PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Irkçı görüşlerin temeli yalan ve safsata-1

Kemal Burkay

İki hafta kadar önce, “Bu Irkçılık da Nerden Çıktı?!” başlıklı yazımda Türkiye’de, Cumhuriyet tarihi boyunca süregelen ırkçı kültür ve uygulamaya değinmiştim. Bu yazımda ise genel olarak ırkçılık üzerinde durmak istiyorum.

Irkçılık ortaya çıktığı her yerde sömürü ve baskının bir aracı oldu.

Irkçılık yakın tarihte Avrupa sömürgeciliğinin bir aracı olarak ortaya çıktı. İspanyollar, İngilizler, Hollandalılar ve sömürge imparatorluğu kuran ötekiler, işgal ettikleri ülkelerin halklarını aşağıladılar; kendilerini üstün, sömürge halklarını düşük ırk olarak gördüler, gösterdiler. “Beyaz ırkın üstünlüğü”ne dair ırkçı teori bu dönemin ürünüdür.

Daha sonra, Alman faşizminin tırmanma döneminde Naziler “Cermen ırkının üstünlüğü” teorisini ortaya attılar. Nazilerle hemen hemen aynı dönemde, ondan ilham alan Türk ırkçı-turancılığı boy verdi.

Bu dönemde ırkçılık militarizmle birlikte kendini gösterdi. İkisi de –biri ideolojik, diğeri fiziksel olarak- yayılmacı politikanın aracıydılar.

Alman ırkçılığı, Nazilerle birlikte tümden gömülmüş olmasa da, Hitler’in almanya’ya ve dünyaya yaşattığı büyük felaketten ve faşizmin yenilgisinden sonra itibarını, etkisini kaybetti. Gerçi ırkçı gruplar bugün de Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde varlar; ama çeşitli toplumsal sorunların, özellikle de işsizliğin itmesiyle zaman zaman güçlenseler de (örneğin Fransa da La Pen’in, Avusturya’da Heider’in başında oldukları partiler önemli güç topladılar), genel olarak topluma egemen ve politikaları belirleyici değiller, çoğunlukla marjinaller. Heider, Avusturya’daki demokrat kamuoyunun yanı sıra Avrupa’dan yükselen tepkiler nedeniyle hükümet kuramadı.

Oysa Türkiye’de böyle değil. Bu ülkede ırkçılık, 2. Dünya Savaşı sonrasında hızı bir parça düşse bile, hiçbir dönemde zayıflamadı; sürekli devlet desteğine de sahip olarak etkin biçimde süregeldi. Türkiye bugün de ırkçılığın, militarizmin ve faşizmin yükselen ülkesi.

Elbet bunun nedenleri var. Bunların bir bölümüne söz konusu yazımda değinmiştim. Irkçılığın cumhuriyetin başından beri devlet kurumları eliyle, siyasette, okullarda, basında pompalanması, resmi ideoloji Kemalizmin temel bir unsuru olması vb... Bir başka deyişle, ırkçılık ve militarizm bu ülkede kültürün önemli bir bileşeni...

Irkçılığın bugün daha da tırmanmasına gelince, bunun nedeni Türkiye’deki siyasal ve kültürel yapının değişen dünya ile çelişmesidir. Globalizm koşullarında bu uyumsuzluk günden güne şiddetleniyor.

Faşizmin yenilgisiyle Avrupa’da ırkçılık gibi, militarizm de etkisini yitirdi. Demokratik kurumlar öne geçti. Ekonomik ve siyasal yaşamda ortaya çıkan Avrupa Birliği bu süreci hızlandırdı. Oysa, sözde Batı uygarlığını, yeni dönemde de AB üyeliğini kendine hedef seçmiş Türkiye’de, aralarında asker ve sivil bürokrasinin, özellikle de ordunun,  ırkçıların, hatta laik ve sol geçinen bir bölüm aydının da bulunduğu bir kesim, hem de şu Avrupa Birliği sürecinde bu değişime şiddetle direniyor. Çünkü Avrupa ile entegrasyon hem bu kesimlerin, özellikle asker-sivil bürokrasinin ekonomik ve siyasi imtiyazlarını tehdit ediyor, hem de yüz yıllık ırkçı, militarist, faşizan ideolojiyi...

Bu nedenle söz konusu statükocu çevreler şimdi vargüçleriyle direniyorlar. Son dönemde soy-sop edebiyatının tazelenmesi, Irkçı-milliyetçi sloganların ve militarizme övgünün dörtbir yanda yükselmesi bundandır. Türk toplumunu hezeyan derecesinde yeni bir ırkçılık dalgası sarmaktadır.

Elbet bu dalganın diğer bir nedeni Ermeni soykırımına ilişkin olarak, Türk toplumunu da tarihiyle yüzleşmeye zorlayan uluslararası hareketlenme ise, bir başkası ve daha önemlisi de Kürt sorununun bir kez daha, Kuzey ve Güney parçalarındaki gelişmelerle kapıya dayanması ve Türkiye’yi çözüm için zorlamasıdır.

Bütün bunlar, değişen bir dünyada kendileri de değişime zorlanan, imtiyazlarını ve ırkçı-militarist değerlerini yitirmekle yüz yüze kalan söz konusu kesimleri korkuya, tepkiye itiyor. Statükoyu korumak için adeta çaresizce bir direniş içindeler. Bu da değişim sürecini tümden önleyemese bile geciktiriyor ve toplum bakımından acılı-ağrılı geçmesine neden oluyor.

Ben bu yazımda genel olarak ırkçı ideolojinin, özel olarak Türk ırkçılığının çıkmazları, bundan da öte, zırva derecesindeki saçmalığı üzerinde durmak istiyorum.

Irkçılığın bilimsel bir temeli yoktur. Bu temel yalan ve safsataya dayalıdır. Bilim ve tarihi gerçekler ırkçılığın tezlerini, kuşkuya yer vermeyecek biçimde hep çürütmüş, yalanlamıştır.

Öncelikle, insanlığın evrimini ve dünya üzerinde yayılım sürecini ortaya çıkarmakta önemli bir rol oynayan, insan fosilleri, kemikleri üzerinde çalışma yapan paleontoloji bilimi, ırkçı görüşlerin boşluğunu ve saçmalığını ortaya koyuyor. Bu alanda yüzlerce, binlerce bilim adamının dünyanın dörtbir yanında, çeşitli ülkelerde yaptığı araştırmalar ortaya şunu koyuyor:

İnsan türü, milyonlarca yıl önce şempanze ve goril türü maymunlardan evrildi. İnsanın iki ayağının üstüne kalkması, yani dik duran insan (homo erektüs) 1,5-2 milyon yıl önceye ait bir gelişimdir. Bu insan atamızın ilk kez Afrika kıtasında göründüğü, oradan Asya’ya ve Avrupa’ya yayıldığı pek çok bilimsel kanıtla ortaya konmuştur.

Bunu, daha gelişkin olan Homo Neandertal izliyor. 250 bin yıl öncesinden başlayarak 30 bin yıl önceye uzanan sürede yaşadığı izleniyor. O da yine Afrika’dan öteki kıtalara yayılıyor.

Modern insan olarak nitelenen, fizik ve beyin olarak öncüllerinden daha gelişkin olan Homo Sapiens ise 200 bin yıl kadar önce, yine Afrika’da ortaya çıkıyor. Homo Sapiens, 40-50 bin yıl kadar önce Afrika’dan Asya ve Avrupa’ya, Avustralya’ya yayılıyor. Bering Boğazı’ndan Amerika kıtasına geçiş ise 10 bin yıl kadar öncedir. Homo Sapiens yayıldığı yerlerde uzunca bir dönem öteki ataları (Homo Erektüs, Homo Neandertal vb.) ile yan yana yaşıyor ve zamanla tümden onların yerini alıyor. Bugün dünyamızda gördüğümüz insan soyu işte bu Homo Sapiens diye nitelenen en evrilmiş, gelişkin türdür.

Böylece bilim ortaya koyuyor ki, bugün dünyanın değişik yörelerinde, fizik olarak (renk, boy-bos, kafa yapısı bakımından) bazı farklar göstersek de aynı kökenden geliyoruz.  İlk yurdumuz, bugün kara derili insanların yaşadığı Afrika kıtasıdır. Atalarımızın dünyanın çeşitli bölgelerinde, iklim farklarına, coğrafi özelliklere, beslenme koşulları vb. etkenlere bağlı olarak renklerinde ve öteki fizyolojik görünümlerinde değişiklikler olduğu bellidir. Örneğin sıcak iklim, yakıcı güneş deriyi koyulaştırırken az güneş alan kutuplara yakın bölgeler deri, saç ve göz renginin açılmasına yol açıyor.  Bu farklar onbinlerce yıl içinde kalıtım yoluyla ve sözünü ettiğimiz iklim ve benzeri etkenlerle belirginleşiyor ve bugün siyah ırk, sarı ırk, beyaz ırk diye nitelenen kendi aralarında benzeşen büyük grupları oluşturuyor. Ama aynı zamanda ülkeden ülkeye, halktan halka bazı farklı özellikler de gösteren gruplar, kavimler, yakın tarihte uluslar oluşuyor. Diller de bu tarihi süreç içinde ve coğrafi dağılıma bağlı olarak birbirinden türeyip farklılaşıyor.

Öyle olunca da soy sop üstüne, “kan” üstüne yapılan ırk üstünlüğü edebiyatı saçma olmuyor mu? Özellikle de, değişik kıtalardaki halkların kökenini şu “Orta Asya’dan göç” masalına dayandıran Türk ırkçılığı bakımından?..

Ama Irkçılığı yalanlayan sadece uzak tarihimizi, insanın dünyada türeme ve yayılma sürecini belirleyen paleontoloji değil. Şu son 10-12 bin yıla uzanan görece olarak yakın tarihin ve uygarlığın öteki kanıt ve belgeleri de ırkçı tezleri yalanlıyor. Hele hele son dönemde gelişen genetik bilimi ırkçıların soy-sop, kan üzerine kurdukları tüm hayali şatoları yerle bir ediyor.

Önümüzdeki hafta bu konuya devam edeceğim.

-------------------------------------------

Tüm dost ve okurlarımın Newroz bayramını kutlarım. Bahar gibi, özgürlük ve barışın da bir gün önce ülkemize, bölgemize ve tüm dünyaya gelmesi dileğiyle. 

Yazarın önceki yazılarından:

Kim olursa olsun!
“Bu ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman, 301’i değiştirmeyin!
Yanlışta direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın oyları” ve çıkar yol
Türkiye batağa nasıl saplandı..
Kerkük Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek katil kim?
Ankara Konferansı üzerine
AB’ye sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı mı, blöf mü?
Saddam cezasını buldu
Çıkara dayalı yanlış hesaplar
AB’nin son kararı üzerine
Baker Raporu ölü mü doğdu?
PKK neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik ve Irak’ta çözüm
Bir kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime direnen Türkiye
Sel, yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan, zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir şarkı, bir şiir
Fransız Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En büyük devletsiz ulus..
Oyunu gerçek sanmak-2
Oyunu gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar kirli savaşı sorgulamalı
Linç salgını yayılırken…
Lübnan’dan uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar Savaşı mı?
Türkiye’nin Kerkük Sorunu!
Halkı yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun yıkımına kim ağlar?
Terör ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık mı, sanık mı?.
Şemdin’in yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı olmasın?..
Çetelerle mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi esir alan ahtapot...
Sular ısınırken...
”Sanki herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu bir darbe değil mi?
Terör ne, terörizm ne?
TBMM Başkanı Arınç’ın kunuşması ve demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı, tutku ve akıl...
Derin devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç ve Ceza
Yine bir şeyler dönüyor…
Sistem çürümüş, dökülüyor
Irak’ta iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey olanlar..
ŞOVENİZMİN ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At izi it izine karışırken..
HAMAS ve PKK…

Sağduyu ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin üstü örtülüyor
Adalet mi rezalet mi?.
Genelkurmay Gladyosuna sahip çıktı!
Türk Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?

Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 

 
 
PSK Bulten © 2007