmadığını propaganda yaparak, PKK’ye katılımları teşvik ederek ölümlerin, yıkımların, göçlerin devam etmesine katkı sunar. Kürtlerin eylemlere katılması, öldürülmesi, tutuklanması, mağdur edilmesi ile ufukları genişler, soluk alabilirler. PKK"ye ‘Yaptıkların yanlışı geçeli çok oldu, sahip olduğun anlayışın ve yöntemlerin ülkemize verdiği zararları kabullen, geri çekil ve hesabını ver!’ demek, son iki kesimin aklına gelmez. Stockholm sendromu, son iki kesim için barizdir.

Bu üç kesim, Kürtlerin yıkıma uğradığı süreçlerde bir kez bile Kürtler için çığlık atmamıştır. PKK"nin şiddetini, devletin şiddetiyle karşılaştırarak PKK"yi aklamakla, masumlaştırmakla meşguldürler. Tek yaptıkları devletin ne kadar şiddet uyguladığını teşhir etmeleridir, ancak ‘devletin bu şiddetine neyin yol açtığını, böyle fırsatları vermemek gerektiğini’ asla dile getirmezler. Bu devlet 1915, 1938, 1980, 1990’ların devletini ne kadar geride bırakmıştır?

Bu üç kesim 6-8 Ekim, hendekler, intihar eylemleri, intihar eylemcisi yapılan insanlarımız, bomba yüklü araçlar ve bombalamalar için PKK’ye karşı durmamışlardır. Kiminin cesareti yoktur, kiminin devam eden çıkarı ya da çıkar hesabı bunu gerektirir, PKK"nin yöntemleri kimini rahatlatır, kiminin ise PKK’den başka çaresi yoktur.

Dördüncü kesim, akademisyen kimlikleri ile ‘tarafsız’ açıklamalar yaparak hem devlete, hem hükümete, hem de PKK’ye ‘eşit mesafede’ duranlardır.

Sonuncusu ise bazı siyasi parti ve gruplardır. Ara sıra ‘Her iki taraf da şiddete derhal son vermelidir!’ çağrısını yaparlar.

Bu beş kesim ‘PKK çevresi’dir. Bazı sol Kemalistler, bazı Marksistler ve bunların partileri, bazı İslamcılar, bazı İttihatçı torunları, bazı liberaller ilk kesimi oluşturur. Son dört kesim ise Kürtlerden oluşur. Bazı Avrupa devletlerinin ayrıca irdelenmesi gerekir.

Kimi Kürtler, bağımsızlıkçı ya da statü talebinde bulunan bir Kürt örgütü olduğunu düşündükleri PKK’nin yanlışlarını düzeltmek ve eksiklerini gidermek için 1984’ten beri PKK’ye katıldılar. Halbuki, sol Kemalistlerin ve CHP"nin değişip dönüşebilme ihtimali neyse, PKK’nin değişip dönüşebilme ihtimali de o kadardır.

CHP"nin 93, PKK’nin ise (Kürtlerin can, ekonomik, yerleşim yeri güvenliği ve ortak talepleri lehine) 40 yıldır ne kadar değiştiği tartışılmalıdır. Sonuçta, ne devlet partisi Kürtleri ve Türkleri dönüştürebildi, ne PKK ‘devleti, Türk ve Kürt toplumunu’ dönüştürebildi, ne de iyi niyetli Kürtler PKK’yi dönüştürebildi. Olan PKK’ye katılan, destekleyen, etkisinde kalan Kürtlere oldu; kimi PKK’den kaçabildi, kimi tutuklandı, kimi kaybedildi, kimi öldürüldü, kimi de PKK’lileşti!

‘Temsilciyim’ ve ‘intikam!’ vaadiyle Kürtlerin bir kesiminden destek alan PKK, bu desteği ve temsiliyeti ‘faşist, gerici, ırkçı, Türk-İslamcı faşizm, İslamo-faşist, saray’ diye nitelediği kesimlere karşı giriştiği ‘rejim’ savaşında, "sistem karşıtlığında", "muhaliflikte" ya da ‘mezhep ekseni’ çelişkisinde kullandığını ve tek derdinin bu olduğunu açıkça dile getiriyor.

Son zamanlarda PKK ve çevresine kabus yaşatan soru, ‘PKK’nin, HDP’nin son iki yıldaki eylem çağrılarına sessiz kalan Kürtler tarafsız mı, yoksa taraf mı değiştirdiler?’ sorusudur.

Etkisi altına aldığı Kürtlere ‘takiyeyi, yaptıklarının ve sonuçlarının sorumluluğunu sahiplenmemeyi, iç düşmanlığı, kör nefreti, çaresizliği’ yaşam tarzı olarak benimseten PKK ve çevresidir. Halbuki, Kürtlerin birbilerinden ve dünyadan talepleri nettir ve masumdur. Haklı ve güçlü taleplerimiz cesaret ve güç vericidir. Taleplerimiz için ölmeye, öldürmeye, şiddet uygulamaya gerek yoktur.

Son yıllarda yaşanan intihar eylemleri ve bomba yüklü araçlarla Kürtlerin ne ilgisi olabilir? Bu lanetli tarza hangi Kürt, hangi insan olumlu bakabilir, bu tarzı kim savunabilir? Biz sorunlarımızı bu ilkel, vahşi tarzla mı çözeceğiz? Eğer bu tarzı uygulayanı dışlamazsak, bir başkasının kendisine karşı ‘sorun’ olarak gördüğü kişilere karşı bu tarzı uygulamasına da dayanak sağlamış oluruz.

Statü, hak talebi olanın, derdi statü olanın tarzı bu olabilir mi? Statü sahibi olunca içeridekilerle ve diğer ülkelerle de sorunlar böyle mi çözülecek? Sorunlarına böyle yaklaşanın hak ya da statü talebi desteklenir mi? Tarzı bu olana Kürtler destek verir mi?

Bombalamalar sorun çözmez, ağır sorunlar yaratır. Bölgede ve bölge dışında yaşayan masum ve sivil Kürtler hedef olsun, zarar görsün, ‘iç savaş ya da Türk-Kürt kavgası" adı altında Kürtler katledilsin diye uğraşılıyor. Canlı bombalar yüzünden kabaran ‘öfkeli kalabalıkların’ şoven dalgası harekete geçirildiğinde bizi kim koruyacak? Yine insanlarımızın yaşayacağı trajedilerle mi ilgilenilecek, yaşanacak kayıplarımız üzerinden ağlaşarak siyaset mi yapılacak, yapanlar yine teşhir edilmeye mi çalışılacak?

Kürt geleneği ve evrensel değerler bu tarzı reddeder ve bu tarz bugünümüze, geleceğimize bir tuzaktır. Kürtler ve Kürt dostları bu tarzı reddetmelidir ve bu tarzı uygulayanı dışlamalıdır.

Hendekler ve canlı bomba eylemleri anayasa tartışmalarına dahil olmamızın, barışın, hakların ve daha birçok önemli fırsatın zeminini de yok etti. Dahası, sıkıyönetim ve darbe çağrışımlarına neden oldu.

Diyarbakır 5 no’ludaki insanlarımızın tamamı teslimiyetin dibinde sürüm sürüm sürünürken, bir anda silkinip ayağa kalkmasını bildiler. Günümüzde psikolojik engel aşıldığı anda gerisi yine kendiliğinden gelecektir. Ulusal onur, Kürtlüğün yani evrensel değerlerin bireysel sahiplenilmesi sonucunda olur ve bu, bireysel onurdur. Bireylerin onuru ulusal onuru oluşturur ve ona can ve güç verir.

Kürt tarafında olmak; sadece Kürtlerin değil, tüm dil, din ve kültürlerin uğradığı haksızlıkların, geriliklerin, gericiliklerin, cinayetlerin, yıkımların karşısında olmaktır.

‘Kürt tarafı’ olmak; birlikte hareket etmek, birlik olmak demek değildir. Bizim adımıza yapılıyor görüntüsü verilen vahşeti kınamak, yapanları reddetmektir. Kimden gelirse gelsin, toplumumuza yapılan siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik saldırıya, verilen zararlara, tahribatlara karşı önleyici ve koruyucu demokratik tepkiyi ‘o an’ gösterebilmektir. Uçuruma sürüklenişimiz ancak böyle durdurulabilir. Post-olgusal siyaset dönemi ancak böyle aşılabilir.

Kürtlerin iki yüz yıllık huzur talebinin teorisyeni, temsilcisi ve pratisyeninin PKK olduğu görüşü, yine PKK"nin kendi söylemleri ve pratiği yüzünden, gittikçe aşınmaktadır. Ne PKK halktır, ne halk PKK’dir, ne de Kürtler PKK"nindir. Dünya ve Türkler, Kürtleri PKK ile özdeşleştirme hatasını, kolaycılığını terk etmeli, bu bakışla sorunlarımızı görmezden gelmekten vazgeçmelidir.

Dünyayı bu hatasından vazgeçirecek, Kürtlerin korunmasını, huzurlu geleceğini sağlayacak olansa Kürt tarafıdır, ancak Kürt tarafı etrafta görünmemektedir.

Bir kez bile geçmişinin özeleştirisini vermemiş PKK’yi hala doğru adres olarak göstermenin, kayırmanın gerekçesi, ‘Kürt tarafının görünür olmaması’ değildir.

Kürtler "demokrasi güçleri" ve "ümmet güçleri" yerine farklı görüşteki kendi iç dinamiklerine güvenerek, dayanarak kendilerini güçlü ve tutarlı hale getirmek zorundadır.

Son dört kesim de kesinlikle Kürt tarafındadır. Sadece Kürt tarafı olmanın ne demek olduğunu unutmuş görünüyorlar.
Print