2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Levent Gültekin
 
Hepimiz hırsızız!
2022-09-22 18:42
Levent Gültekin
Ortalığa dökülen yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, gelişmiş, medeni başka bir ülkede olsaydı muhtemelen yer yerinden oynar, toplum ayağa kalkar, o iktidar bir dakika bile yerinde duramazdı.

Fakat bizim ülkemizde bu tür iddialar pek bir sonuç doğurmuyor.

Peki niçin?

Kimileri bu durumu toplumdaki ahlaki yetersizliğe bağlarken kimileri siyasetteki kutuplaşmanın bu tür yanlışların görmezden gelinmesine neden olduğunu söylüyor.

Yani genel anlamda en büyük suçlu olarak toplum ilan ediliyor.

‘Bizim insanlarımızın ahlaki hassasiyeti olmadığı, toplumun çürük olduğu, bu nedenle de yolsuzluğu, hırsızlığın görmezden gelindiği’ söyleniyor.

Ama bunu herkes daha çok karşı taraf için söylüyor.

Yani bu çarpıklıktan şikâyet eden herkes meseleye, kendisini ve dahil olduğu toplum kesimini nispeten daha temiz ve daha sağlıklı kabul eden bir anlayışla yaklaşıyor.

Ama kazın ayağı öyle değil.

Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları toplumda infial yaratmıyor çünkü esasında hepimiz hırsızız.

Bu cümlemin çok sert ve ağır bir itham taşıdığının farkındayım.

Müsaade ederseniz ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım.

Elbette kimsenin hakkını çalmadan, namuslu yaşam süren bireylerin olduğunu biliyorum.

“Hepimiz hırsızız” derken bireyleri değil, çoğunluğu oluşturan toplum kesimlerini kastettiğimin bilinmesini isterim.

“Hepimiz hırsızız” diyorum çünkü Türkiye’de sistem dürüst bir yaşam sürmeyi neredeyse imkânsız hale getiriyor.

Vergi kaçırmadan zengin, kaçak inşaat yapmadan ev sahibi olamıyor, torpil koymadan çocuğuna iş bulamıyorsun.

Çocuğunu iyi bir okula kaydettirmek istediğin zaman bile ya rüşvet vermen ya da torpil bulman gerekiyor.

Ülkede kurallara uyduğunda, ahlaki hassasiyeti yüksek bir yaşam sürmeye çalıştığında Dostoyevski’nin aynı adlı romanında anlattığı gibi ‘budala’ durumuna düşüyorsun.

Çalmadan, haksızlık yapmadan yaşam sürmek imkânsız hale getirildiği için doğal olarak çalanlara da ses çıkaramaz hale geliyoruz.

Bana göre devlet ile toplum arasında hırsızlık ve yolsuzlukta zımni bir ittifak var.

“Sen benim çaldığımı görmezden gel, ben de senin çaldıklarını görmezden geleyim” anlaşması bu.

Mesela geçtiğimiz yıllarda çıkarılan İmar Barışı Yasası’ndan yararlanmak için yaklaşık 12 milyon aile başvurdu.

12 milyon aile, ülke nüfusunun yaklaşık üçte ikisi demek.

Yani yaklaşık 60 milyon insan devlete, “Evet çaldım, gel anlaşalım” demiş.

Birkaç yılda bir çıkarılan vergi ve SGK affından yararlanan milyonlar göz önüne alındığında çalmak, vergisini zamanında ödeyene haksızlık yapmak artık normal olmuş durumda.

Torpili olmadan çocuğuna iş bulamadığı için torpili hak gören insanlardan, vergisini tam vermeyen işinsanlarından, yüksek vergi vermemek için kazancının tamamını göstermeyen serbest meslek sahiplerinden, bulduğu arsaya yasadışı ev yapmayı kazanç gören milyonlardan siyasetteki yolsuzluklara, rüşvetlere karşı bir tepki koymasını bekliyoruz.

Bir tepki olmuyor çünkü yaşam biçimimiz ahlaki hassasiyet kazanmamızın önünde büyük bir engel.

Ahlaki değer kazanmamış insanlardan ortalığa saçılan ahlaksızlığı sorun etmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil.

Çünkü vicdanı olmayan insandan vicdanlı davranmasını beklemek, cesareti olmayan insandan korkmamasını, cesur olmasını beklemek ne kadar abesse ahlaki hassasiyeti gelişmemiş insanlardan ahlaklı bir tavır beklemek de bana göre o kadar abes bir durum.

Filozof Aristo der ki, “Güçlü kuralların olmadığı ülkelerde iyi vatandaştan bahsedemeyiz.”

Yani ortada güçlü bir anaysa, herkese eşit işleyen bir hukuk sistemi yokken, tam tersine sistem insanları çalmaya özendiriyorken, dahası çalmadan, torpil yapmadan yaşam sürmek neredeyse imkânsız hale getirilmişken, bütün suçu topluma atmak bana göre kolaycılığa kaçmaktır.

Kabul etmeliyiz ki iyi bir anayasa, güçlü bir hukuk, yani sağlıklı bir sistem olmadan toplumlar düzelmez.

Toplumun iyileşmesini, ahlaki değer kazanmasını istiyorsak öncelikle sistem sorununu dert etmemiz gerekiyor.

Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının infial yaratmamasının bir nedeni buysa diğer nedeni de ülkemizdeki siyaset anlayışı.

Türkiye’de siyaset, dürüstler ile hırsızlar arasındaki bir yarış değil ne yazık ki.

Hiçbir zaman da böyle olmadı.

Çok çalanlarla az çalanların, çalma imkânı olanlarla henüz o imkana kavuşmamış olanların yarışına dönüşmüş durumda siyaset.

“Benim memurum işini bilir” diyen siyasetçi yüzde 35 oy aldı bu ülkede.

Yakınına geçtiği iltimas ortaya çıktığında, “Verdiysem ben verdim” diyen siyasetçi ‘bilge siyasetçi’, ‘büyük devlet adamı’ muamelesi gördü bu ülkede.

Bosna için topladığı yardım paralarını faiz kazanmak için yurt dışında yatırdığı offshore hesaplarında batıran siyasetçi, ülkenin ‘en dindar, en ahlaklı’ siyasetçisi, öldüğünde çocuklarına devasa bir malvarlığı bırakan ‘en milliyetçi’ siyasetçi muamelesi gördü bu ülkede.

Ve bu insanların hepsi hepimizden defalarca oy aldı.

Türkiye her beş yılda bir ‘Ülkeyi kim daha iyi soyacak’ ihalesine çıkar gibi seçimlere gidiyor ne yazık ki.

Çünkü çalmadan, kendi çevreni kayırmadan, ihalelere fesat karıştırmadan, yani bu çarkın bir parçası olmadan siyaset neredeyse yapılamaz hale gelmiş durumda.

Üstelik toplum olarak her birimiz bu siyasetin parçasıyız.

Yani bütün bu partilere biz oy veriyoruz.

Hangimiz oy verdiğimiz partinin yaptığı yolsuzlukları, hırsızlıkları sorun ediyoruz ki başka partinin seçmeninin de sorun etmesini bekliyoruz.

Sanıyoruz ki sadece iktidar partisi seçmenleri bu konuda duyarsız.

Bana göre bu konuda büyük bir yanılgı içindeyiz.

Mesela 2014 yerel seçimlerinde bir muhalefet lideri daha önce yolsuzluk yapmakla itham ettiği birini partisinin büyükşehir belediye başkanı adayı yaptı ve o kişi yaklaşık yüzde 40 oy aldı.

Kimse buradaki yolsuzluk ithamını sorun olarak görmedi.

Geçtiğimiz yerel seçimlerden önce bir muhalefet partisinin ilçe teşkilatı, “Bizim belediye başkanımız çok yolsuzluk yapıyor, adeta belediyeyi soydu, lütfen bunu aday yapmayın” diyerek bu duruma dikkat çekmek için İstanbul’dan Anıtkabir’e yürüdü. Muhalefet partisi kendi ilçe teşkilatının itirazına rağmen o kişiyi aday yaptı ve sözkonusu kişi yüzde 54 oyla seçildi.

Partisinin lideri tarafından yolsuzlukla itham edilen adaya oy veren yüzde 41 veyahut yukarıda bahsettiğim ilçe belediye başkanına hakkındaki iddialara rağmen oy veren yüzde 54 hangi saikle hareket ettiyse bugün iktidar partisi seçmenleri de aynı gerekçelerle hareket ediyor.

Yani demek istediğim, siyaset hepimizi kendi kirli çarkının bir parçasına dönüştürmüş durumda.

Yolsuzlukları sorun olarak görmediğimiz için değil, bu partilerden birine mecbur olduğumuz için bütün bu iddiaları görmezden gelerek oy vermeye devam ediyoruz.

Toplumun ahlaki hassasiyet kazanması için toplu bir temizliğe, bunun için de güçlü bir sistem değişikliğine ihtiyaç var.

Siyaset mekanizmasının değişmesine, temiz bir siyaset anlayışına ihtiyaç var.

Üç beş namuslu siyasetçi olması meselesi de değil bu.

Dediğim gibi mekanizmanın değişmesi gerekiyor.

Yolsuzluktan şikâyet ediyorsak enerjimizi öncelikle bizi hırsız olmaya zorlayan bu yaşam biçimini değiştirmeye harcamalıyız.

Ahlaki hassasiyet kazanacak kişisel bir çaba ve tavır içine girmeliyiz.

Zira hepimizi hırsız olmaya iten, hırsızlıkların birer parçası haline getiren bu sistem ve siyaset anlayışı değişmediği sürece havanda su dövmeye devam edeceğiz.

Yani demek istediğim sonuca değil nedenlere kafa yormalı, çözüme de kendimizden ve partimizden başlamalıyız.

-----------------------------------------------------------

Diken-0 Eylül 2022
Print