2024-03-19
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
Cenneti Cehennem Etmek
2019-08-03 21:47
Kemal Burkay
Altındaki tarihten de anlaşılacağı üzere bu yazıyı yazalı nerdeyse sekiz yıl oldu. Son yıl ve son aylar özellikle çok çetin geçti, yaptığımız kötülükler nedeniyle doğa bizi yer yer, hızla yükselip düşen hava sıcaklığı, selleri, fırtınaları ile fena halde cezalandırdı.

Şu günlerde yine altın uğruna kele çevrilen güzelim kaz dağları gündemde…
Öte yanda, devlet Dersim’in güzelim Munzur Dağlarını maden bölgesi ilan etmiş… Yine Ovacık’ta, Zeranik ve Ziyaret köyleri dahil, 8-10 kadar köyü “afet bölgesi” ilan edip boşaltılmaları için muhtarlıklara yazıgöndermiş… Oysa bu köyler şimdiye kadar hiçbir afetin bölgesi olmadı. Neyin nesirdir bu? Bu ülkeyi yönetenler ne yapmak istiyorlar? Binlerce köyün, onlarca kasabanın yanıp yıkılması, insanlarımızın onbinler ve milyonlar halinde yerlerinden yurtlarından sürülmesi yetmedi mi?

Dünyamız için bir başka yeni ve felaket olarak nitelenebilecek kötü bir haber: Son sıcak dalgası Grönland’ı vurmuş ve bir günde 11 milyar ton buz kütlesi erimiş… Dikkat edin: bin değil, milyon değil, milyar ton!..

Bu ve benzer haberleri konu alan bir yazı yazmayı düşünürken, bu konuda daha önce yazdığım ve hem face’te, hem de DengêKurdistan sitesinde yayınlanmış olan “Cenneti Cehennem Etmek” başlıklı bir yazımı arayıp buldum, onu yayınlıyorum. Kanımca taze mi taze ve fazla bir şey eklemeye gerek yok.


* * *

Kutsal kitaplarda cennet çimenler ve güllerle kaplı, ağaçlarında bülbüller şakıyan, pınarlarından şerbet akan, içinde huriler gezinen güzelim bahçeleriyle anlatılır. Bir başka deyişle, cennet insanoğlunu -ve de kızını- imrendirecek kadar güzel bir yerdir. Eğer günah işlemez, başkalarına haksızlık etmez, bu dünyada iyi bir ademoğlu veya kızı gibi yaşarsa oraya gidecektir…

Öyleyse bu dünyada da ağacın-otun, gülün-kuşun ve cümle dünya nimetlerinin değerini iyi bilmemiz gerekmiyor mu? Yani bu dünyayı da güzelleştirip, bezeyip, cennete dönüştürmek iyi bir şey olmaz mı?
Bu,rant hırsıyla, plansızca ve şaşkınca doğayı tahrip etmekle, kentleri betonlaştırmakla sağlanabilir mi?

Acaba küçük bahçesi içindeki tek katlı bir ev mi güzeldir, yoksa şu bilmem ne “Oğlu” hazretlerinin gökdelenlerindeki bir “muhteşem” daire mi?
Ben kutsal kitaplarda veya din adamlarının ağzından cennet övülürken orada çok havra, çok kilise, çok cami, kısacası çok tapınak olduğunun, cennete gidenlerin gönüllerince tapınacaklarının yazılıp söylendiğini hiç duymadım…
Ama cennetin yeşillikleri, gülleri, çimenleri ünlüdür. Yani kargaşa ve yoksulluk içinde geçen, yorgun ve çileli bir dünya hayatının ardından ideal bir dinlenme, hoşça vakit geçirme yeri…

Öyleyse bu dünyada neden insanlar için aynı ortamı yaratmıyoruz? Yani neden dünyayı cennete çevirmiyoruz?..

Aslına bakarsanız, dünyada cennet zaten vardı… Adem ile Hava işledikleri “günah” nedeniyle buraya sürgün edilmeden önce de vardı. Hem de türlü türlü cennetler…

Örneğin balta girmemiş Afrika ormanları, ırmakları ve gölleriyle, filleri ve kaplanlarıyla, papağanları, cennet kuşları ve binbir lezzetli meyveleriyle…
Ya karlar ve buzlarla kaplı, güzelim kutup ayılarının, kar tilkilerinin, fokların, penguenlerin ve Eskimoların yurdu kutuplar?.. Peki güzelim vahaları, hurma ağaçları, develeriyle Arabistan çölleri, sahralar?.. Buralar cehennem midir, yoksa cennetten bir parça mı?

Diyelim ki çöllerin, yani güneşle kavrulan bu engin kumlu toprakların pek de cenneti andırır bir yanları yok… Ama altında yatan petrol denizleri ve günümüz tekniği sayesinde bu çölleri geniş yeşil vahalara çevirmek pekâlâ mümkün. Eğer o petrol hazinesini bir avuç şeyh, emir ve diktatör taifesinin elinden kurtarıp adam gibi bir yönetimin elinde ülkenin tüm insanlarının yararına değerlendirmek mümkün olsa…

Ayrıca kutuplarda kar ve buz, çöllerde güneş bol; kutuplarda ve çöllerde yaşayanlar el ele verse…

Ya makilikleri, zeytinlikleri, portakal bahçeleri, nar ağaçlarıyla, sularında Kleopatraların ve Afroditlerin açtığı güzelim Akdeniz kıyıları…

Karaipler, Havai adaları, Avustralya’nın mercan kayalıkları…

Norveç fiyordları, İsveç ve Kanada ormanlarının sonbaharı, İsviçre Alpleri, Kolorado kanyonu…

Ya bizim Dersim dağları,Van Gölü Havzası?..Saddam vahşisinin bile nice hayran kalıp “Kurdistan el cennet!” dediği Güney Kürdistan; Amediye, Sulav, Dokan, Kandil yöreleri…

Ve yedi tepe üzerinde kurulu, Boğaz ve Haliç gerdanlıklarıyla bezeli güzelim İstanbul...

Hangi birini sayayım sevgili okurlar? Bu yeryüzünde öylesine çok cennetimiz var ki…

Arasıra yeraltındaki cehennem, Vezüv, Etna, İzlanda yanardağları ve benzeri kraterlerden ateşini kussa, homurdanan zebaniler depremleriyle bizi vursa, fırtınalar ve sellerle keyfimiz kaçsa da bu, dünyamızın,binbir köşesindeki binbir güzelliği ve binbir dünya nimetiyle, beş milyar insana da pekâlâ bol bol yetecek uçsuz bucaksız bir cennet olduğu gerçeğini değiştirir mi?
Öyleyse biz insanoğulları ve kızları eğer bu cenneti görmüyor ve onu cehenneme çevirmek için her şeyi yapıyorsak, bizim tanrı vergisi akıllı yaratıklar olduğumuzu kim iddia edebilir?

Evet, biz insanlar, ne yazık ki, bu dünyada cehennem korkusuyla yaşar ve cenneti gökyüzünde ve ölümden sonra –Yahya Kemal’in deyişiyle, binbir gidenin hiçbirinin dönmediği- “öbür dünyalarda” ararken, elimizin altındaki, gözümüzün önündeki cennetin farkında değil gibi yaşıyoruz. Bu somut, varlığı tartışılmaz cennetin kadrini ise bilmiyoruz. Plansız biçimde kesip yakarak ağaçlarını hoyratça yok ediyor, çayır ve çimenlerini ezip kurutuyor, sularını ve havasını kirletiyor, her biri bizzat insanoğlunun kendi çocukları gibi hayatın ve doğanın güzelim birer incisi olan hayvan ve bitki türlerini yok ediyoruz…

Bu yaptıklarımız cenneti tasvir eden kutsal kitaplara ve elçilerini bize gönderen Tanrı’nın buyruklarına uygun mudur?

Örneğin İstanbul’un bu kadar çok camii varken ve Ataşehir’inkenarına daha yeni büyük bir cami yapılmışken, Çamlıca Tepesi’ndeki yeşil alanı kazıyıp oraya dev bir cami dikmek Tanrı’yı veya kullarını çok mu memnun edecektir?
Ya Taksim’deki, zaten dev betonarme binaların arasına sıkışmış bir solukluk yeşil alanı, Taksim Parkı’nı, geçmişte var olduğu söylenen bir topçu kışlasını oraya yeniden dikmek, ya da padişahlar misali kendi adına dikeceği bir camiyle anılmak için yok etmenin kula veya Tanrı’ya ne yararı var?
Ya bir parça enerji adına Dersim’in, Karadeniz Dağları’nın, Kaz Dağları’nın eşi bulunmaz güzelim vadilerini, bu doğal cennetleri kazıp HES’lerle örmek?..

İnsanların yeşile, oksijene, güzel görünümlü bir manzaraya da ihtiyacı yok mu?

İnsanoğlunun iyi olmak için, günahtan ve kötülükten arınmak için, sanıldığı kadar büyük tapınaklara ihtiyacı olduğunu sanmam. Hangi dinden, hangi inançtan olursa olsun, isterse evinin odasında, ya da yolda yürürken inandığı tanrıya dua edebilir, güzel şeyler düşünüp güzel sözler edebilir.

Musa’nın, bildiğimiz kadarıyla asasından başka malı mülkü yoktu. İsa da çok mütevazi bir peygamberdi; onun ilk ardılları bazen mağaralarda, kaya kovuklarında inançlarını yaşadılar. Ardından altın ve gümüşle bezeli muhteşem kiliseleri dikenler ise ya oluk oluk kan dökmekte tereddüt etmeyen kral ve imparatorlar, ya da engizisyoncu papaz ve piskoposlar idiler.

Yapmayın beyler, etmeyin! Bize dev binalar, dev tapınaklar ve tonlarla para değil, şanı büyük imparatorlar hiç değil, temiz hava, temiz su, temiz toprak lazım; yaşamımızı insanca sürdürmeye elverir yaşam aracı –ev, giyecek, yiyecek- lazım. Lütfen ağaçlarımızı kesmeyin, otlarımızı ve güllerimizi ezmeyin, nadide bitki ve hayvan türlerini yok etmeyin, dünyanın güzelim renklerini azaltıp soldurmayın.

Cennetimizi cehennem eylemeyin!

2 Aralık 2012
Print