|
Kuran ile Nutuk arasına sıkışmak
|
2018-09-10 21:03
|
Ergun Babahan
|
|
Artık ‘Cami ile kışla arasına sıkışmak’ deyimini kullanamayız çünkü cami kışlaya da hakim oldu veya tarihin bu döneminde iki kurum arasında 10-15 yıl önce hayal dahi edemeyeceğimiz İslamcı-Türkçü bir işbirliği doğdu.
Türkiye’nin sorunu bugün müslümanların kutsal kitabı Kuran-ı Kerim ile Atatürkçülerin kutsal kitabı Nutuk arasına sıkışıp kalmalarından kaynaklanıyor. İki kesim de, bu kitapların yazıldığı ‘‘Altın Çağ’’a dönülmesi halinde ülkenin sorunlarına çözüm bulunacağına inanıyor; biri yedinci yüzyıla, diğeri 1930’lara...
Kuran-ı Kerim özünde yedinci yüzyılda Arap yarımadasının içinde bulunduğu duruma çözüm arayan bir kitaptır. Aşiretler yerleşik düzene geçince göçebe kültürünün değerleri hızla kaybolmuş, yozlaşma başlamıştır. Zorda olana yardım kültürü yok olmuş, bir yandan zenginlik diğer yanda yoksulluk hızla artar hale gelmiştir.
Bu tabloya itirazdır Muhammed’in çıkışı. Eski dayanışma duygusuna sahip çıkmak, yoksula ve dardakine el uzatmak, kimseyi dayanışma ağı dışında bırakmamak üzerine kurmuştur yeni yapıyı ama eskinin kurallarını tamamen dışlamadan.
Devrimci olmaktan çok, reformcudur. Kadın meselesinde eskiyi yok saymamış ama kadının durumunu düzeltici adımlar atmıştır.
Bir de tek tanrılı dinin gereği olarak bu dayanışmayı bir aşirete veya bir etnisiteye yani Arap olmaya bağlamamıştır. Allah’a inanan ve Muhammed’in onun elçisi olduğunu kabul eden herkes bu dayanışma içinde yer alacak ve dayanışmayı hem güçlendirecek hem de ondan faydalanacaktır.
Buna rağmen İslam uzun yıllar Araplıkla eş anlamlı olmuş, farklı kavim ve etnisitelerin İslamı kabul etmesi sonucu ciddi gerilimler yaşanmıştır. Ama bu İslam’ın yedinci yüzyıl Arap Yarımadası koşullarına uygun bir hikaye olduğu gerçeğini değiştirmez. (Unutmayalım ki, tek tanrılı dinler henüz 2-3 bin yaşındadır ve insanoğlunun tanrısız yaşadığı yüzbinlerce yıl vardır.)
Nutuk ise çöken bir imparatorluğun içindeki bir halkın yeni bir konseptle devletleşme öyküdür. Geçmişle bağı tamamen kesip atması anlamında devrimcidir. (Sonradan reformcu olmuştur) Ama biraz eksik ve çarpıtılmış hikayesidir bu mücadelenin, çünkü gerçek kurucu İttihat ve Terakki’yi yok sayar.
Sonuç itibariyle Türkleşme de, kılık kıyafet, alfabe ve dil devrimi de, temelleri İttihat ve Terakki döneminde atılmış adımlardır. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç örgütlenmesi de onlardır. Ama bugün Türkiye’nin laik kesimlerinde geçerli olan hikaye Mustafa Kemal’in hikayesidir.
Bu hikaye dünyada ulus-devlet ve homojen nüfus inancının geçerli olduğu bir döneme aittir. Mustafa Kemal, Araplar ve müslümanlar tarafından ihanete uğradığına inanmış ve yüzünü Batı’ya dönmüştür. Denetim altında bir müslüman-Türk nüfus ve Fransız tarzı bir laikliği seçmiştir.
Ermenileri İttihatçılar temizlemiş, İstanbul Rumları’ndan Lozan’da kurtulmak mümkün olmamış; bunun için 6-7 Eylül olayları tezgahlanmıştır. Bu anlamıyla 6-7 Eylül, 1915’in bir devamıdır ve İttihatçı bir projedir.
Ancak bu hikaye de zamanda donup kalmıştır. Aradan geçen 100 yıla yakın zaman zarfında Mustafa Kemal’in ulaşılması gereken hedef gösterdiği Batı medeniyeti hızlı bir değişim göstermiştir.
Türkiye ise geçirdiği onca değişime, milli geliri ve eğitim seviyesindeki artışa rağmen İttihatçı hikayeden vazgeçememiştir. Bugün gerek ülke içinde, gerekse uluslararası alanda yaşadığı sıkıntıların temelinde bu tekçi hikayede ısrarı yatmaktadır: Türk ve müslüman dışındaki her kimliği imha ve inkar etmek.
Bu yaklaşımın ülkeyi getirdiği nokta, Suriye’deki Kürt gerçeğini bile inkar noktasıdır. Evet Kürtler, Türklerden de geç bir milliyetçilik dalgası yaşamaktalar ama bu toplumsal bir gerçek. Kimliklerinin kabulünü ve haklarına saygı talep ediyorlar, etmeye de devam edecekler.
Bugün İslamcı kanadıyla iktidarda olan İttihatçı hikaye ise ülkenin varlığını, bu coğrafyanın her yerinde Kürt varlığının inkarı ve bastırılmasına bağlı görüyor. Onun için dün Sur’da, Cizre’de, Şırnak’da yaşatılan vahşete alkış tutanlar, bugün İdlib’de birden insan hakları savunucusu kesiliyor.
Tekçi hikaye, bugün İslamcıların diliyle anlatılıyor ama laikçi hikaye ile büyümüş kesimler de hikayenin tekçi tarafına sahip çıkıyor. İnsan hakları, hukuk gibi konuların Tekçi hikayenin ayakta kalması için gerektiğinde ayaklar altına alınması gerektiğine inanıyor.
Türkiye’ye yeni bir hikaye lazım. Bu Tekçi hikaye ile gelip duvara dayandı. Tekçi hikaye, laik veya İslamcı modelinde eğitimden hukuka kadar her alanda başarısızlığa uğramıştır. Erdoğan’ın temsil ettiği İslamcı-İttihatçı kanat yönetiminde yaşanacak olan ise tamamen çöküştür.
Yeni hikayeler, önce gerçekliğin kabulünü sonra da bu yolda yeni dayanışmaları gerektirir. CHP’nin temsil ettiği eski tekçi hikaye bunu yapacak güçte ve çapta değil. Onun için hızla eriyor ve yok olmaya doğru gidiyor.
Tekçi anlayışın ülkeyi getirdiği nokta her 10-15 yılda büyük bir ekonomik kriz, geniş çaplı bir eğitimsizlik ve yağma kültürü ve bitmeyen bir varoluş tehditi. Krizin henüz tam geniş toplumsal kesimlere yansımadığı dönemde elinizdeki medya gücü ve öcülerle halkı idare edebilirsiniz. Ama unutmayın ki, bu kadrolar AKP’ye ilk başta korku yüzünden oy vermedi, umut için oy verdi.
Anadolu’daki müslüman inancını özgürce yaşamak istedi ama aynı zamanda Beyaz Türk gibi yaşamak istedi…
Yani en azından bir ev, bir otomobil, yazları tatil ve çocuğuna iyi eğitim olanağı…
Şimdi bunlar birer birer elinden gidiyor. İkinci tekçi hikayenin de iflası gerçekleşiyor.
Yeni bir hikaye, yeni bir dayanışma olmazsa, lafla peynir gemisinin yürüdüğü kadar yürür ülke…
-----------------------------------------------
Artı Gerçek-10 Eylül 2018
|
|
|
|