PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
TBMM Başkanı Arınç’ın kunuşması
ve demokrasi üzerine..

Kemal Burkay

TBMM Başkanı Bülent Arınç 23 Nisan “Çocuk ve Ulusal Egemenlik Günü”nde ilginç ve yankı uyandıran bir konuşma yaptı. Arınç özet olarak şunları söyledi:

-         “Gizli anayasa” ya da “kırmızı kitap” olarak nitelenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kabul edilemez. Ülkenin temel iç ve dış politikalarını belirleyen böylesi bir belgenin hazırlanmasında parlamento devre dışı. Bu kavramlar gizli, anti demokratik bir yönetimin iktidar olduğunu ima ediyor.

-         Meclisin yetkileri daraltıldı, gücü ve yetkiyi tam kullanamıyor.

-         84 yıl önce saltanat kaldırıldı; ama bugün kurumların saltanatı var. Bazı kurumlar kendilerinin öncelikli ve üstün olduğunu vehmetmektedirler. Hatta bu kurumlar reform çabalarına karşı direnmekteler.

-         İşlevini bitirmiş ve yıllardır sorun üreten bir kurumu kaldıramadık.

-         Cumhurbaşkanını bu meclisin seçip seçemiyeceği tartışılamaz.

-         Daha çok demokrasi için kurumların mutabakatı aranıyor. Dünya üzerinde bunun örneği yok.

-         Devlet inancın önünde engel; kamusal alanın eşit kullanımını sağlamak gerek.

-         Özgürlüklerin genişletilmesi için güçlü bir anayasa değişikliği gerekli. Yeni Türkiye’yi inşa etmeliyiz. Türkiye’nin milada ihtiyacı var.

Bu doğru sözlere ne denir! Bunlar önemli tespitler. Bunların üstelik ülkenin Meclis Başkanı’nın ağzından çıkması çok daha önemli.

Bazıları, daha doğrusu işlerine gelmeyenler, bu sözlerin muğlak olduğunu ileri sürdüler, “Arınç ne demek istedi?” dediler. Oysa Arınç’ın ne dediği çok açık. “Ulusal egemenliğin” kutlandığı bir günde Arınç açık ve dobra konuştu, bu ülkede demokrasi adına sahnelenen ikiyüzlülüğü açığa vurdu.

Yıllardır biz de benzer şeyleri daha da açık bir dille söyleyip duruyoruz. Bu ülkede gerçek hükümetin ve gerçek parlamentonun MGK olduğunu bilmeyen var mı? “Gizli Anayasa” da denen, ülkenin temel politikalarını belirleyen, hükümet ve parlamento dahil tüm kurumların uymak zorunda olduğu Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni MGK belirlemiyor mu? MGK’da asıl yetki generallerde değil mi?

Demokratik bir ülkede böyle bir şey olabilir mi? Bu bile tek başına parlamentonun, yani yasama gücünün yetkilerini sıfıra indirmiyor mu?

Bu ülke sözde demokratik ve ulusal egemenlik sözde halkta. Halk ise seçtiği vekiller, yani parlamento yoluyla iradesini belirliyor. Oysa halkın egemenliği boş laftan ibaret.

Parlamentonun yetkilerini sınırlayan yalnızca MGK değil elbet. En başta bir deli gömleği olan 12 Eylül Anayasası. Sözde bir dizi değişikliğe uğradı, ama değiştirilmesi yasak (!) maddeler dahil, baştan sona faşizan bir ruhla örülmüş bu ucubenin böylesi rötuşlarla düzelmesi mümkün değil. Eğer bu ülke demokratikleşecekse, oturup yeni baştan dört dörtlük demokratik bir anayasa yapmak gerekir. Ayrıca, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin oluşturduğu ve parlamentonun üstünde demoklesin kılıcı gibi duran başka kurumlar da var. Örneğin ülkeyi bir partiler mezarlığına çeviren Anayasa Mahkemesi... Üniversiteleri karakola çeviren YÖK... Yayın özgürlüğünü kuşa çeviren RTÜK...

En imtiyazlı kurum ise Ordu! Ülke bütçesinin aslan payı oraya gidiyor. Ayrıca bir dizi vakıf... Ayrıca başta OYAK olmak üzere bir dizi, vergiden bile muaf şirket... Devlet ordunun harcamalarını ve bu kurumların hesaplarını bile denetleme hakkına sahip değil.

Ayrıca, “bitmeyen “terör” sayesinde söz konusu “güvenlik görevlileri”ne dolgun bir tazminatın yanısıra, uyuşturucu pastasından yüklü bir pay, iyi haraçlar, bol rüşvetler...

Ama bundan da önemlisi ülkeyi yönetme hak ve yetkisi! Kültür ve sanat işleri dahil,  iç ve dış politikayı ayrıntılarına kadar belirlemek! Sahip olduğu süngü ve tank gücü de sanki yurt savunması için değil de bu imtiyazları korumak için verilmiş!..

Değişime karşı; demokrasi yönündeki her adımdan, en basit reform girişiminden huzursuz oluyor, engelliyor.

Yargı, üniversite, basın dahil, herkese birifingler veriyor, görev belirliyor, hizaya sokuyor...

Höt deyince politikacı takımı dize geliyor...

Evet, Arınç doğru söylüyor; Türkiye’nin çağdaş standartlara uygun demokratik bir ülke olması için köklü bir anayasa değişikliği gerekli. Türkiye’nin bir milada ihtiyacı var. Kurumların saltanatına son vermek gerekli. Bizim istediğimiz de tam budur.

Ancak sayın Arınç’ın inşa etmeyi düşündüğü “Yeni Türkiye” nasıl bir şeydir? Onun genişletmek istediği özgürlükler nelerdir? İşte burada sorun var! Bizimle sayın Arınç’ın özgürlük ve demokrasiden anladığımız hiç de aynı şeyler değil.

Örneğin sayın Arınç “devlet inancın önünde engeldir; kamusal alan eşit kullanılmalı” derken haklıdır. Ama bununla kast ettiği sadece türban olayı ve imam hatiplilerin bazı haklarıdır. Bizim bu konuda görüşümüz belli, biz türbanın üniversitede de, Çankaya Köşkü’nde de, Meclis’te de serbest olmasından yanayız. İmam hatiplilere de herhangi bir ayrımcılığa karşıyız. Yani bizim tavrımız demokratik bir tavır. Ya peki sayın Arınc’ın?

Örneğin ya bizzat imam hatip olayının kendisi bir ayrımcılıksa, belli bir inanç grubu için bir imtiyazsa?. Neden devlet, belli bir inanç grubuna ait bu okulları, hem de bu kadar çok, ihtiyaçtan fazla kuruyor ve finanse ediyor? Bu ülkenin Müslüman çoğunluğunun elbet imamlara, vaizlere, yani din adamlarına ihtiyacı var; ama bunu kendisi cemaat olarak örgütleyip, binasını yapıp, öğretmeninin maaşını ve tüm eğitim masraflarını veremez mi? Öyle olması gerekmiyor mu?.

Bu ülkenin Hıristiyanlarının kiliselerini, dini okullarını, Yezidilerinin tapınaklarını devlet mi yapıyor, din adamlarının maaşını o mu veriyor?

Ya ülkedeki 15-20 milyon Alevi’nin dini hak ve özgürlükleri? Onların hiç sorunu yok mu? Örneğin cemevlerinin yapımı, Alevi din adamlarının maaşları, filan?.

Peki Alevi, Hıristiyan, Yezidi ya da başka inançlara mensup olanların yanısıra, herhangi bir inancı olmayan insanlarımızın verdiği vergilerle imam hatip okullarını ve imam maaşlarını finanse etmenin, nerdeyse Milli Eğitim Bakanlığı çapında koca bir Diyanet İşleri Teşkilatı’nı devlet eliyle örgütleyip finanse etmenin hukukla bağdaşır yanı var mı?

Ya okullardaki zorunlu din dersleri, yani Müslüman olan olmayan herkese, namaz niyaz da dahil, zorla Müslümanlığı öğretmek!..

Demek ki devlet gerçekten din alanında eşit davranmıyor, tüm inançlara eşit mesafede değil; bazılarına imtiyaz tanırken, bazılarına da baskı yapıyor.

Demek ki Türk devleti, Kemalist takımının tüm şişinmesine rağmen laik değil. Peki sayın Arınç ve arkadaşları bu durumdan şikayetçi mi? Bütün bu haksızlıklara, ayrımlara bakıp “devlet din özgürlüğüne engel” diyorlar mı?.

Diyanet İşleri Teşkilatı’nın ve okullarda zorunlu din derslerinin kaldırılmasından yanalar mı?

Ne gezer!.. Aksine onlar bu durumdan mennun. Bu alanda, yurttaşlar arasında eşitlik sağlansın diye bir görüşleri, bu yönde bir çabaları yok. Çünkü bu düzenlemede imtiyazlı durumda olan kendi inanç grupları.. Onları sadece türban özgürlüğü ve imam hatiplilerin durumu ilgilendiriyor..

Peki Kürt sorunuyla ilgili olarak sayın Arınç ve arkadaşları ne düşünüyorlar? Sayın Arınç üç yıldır Meclis Başkanı olarak politik sahnenin önünde, yetkili bir yerde; ama biz onun Kürt sorunuyla ilgili olarak haksızlığa karşı çıkan, eşitliği savunan bir sözüne ve tavrına tanık olmadık. Aksine konuştuğu zaman da ötekilerden farkı yoktu. Oysa bu ülkenin sınırları içinde yirmi milyonu aşkın bir halk kendi dilinde eğitim bile göremiyor. Bu devlet, o da nice kavga gürültüden sonra ve AB üyeliğinin hatırına, ancak anadilde kurs açma ve televizyonda haftada yarım saatlik yayın hakkı tanıdı; onu da binbir engele, binbir tuzağa bağlayarak...

Sayın Arınç bu konuda ne düşünüyor? Kürtlerin de hak ve özgürlükleri onun gündeminde mi? Kürt kimliğinin Anayasa’da tanınmasından yana mı? Kürt dili eğitim dili olsun mu? Kürtler Türklerle eşit haklara sahip olsunlar mı?

Buna da sayın Arınç’ın ve partisinin evet demeyeceğini biliyoruz. Bu alanda ne düşündüklerini, ne dediklerini de biliyoruz. Erdoğan önce “Kürt sorunu yok!” dedi. Neden sonra var dedi ama, iyi saatte olsunlar tepki gösterince hızla çark etti. O da “vur abalıya!” politikasını benimsedi, Diyarbakır’daki çocukların yaşama hakkını bile savunamadı.

Böylesine bir anlayışla, bu çifte standartla inandırıcı olunamaz, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verilemez.  Özgürlük ve demokrasi istiyorsan, yalnız kendin için değil, herkes için isteyeceksin. Eşitlik istiyorsan herkesle eşit olmayı bileceksin. Onlarla el ele verip özgürlük mücadelesi vereceksin. Kendi özgürlüğünü elde etmen de buna bağlı.

Solcuların ünlü sloganında olduğu gibi: Ya hep beraber, ya hiç birimiz!

Sayın Arınç ve partisi şu cezaevlerindeki siyasi tutuklular ve hükümlüler, F-Tipi cezaevlerinde soyutlanmış, fizik ve moral olarak ölüme terk edilmiş genç insanlar için ne düşünüyor? Onları “topluma kazanmak” baskıyla, hileyle, binbir zulümle onları teslim almak, inaçlarından, siyasi görüşlerinden vazgeçirmek midir, yoksa onların da siyasi görüşlerine saygı gösterip bir uzlaşma ve barışçı çözüm yolu aramak mıdır? Cezaevi koşullarını insanileştirmek, bunun yanısıra,  siyasiler için bir genel af düşünmek daha uygar bir tutum olmaz mı?

Sen Alevileri yok sayarsan, onların haklarına yan çizersen, desteğini alamazsın.

Sen Kürtler için de hak ve özgürlük istemezsen, onların desteğini alamazsın.

Sen cezaevlerindeki siyasilerin de hak ve özgürlüklerini savunmaz, onların ve yakınlarının duygularını göz önünde tutmazsan, soldan ve tutuklu yakınlarından destek alamazsın.

Bu ülkede gerçekten demokrasinin yokluğu sorunu var. Bu ülkede devlet baskıcı, hatta eğer dobra dobra konuşursak, ırkçı, şoven, faşist! Bu ülkede temel hak ve özgürlükler geçerli değil. Üstelik olanını da, Arınc’ın başkanı olduğu Meclis’e gelen yeni TMY süpürüp atacaktır. Bakalım Arınç ve onun yukarda sözünü ettiğimiz konuşmasını alkışlayanlar, ülkeyi en az on yıl geriye götürecek bu terör yasasına (ama halka karşı terör) hayır diyebilecekler mi?

Böyle bir ülkede özgürlük ve demokrasi sorunu gerçekten hayatidir. Ama bu özgürlükleri sadece “bize” yarayanlar, işimize gelenler diye sınırlamamalıyız. Herkes için özgürlük ve demokrasi istemeliyiz. Buna uygun bir programı önümüze koyup, baskı ve statükonun güçlerine karşı, gerçek  ve köklü bir değişim için mücadele etmeliyiz. Bunun için tüm baskı görenler, hakları yenenler el ele vermeliyiz. Ancak o zaman başarabiliriz.

Bu ise bir rejim sorunudur. Bugünkü sömürgeci faşist rejim yerine, her yurttaşın, her toplumsal ve etnik grubun hakkını tanıyan demokratik bir rejim. Oysa sayın Arınç bu konuda bakın ne diyor:

“Türkiye'nin bugün rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma, ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları var.”

Sayın Arınç işte burada kendisinin ve partisinin özgürlük ve demokrasi anlayışını ele veriyor. Onu anlıyorum.. Diyor ki rejim iyidir; ama onu biz, halkın seçtikleri yönetmeliyiz, atanmışlar değil... Askerin etkin olduğu MGK ile; Anayasa Mahkemesi, Danıştay gibi üst yargı organlarıyla; üniversite rektörlerinin dükalığı olan YÖK’le ortaklaşa, hatta onların gölgesinde değil...

Eğer öyle olursa, sayın Arınç ve partisi için sorun yoktur. O zaman kendileri için var olan pürüzleri kolayca temizlerler. En başta türbanı her alanda serbest bırakırlar, imam hatiplerin, kuran kurslarının önünü açarlar. Başka ne yaparlar, bilemeyiz, belki tahmin edebiliriz.. Örneğin İran’daki gibi türban ya da çarşaf zorunluluğu gelir mi, ramazanda oruç tutmayanlar üstünde terör eser mi (daha şimdiden işaretleri var), içki yasağı türünden yasaklar tüm ülkeyi sarar mı? Kadın hakları daha da törpülenir mi? Evrim teorisi yerine okullarda yaradılış teorisi okunur mu? Hepimizi şeriata uygun yaşayan “iyi Müslümanlar” olmaya mecbur ederler mi?.. Bilemeyiz; ama korkumuz var ve korkmakta haklıyız. Bir İsveç veya Kanada olmak isterken bir İran veya Suudi Arabistan olmayalım!

Özgürlük sorununda uzlaşamazsak ben sana niye iktidar yolunu kendi elimle döşeyeyim?..

Seçilmişlerin yönetiminin yeterince demokratik olacağına dair bir güvence yok ki. Seçilmişlerin diktatörlüğü olamaz mı? İran Meclisi de seçilmişlerden oluşuyor!

Bakın siz, yüzde 10 barajı sayesinde, yüzde 35 oyla meclisin üçte ikisini oluşturdunuz; oyların yüzde 45’i ise boşa gitti.

Demek ki sorun sadece bir seçim sorunu değil, seçimlerin demokratik olaması da gerekli. Kürtlerin kendi kimlikleriyle parti kuramadıkları, özgürce programlarını yapamadıkları, üstelik çok ılımlı istemlerle kurulan ve adları tehlikeli (!) olmayan partilerin de peş peşe kapandığı, Kürt halkının seçtiklerinin ise ya parlamentoya giremediği, ya da oraya girse bile, oradan da cezaevine gittiği bir ülkede seçim oyunu tek başına neyi ifade eder? Sizin bunu değiştirmeye yönelik bir programınız, örneğin yüzde 10 barajını kaldırmaya niyetiniz var mı?.

Evet, Meclis Başkanı Arınç 23 Nisan günü iyi şeyler söyledi. Ama bir ülkeyi yönetmeye soyunmuşlar için sadece bazı iyi şeyler söylemek, bazı haksızlık ve kötülükleri ortaya sermek yetmiyor. Sorunları bir bütün olarak görmek ve çözüm için ne yapılması gerektiğini bilmek de önemli. Demokrasi bir bütündür. Özgürlük ve eşitlik herkes için istenmeli.

Bir ülkeye özgürlük ve demokrasi getirmek, şer güçleriyle kavgayı göze alacak kadar cesur olmayı gerektiriyor. Ama aynı zamanda geniş ufuklu, dürüst ve adil olmayı da..

 26 Nisan 2006

................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:

Şemdinli’deki askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı, tutku ve akıl...
Derin devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç ve Ceza
Yine bir şeyler dönüyor…
Sistem çürümüş, dökülüyor
Irak’ta iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey olanlar..
ŞOVENİZMİN ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At izi it izine karışırken..
HAMAS ve PKK…
Sağduyu ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin üstü örtülüyor
Adalet mi rezalet mi?.
Genelkurmay Gladyosuna sahip çıktı!
Türk Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?
Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
 
PSK Bulten © 2006