2024-05-20
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Ali Kızılay
 
IŞİD ve benzeşenlerini yaratan siyasi vakalardan kesitler
2014-06-20 15:23
Ali Kızılay
Demokrasi sözcüğünün sözlük karşılığı,her ne kadar ‘Halkın kendi egemenliğine dayalı yönetim biçimi,’olarak tanımlanıyorsa da,bu sözcüğün toplumsal yaşamda değer kazanması, toplumun her alanında demokrasiyi yaşama geçirecek uygun yapılar kurmayı zorunlu kılar. Bu yapılar öncelikle tarihsel bütünlük içinde açık zihinle eğitim kurumlarında toplumun çalışma,üretme,paylaşma yetisini geliştirici,emeğin üretkenliğinin önemini kuşaktan kuşağa aktarıcı anlamında her tür baskı kurulmalardan uzak demokrasi kültürünü gerektirmektedir.

Buna karşın,tarihsel eşitsizlik ve bölgesel farklılıklar bahane edilerek her uygarlığın kendi yönetim şeklini,olmadı despotizmini yarata bilir anlayışıyla çağ dışı feodal kodların karakterine uygun gelenekçi,töreci yanlış formasyonları evrensel anlamda demokrasi kültüründen koparılmış,böylece uluslaşma bilinci,adalet istenci bastırılmış topluma kültür diye dayatılmasının adı demokratik bilmem ne olursa olsun,bu yol demokrasi yolu değil, tarihsel bütünlükten yoksun bırakılmış toplumu basit çıkarcılığa alıştırarak feodal kodlayıcıların biçimlendirdiği basit yaratıklar topluluğuna dönüştürür.Oysa evrensel anlamda demokrasi kültürü,kültür uygarlığı,uygarlık üretkenliği ve insanca paylaşma ahlakının yaşam bulmasına kaynaklık eder.

Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi ortaya çıkan tema,hiç kuşkusuz yer küre üstünde iç ve dış etken ortaklığının biçimlendirdiği sömürgeci güç mantığına uygun,hakkaniyete dayalı yol gösterici tarihsel bütünlüğünden dolayısıyla demokratik yaşam anlayışından koparılmış Kürtleri akla getirmektedir.Günümüzde adalet kurumlarının tepkisizliğinden istifade,adaletsizliği haksızlara siyasi imtiyaz sayıcı,insanlığa karşı işlenmiş suçları örtücü,masum insanların haykırışlarının ise boğulduğu yapının adı DEMOKRATİK KUBBE konmaya çalışılıyorsa,bu çarpık,her yanı suç kokan temele itirazı olmayan medya,muhalif Kürt siyasiler,aydınlar,elitler de hiç masum değil.İmralı görüşmeleri de,toplumsal haksızlıkları giderecek,hassasiyetleri gözetici ipuçları vermek yerine,rant baronu feodal kodlayıcılar,sanki dışarıdan iletilen talimatları görüşülüyormuş izlenimi yaratıyor.Bu nedenle karar verici efendi kim? bulanıklığı karşısında kafalar hayli karışık.Nitekim,mazlumlara yönelik aymazca her uygulamanın ‘O biliyor,’’Bir bildiği var,’gibi asılsız söylencelerle İmralı’ya yükleyip günah keçisi saymalar,görüşmelerin inandırıcılığını gölgeliyor.Hal böyleyken toplumun insanca yaşama hakkının korunmadığı, eşitsizliğe,adaletsizliğe tepkili kesimin,toplumsal refleksle nasıl bir radikalleşmeye sarılabileceği düşünülmemekte..Bu anlamda Gandi’nin şu sözleri her zaman önemsemeli.’Siz,kendi ellerinizle teslim etmediğiniz sürece,kimse sizin kendinize olan saygınızı elinizden alamaz.’Zaten tarihin akışı da gösteriyor ki,kendi içinde çağcıl paradoksların biçimlendirdiği demokrasi kültürü gereği bütünlükçü mantıkla paylaşımcı ve adil olma alışkanlığından mahrum toplumları,dışarıdan hiç de yorucu olmayan müdahaleyle alt etmek kolaydır.

Buna karşın,kimi aydınların,araştırmacı yazarların hakkaniyetle yaptıkları araştırmalar, buruk bile olsa Kürtlerin gerçeğinden kesitler ortaya koymaları hayli önemlidir.Bu araştırmacı yazarlardan Serdar Halil Gökmen’in ‘Çiyayé Kurmanca’(Kürtlerin Dağı) araştırması,geçmişin olduğu kadar günümüzün de yansımasıdır.Adı her ne olursa olsun,Şeyh Sait kıyamında görev almış ittihat ve terakkinin biçimlendirdiği mevcutlu ve yetkin bir istihbarat elemanının, sistemle her zaman iç içe olmuş kimi aşiret ağalarının kendisi için uydurduğu öyküyle Efrin ovasına kadar uzanan Amanos mıntıkasında etkili olacak tarikat şeyhliği sunumu ve etkinliğiyle gelişen olaylarla Kürtlerin varlık nedenlerinden uzaklaştırılmaları adeta ikinci bir Lavrens vakasını çağrıştırmakta.Bilindiği gibi Avrupa’da patlak veren birinci büyük savaş sonucu bir milyon yediyüz bin insan yaşamını yitirirken,savaşan ülkeler arasında gelişen diplomasiyle çanlar,yaşanan savaşla hiç alakası olmayan Kürdistan için çalmış.Kürdistan dört parçaya bölünüp bir parçası Irak’a bırakıldığı zaman İngiliz ve Fransız yönrticilerin zihin estetiklerinde biçimlendirdikleri dışında yer küre üzerinde Irak diye bir ülke yoktu.(Yıl 1918.)

Sykes Picot anlaşmasıyla (16 Mayıs 1916) Suriye ve bağlı olarak Maraş,Antep ve Urfa Fransızlara bırakılırken,bu illerin işgali üzerine Kürt aşiretler sadece hegemonik alan üstünlüklerinin ellerinden alınabilir endişesiyle aralarındaki husumetleri dondurarak oluşturdukları ortak güçle,Fransızları bu illerden çıkarıp 20 Ekim 1921 de çekilmeye zorlarken aynı yıl toplanan BAKÜ KONFERANSInda Kürtleri ittihat ve terakkinin en güçlü ismi Enver Paşa temsil ediyor,böylece Kürtlerin toprak taleplerinin olmadığı dünyaya deklere ediliyordu.Uluslar arası rekabetle paylaşım arenasında çanlar Kürdistan için çalıyor,sesler dünyada yankılanıyor,ittihat ve terakkinin kendisine bağımlılığını pekiştirdiği cinayet,yağma ve çapul serbestliği verilmiş Hamidiye Alayları korkusuyla istençleri bastırılmış Kürtlerin bundan haberi olmuyordu.

Yakın tarihte yaşananlara tarihsel perspektifle bakıldığı zaman,IŞİD vakasıyla çanların tekrar Kürtler için çalmanın amaçlandığını düşünen herkes okuyabiliyor.Ergenekon terör örgütü ve yerel versiyonları çeteleşen korucularla Kürtlere dayıttığı kırımdan,faili meçhullerden esinlenen Arap dünyasının,Kürdistan Federe Devletini hizaya getirip istemlerine uygun dizayn etmek amaçlı çöllerde büyüttüğü Arap gladyosu IŞİD,yaratılış amacından saparak sunni eksen üzerinde kendisini besleyen efendilerine yöneltmiş ve başlarını istiyorsa bu,Kürtleri alakadar etmemeli.Keser döner sap döner örneği yanlış hesap yönünü Bağdat’a vererek Maliki’nin olmazsa olmazı şii yönetimini hedeflemesi elbette İran’ı endişelendirecek.Tahran bir yandan Kürdistanla sınırını kapatıp ağır silahlarla sınıra güç yığarken diğer yandan Hewler’i Maliki’ye desteğe zorlaması belki karamsar örneklemedir ancak 1877-78 de Osmanlıyla aynı cephede Rus ve Bulgar ortak gücüyle çarpışmasına rağmen,Şeyh Übeydullah ve destek gücünün,asırların rakibi Osmanlı-İran ittifakıyla imha edidiği unutulmamalı.Hal böyleyken İran’la yakın ilişkili YNK ve Goran hareketleri,Kürtlerin çıkarına hizmet etmeyen oyalayıcı konseptler yerine kazanımların,bütün yurtsever eğilimlerin kazanımı olduğu düşüncesiyle Sayın Mesut Berzani’nin,tüm toplumsal kesimleri kapsayan rasyonel ve adil duruşunun arkasında durmalı.Kaldi ki kısa vadede görülen başarı nihai başarı değil.Nitekim Güney Kürdistan’ın zenginlik kaynaklarının uzakdoğu ve Avrupa ekonomisinin rotasını belirleyici olması,rotasından çıkmış,ne islam termonolojisini,ne çağdaş hukuku tanımayan,adaletin ortadan kaldırıldığı fiili durumları toplumsal statü sayan rant eksenli siyasi eğilimleri de çileden çıkaracağa benziyor,derken Türkiye’nin de bazı düşler bahane ederek radikal islamla flört etmesinin,zamanla ters teperek kendisine yönelebileceğini görmesi gerekiyor.Çünkü cihatçı ideoloji,her inanç grubu kadar müslümanları da ürkütüyor.

Tarih,artık Kürtler için tekerrür etmemeli.

ALİ KIZILAY
Emekli Öğretmen-YAZAR
Print