2024-03-19
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
GEÇMİŞTEN KISA BİR ÖZET - 2
2021-09-10 17:08
Kemal Burkay
Bir önceki yazımda 1960 ve 1970’li yıllardaki çalışmalarımızdan kısa bir özet vermiştim. Devam ediyorum:

1975 yılı başında Kürdistan sosyalist Partisi’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra aylık Özgürlük Yolu dergisini çıkardık. 1980 yılına kadar yayınına devam eden dergi, kadroların eğitiminde ve kitlelerin bilinçlendirilip örgütlenmesinde büyük rol oynadı. Tirajı 10-12 bindi. Daha sonra yurt dışında “Riya Azadi” adıyla yayınını sürdürdük.

1977-79 yıllarında nice engel ve baskılarla boğuşarak TC tarihindeki ilk Kürtçe gazeteyi, Roja Welat’ı çıkardık. Tiraji 30-40 bindi.

Ülkede Nevroz etkinliğini ilk kez 1977-78 yıllarında Devrimci Halk Kültür Dernekleri (DHKD’ler) eliyle hayata geçirdik.

1977 yılında Ankara’da Roja Welat’ın merkezinde, 20 kadar gençle ilk Kürtçe dil kursunu hayata geçirdik. Dersi veren bendim.

O yıllarda “Dersên Zmanê Kurdi” (Kürtçe Dil Dersleri” adlı, şimdi ülke içinde sekizinci baskısını yapan kitabı yazdım. Daha sonraki yıllarda ise şimdi yurt içinde 7. Baskısını yapan 550 sayfalık, Kürdistan coğrafyası, Kürt tarihi ve edebiyatını ele alan “Kürtler ve Kürdistan” adlı eseri…

Kürdistan Sosyalist Partisi’nin kuruluşundan birkaç yıl sonra Avrupa’da Kürdistan İşçi Dernekleri Federasyonu (KOMKAR) oluştu. Arkadaşlarımızın yönetimindeki KOMKAR, uzun yıllar Kürt emekçilerinin ve aydınlarının yurt dışındaki en etkili, kitlesel örgütü idi ve halkımızın kültürüne çok büyük hizmetler yaptı, dört parçadaki ulusal mücadeleye önemli bir destek sağladı ve 12 Eylül faşizmine karşı etkin bir mücadele yürüttü. Hâlâ bu etkinlikleri sürdürüyor.

Bu süre içinde kitleleri bilinçlendirmek için yüzlerce konferans ve kültürel etkinlik düzenledik; Türkçe ve Kürtçe dillerinde onlarca dergi, gazete ve çeşitli dillerde bültenler çıkardık; bir dizi yayınevi kurup Kürt dili ve tarihi, Kürt sorunu üzerine yüzlerce kitap yayınladık; Kürt halkının durumunu uluslararası kamuoyuna duyurmak ve destek sağlamak için onlarca rapor hazırladık, yüzlerce diplomatik görüşme yaptık.

1979 yılından başlayarak Kuzey parçasında ulusal güçlerin birliği, dört parça için de ulusal kongre toplamak için çok çaba harcadık. Ulusal Demokratik Güçbirliği (UDG), Beşli Çalışma, TEVGER, 12 örgütün katıldığı cephe çalışmaları, vb… Dört parçadan örgütlerle ulusal kongre kurma çalışmaları… Buna Türkiye ve Kürdistanlı altı sol örgütün oluşturduğu anti faşist nitelikteki SOL BİRLİK’i de eklemeliyim.

12 Eylül faşist rejiminin bir ölçüde zayıfladığı 1987 yılından başlayarak yurt içinde yurtsever ve demokratik güçlerin bir legal parti çatısı altında bir araya gelmeleri için de çok çaba harcadık: HEP, DEP, DDP, DBP, son olarak da HAK-PAR’ın oluşmasında öncü bir rol oynadık.

1999 yılında Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinin ardından, onun teslim olup 12 Eylül öncesinde olduğu gibi yeniden devletin hizmetine girmesi ve partisinin de onu izlemesi nedeniyle, devletin de bu durumdan yararlanıp Öcalan ve PKK eliyle Kürt ulusal hareketini bitirme çabası üzerine, ortaya çıkan son derece moral bozucu ortamda kitlelere umut vermek ve Kürt ulusal hareketi bakımından etkin bir seçenek oluşturmak için diğer yurtsever çevrelere ve şahsiyetlere çağrıda bulunduk, Avrupa ülkelerinde ve yurt içinde bir dizi toplantılar düzenledik. “Biz bu yükün altından tek başımıza kalkamayız, güçlerimizi birleştirelim” dedik. Özgürlük ve demokrasiden yana olan -sosyalist, sosyal demokrat, liberal ve dindar-tüm yurtsever kesimleri bir araya getirelim,” dedik Tüm bu çalışmalar sonucu Avrupa Kürt Platformu ile HAK PAR oluştu.

Daha da uzatmaya gerek var mı? Sanırım bu kadarı bile Kürt sosyalistlerinin ulusal mücadelemize yaptığı büyük katkıyı göstermeye yeter.

Ama gözlerine perde çekmiş, kulaklarına bez tıkamış birileri, bütün bunları görmezden geliyor ve geçmişte olduğu gibi şimdi de “Kürt milliyetçiliği” perdesi altında sosyalist hareketi tu kaka göstermeye çalışıyor ve bize, yani Kürt sosyalistlerine saldırmayı bir marifet sanıyorlar.

Daha Özgürlük Yolu ve Roja Welat’ı çıkarıp sistemle ve onun faşizan güçleriyle göğüs göğüse bir mücadele yürüttüğümüz 1970’li yıllarda bize yönelik söz konusu karalama kampanyası başlamıştı. Bazıları, kendileri Kürtçe bile bilmezken, sosyalist görüşleri savunduğumuz için bizi “Kürdistan’ın yaban gülü” diye nitelediler, Kürt halkının devrimci ve demokratik güçleriyle dayanışmaya karşı çıktılar, demokrasi mücadelesini küçümsediler. Hatta faşist tırmanışa ve yaklaşan faşizm tehlikesine rağmen “Bizim mücadelemiz anti sömürgecidir, faşizme karşı mücadele bizi ilgilendirmez!” dediler.

Buna karşılık biz, bir yandan Kürt halkına karşı sömürgeci ve ırkçı-şoven baskıları yoğun biçimde teşhir ederken, yine bazı Türk sol çevreleri tarafından dile getirilen Kürt sorununa ilişkin yanlış tezlere karşı teorik bir mücadele yürütürken (TİP, TKP ve Dev-Yol ile, Maocu kesimle yaptığımız çok sayıda polemik), diğer yandan Türk halkının ilerici, demokratik, devrimci güçleriyle dayanışmayı kararlıca sürdürdük. Ortak mitinglere, yürüyüşlere katıldık ve “Halklara Özgürlük” sloganını ortaklaşa yükselttik. Özellikle Türkiye Sosyalist İşçi Partili (TSİP) arkadaşlarla ve Kurtuluş Grubu ile sıcak ilişkilerimiz oldu. Çeşitli demokratik kitle örgütlerinde birlikte çalıştık.

200. 000 üyeli Türkiye Öğretmenler Birliği’nin (TÖB-DER) yönetimini bir dönem TSİP’le, ikinci dönem TSİP, Kurtuluş Grubu ve Dev-Yol’la paylaştık. Böylesi bir dayanışmanın haklı davamızı Türk kamuoyuna duyurmak ve destek sağlamak için çok önemli sonuçları oldu.

Örneğin TÖB-DER’in 1978 yılında düzenlediği Demokratik Eğitim Kurultayı’nda Roja Welat gazetemiz üzerindeki baskılara karşı bir karar çıktı. Yine bu kurultayda anadilde eğitimi destekleyen bir karar çıktı ve kurultaya konuk olarak katılan 40 kadar sendika ve demokratik kuruluş tarafından desteklendi ki bunlar arasında DİSK, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Halkevleri vardı.

Tüm bu nedenlerle o dönemde de sosyalizm karşıtlığı yapan ve demokrasi mücadelesine karşı çıkan Kürt çevreleriyle aramızda yoğun tartışmalar yaşandı. Biz sosyalizmin Kürt halkına yabancı bir ideoloji olmadığını, her halk gibi Kürt toplumunun da sınıflardan oluştuğunu, işçilerin ve yoksul köylülerin ideolojisi olduğunu söyledik. Demokrasi mücadelesinin, demokratik hak ve özgürlüklerin Kürt halkı bakımından önemini dile getirdik.

1960’lı ve 70’li yıllar dünyada sosyalist dalganın yükseldiği ve sosyalizmin prestijinin yüksek olduğu bir dönemdi. Bunun ve bizim yürüttüğümüz teorik mücadelenin, bizzat pratikte olup bitenlerin de etkisiyle söz konusu yanlış görüşler –hadi “bozguna uğradı” demeyelim, bu baylarımıza pek dokunmuş- etkinliğini yitirdi. Söz konusu Kürt çevrelerinin nerdeyse tamamı sola yöneldiler; hatta bizi solladılar. Sosyalist, hatta komünist görünmekte yarışa girdiler. DDKD’liler “Kürdistan Öncü İşçi Partisi adını aldılar ve her ağızlarını açtıklarında “Biz komünistler” der oldular. Daha önce anti faşist mücadeleyi gereksiz sayan, ama faşist darbeden sonra soluğu yurt dışında alan Rızgarici şefler (Kotan kardeşler) diyasporada “Komünist Partisi İnşa Örgütü” diye garip girişimler içine girdiler. KUK’çular onlarca yılın KDP’sini Marksist-Leninist bir partiye çevirmeye kalktılar. Ve bu arada tümü de bizi, yani Kürdistan Sosyalist Partisi’ni, bazı Türk radikal, sivri sol kesimlerinin diliyle, “Revizyonist” ve “reformist” olarak suçlar oldular.

Diğer bir deyişle bu kez de Kürt kesiminde sol modası başladı ve iş açık arttırmaya vardı.

Bu moda 1980’li yılların sonuna kadar devam etti. Sonra, ne zaman ki Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliğinde sistem çöktü, bu arkadaşlar da son sürat geriye, eski mevzilerine, sosyalizm karşıtlığına döndüler. İşin garibi bu kez de sosyalizme bulaşmış olmanın suçunu bize attılar, daha önce ikide bir “biz komünistler” diye söze başlayan bir parti genel sekreteri, “Bizi kandırıp sosyalist yaptılar, “ diye dert yandı. Son yazılarımın altına yapılan bir bölüm yorumdan da ahlıyorum ki böyle düşünenler az değil.

İlginç değil mi, önce sosyalist olduğumuz için bizi suçla, sonra kendin modaya ayak uydurup sosyalist ol, ya da öyle görün –hem de keskin sosyalist-, ama bu kez de yeterince iyi sosyalist olmadığımız için bizi suçla, sonra sistem dağılıp sosyalist hareket güçten düşünce hızla vazgeç, ama yine bizi suçla!.. Suçlanmamak için ne yapsaydık bilmem ki? Tam da "Değirmenci, Oğlu ve Eşeği" hikâyesi...

Biz ise havlu atmadık, sosyalist kimliğimizi koruduk. Olup bitenleri serinkanlılıkla tahlil ettik ve parti içinde ve yayın planında yaptığımız tartışmalar sonucu, sosyalist ülkelerin pratiğinden, kimi yanlışlardan dersler de çıkararak 1992 yılında yaptığımız 3. Kongre’de sosyalizme ilişkin görüşlerimizi yeniledik. İşçi sınıfı diktatörlüğünü yanlış olarak niteledik ve çok partili, çok sesli sistemden sosyalizme barışçı geçişi benimsedik.

Sonuç olarak sosyalizmi, demokrasi mücadelesini ve yan yana yaşadığımız halkların devrimci ve demokratik güçleriyle dayanışmanın önemini savunmak yine bizim omuzlarımıza kaldı.. Bundan pişman değiliz. Ben kendi payıma bundan gurur duyuyorum. Yoldaşlarımın da söylediği gibi, bu ilkeli bir duruştur.

10 Eylül 2021

Devam edecek

Print